Var var, bu şehirde var hala çok güzel şeyler. Müdavimi olunacak şeyler var... İyi ki!
Sevinç Erbulak
Taşra Kabare, hikayesi, hayalleri ve yaptıklarıyla ruha çok iyi gelenlerden...
Bağzı oyunları seyrettiğim zaman hiç tanıklık etmediğim prova süreçlerini de görür gibi oluyorum. O hiç bilemediğimiz yaratıcı sürecin ne kadar şenlikli olduğu, nasıl geçtiği oyuna da yansıyor. Gözle görünen bir şey olmanın ötesinde hissedilen bir şeyden bahsediyorum. Çok belirgin bir şekilde Dot'un " Nefesinizi nasıl tutarsınız" oyununda hissettiğim bir şeyden. Çok güzel bir şeyden.
Şehirde güzel şeyler de oluyor bağzı bağzı. Bazı'da yumuşak g olmadığını biliyorum panik yok ;)
Evet evet, Kadıköy'de çok güzel şeyler oluyor. Geçen ayın Müstehak röportajında büyük bir keyifle tanıdığım, hemen ardından bayıldığım, hayran olduğum Nergis Öztürk ve Cemal Toktaş aşkının mabedi "Taşra Kabare"yi diyorum. Bildin mi Aykırı'lı? Bilmiyorsan hemen git.
Kadıköy merkez postahanenin arka sokağında yeni bir köyümüz var artık. Hem de ne köy?
Sanat köyü.
Aynı zamanda restaurant ve bar olarak hizmet veren ve şahane yemekleri olan (özellikle şnitzeli ve adını aklımda tutamadığım o Alman yemeği) Taşra Kabare, arabesk pop caz alaturka bir yapılanma. İçinde her şey var yani.
Mesela Kabare kısmında etkinlik boyunca yemek ve içki servisi devam ediyor.
Alt kattaki sofa sahnede oyunlar oynuyor. Her ay konuk gruplarla da tanışmak, kaynaşmak mümkün. Kabare Sahne'de oturma düzeni yok ne iyi, erken gelen seçtiği; geç kalan bulduğu yere oturuyor. Herkes tanışıyor, kaynaşıyor.
Evet evet artık bir sanat köyümüz var. Mutlaka yolunuz düşmeli.
Mutlaka.
Konserlere, açıksalı'ların hepsine, oyunlara; kabareye yolunuz çıkmalı...
Biz geçen gece annemle yolumuzu düşürdük Kel Şarkıcı'ya. E dile kolay, tam 562 yıldır seyircisini bekleyen bir Kabare bu. Haliyle sizi bulunca bırakmak istemiyorlar. Hoş onlar bıraksa siz onlardan vazgeçemiyorsunuz o ayrı.
Eugene İonesco'nun yazdığı, o İonesco ki, isterse sahneye bir kaplumbağa getirip onu birden bir yarış atına dönüştürebilir, sonra da bir şapkaya sonra da bir şarkıya....
Serpil Göral'ın incelikle, akılla ve eminim çok eğlenerek yönettiği "Kel Şarkıcı" yı izledikten sonra bu kaba şehirde çok sevilecek bir şeyler olduğu duygusu içinize taşınıyor. Hatta benim gibi uzaklara gitmeyi düşünenlere o zaman bu Kabare'yi de bavuluma koyayım da öyle gideyim bari dedirtiyor. Sığarsa tabii ;)
İki olağanüstü beceriksiz garsonun çıngıraklarıyla oyunun başlayacağını duyurması kocaman gülümsemenize, Kabare boyunca başınıza gelenler de gülümsemenin yüzünüze tamamen yerleşip kalmasına sebep oluyor. Dediğim gibi dile kolay tam 562 yıldır sizi bekliyorlar. İki oyuncu sineğin kabareyi terk etmesinden sonra, bizim nefis patroniçe onların oynadığı rollere soyunuyor ama ne soyunmak... Nergis Öztürk ve Cemal Toktaş, usta, en az Serpil Göral'ın rejisi kadar incelikli ve eğlenceli oyunculuklarıyla o sırada yediğimiz yemeklerden daha lezzetli bir tad bırakıyor damağımızda. Yeliz Kuvancı ve Onur Dikmen iletişimsiz karı kocada iletişimsizliğin son raddesiyle yüzleştiriyorlar bizi. İnsan hangi birine bakacağını şaşırıyor. Hele o sessiz, sözsüz, sıkıntılı, ne diyeceklerini aradıkları anlarda...
Onur Mahir ve Mehmet Akif Kızışar öğretmenleri ile aynı sahnede olmanın altında kalmadan o bitmek bilmeyen enerjileriyle oyunu ilmek ilmek kuruyorlar, oynuyorlar ve bizim bir parçası olduğumuz Kel Şarkıcı'yı karnaval yerine çeviriyorlar.
Her perşembe perde açıyor oyun. En sevdiğiniz arkadaşlarınızla güzel bir masanın etrafında hayal edin şimdi kendinizi. Bir an için. Belki şehrin hay huyundan nicedir nasibinizi aldığınızdan unuttunuz siz de bazı güzel şeyleri. Gidin Kel Şarkıcı'ya, bakın bakalım o nasıl biri? Veya nasıl bir kimse? Kimse ne ki? Siz misiniz? Biz mi? Biri misiniz? Hiç kimse mi? Seyreyleyeni sürekli gıdıklayan, özellikle seyirciye açıldığı, alenen asıldığı anlarda hatırlayın beni.
Kendinize bir armağan verin.
Tam 562 yıl sonra patroniçeyi sevindirin. Garsonları sevindirin.
Elimizin altında her türlü iletişim aracının olduğu bu müthiş (!) günlerde insanoğlu ve insankızının aslında ne denli uzun bir zamandır birbiriyle iletişemediğini görüp gülün, gülün ki ağlanacak halimiz fark etsin kendini; gitsin baksın aynaya;) Görsün kendini bir.
Var var, bu şehirde var hala çok güzel şeyler. Müdavimi olunacak şeyler var... İyi ki!
Etrafımdaki herkesten duyduğum ve hala izlemediğim "Şatonun Altında" çarşambaları, en kısa zamanda gideceğim "Evvel Zaman" pazartesileri, bir başka Taşra Kabare yapımı "Ölüm Hastalığı" cumaları, diğer konuk gruplar da ay içinde değişen gecelerde bizimle buluşuyor, bizim köyde.
Postahanenin bir arka sokağı.
Programında bir dolu konser de olan Taşra Kabare, hikayesi, hayalleri ve yaptıklarıyla ruha çok iyi gelenlerden...
Bir parçası olmanın tadına varın.
Sonra da bana bunun nasıl bir şey olduğunu anlatın.
Siz bir gidin bak, sonra sendrom mendrom hak getire...
Ömrün en az 562 sene olsun Taşra Kabare...