Gerçeklerden saklandıkça daha çok üzüleceğiz
Sevinç Erbulak
Çok seviyorum birlikte dışarıya çıktığımız zamanları...
Annem ben ve kızım.
Onlarla sokaklarda yürümeyi, bir yere yetişme telaşımızı, birinin ben acıktım ötekininse ben susadım demesini...
Her şeyi işte her şeyi...
Dün gece de böyle bir geceydi.
Dostlar Tiyatrosu’nun yeni oyunu “Göçmenleeer” in galasına yetişmek üzere çıktık yola. Bu şehirde sadece yetişmeye çalışıyoruz biliyorsunuz siz de ;)
Zamandan çaldığımız uzun bir yolculuk yaptık trafikte ve biraz da yürüdük anneanne anne kız üçlüsü Harbiye’de...
Öğretmenler gününün gecesinde mesleğimizin en büyük öğretmenlerinden biri olan Genco’nun, yani Dostlar Tiyatrosu’nun yeni oyununun yazarı Matei Visniec’in repliklerini dinlemeye...
Gülümsetirken kalp ağrıtan bu metnin yazarını araştırdım az evvel.
Önüme hep bildiğim oyunlar çıktı. Onu da mı Visniec yazmış deyip durdum.
Şair, oyun yazarı ve gazeteci Matei Visniec 1965 Romanya doğumlu.
Bükreş’te Felsefe okuyan yazar, edebiyatın totalitarizmi yok etme gücüne inanıyor.
1977-1987 yılları arasında yazdığı 20 tiyatro oyunu bulunuyor. Oyunları Romanya’da yasaklanınca politik sığınmacı olarak Fransa’ya yerleşiyor ve o tarihten itibaren metinlerini Fransızca kaleme almaya başlıyor.
İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda pek çok oyunu oynamış. Ben en son Çehov Makinesi’ni izlemiştim. Dün gece de “Göçmenleeer” i izledik.
Genco Erkal’ın yönettiği oyun bizi daha ilk sahneden, yani oyunun ilk saniyesinden içine çekip alıyor. Salonda kaç seyirci varsa biniyoruz bir mülteci (pardon mülteci demiyoruz, göçmen ) botuna. Çıkıyoruz gece vakti yola. Kötü havalarda daha az bin dolarlar ödediğimiz, sahte can yeleklerinin bizi hemen suyun altına çektiği, 15 saatlik bir yolculuğa çıkıyoruz. Şanslıysak varacağız karşı sahile. Kimliğimiz yok, fotoğrafımız yok, hayatımızdan kalan her şeyi atmışız denize, karanlığın içine; şanslıysak sadece biz varacağız karşı sahile ve varırsak yeni bir ismimiz olacak, yeniden doğacağız hayata zannediyoruz.
Visniec’in parçalı metin anlayışıyla kaleme aldığı oyun, bizi bazen bir göçmen botuna bindiriyor, bazen toplu mezarlardan birine gömülmüş olan torunumuzu ararken onun oyuncağına ondan daha önce rastlıyoruz.
Çünkü oyuncaklar çocuklardan daha önce vuruyor kıyılara ! Hep.
Dilini bilmediğimiz, ne dediğini anlamadığımız insanların gözlerini anlıyoruz önce, gözlerinden anlıyoruz acılarını, bu acıya ortaklık etmek için ortak bir dile ihtiyaç duymuyoruz.
Bazen iki kişi saatlerce yürüyoruz kan ter içinde Manş Tünelinde. Çok yorgun hissediyoruz ama daha uzun bir yol var önümüzde. Fransa’ya mı İngiltere’ye mi daha yakınız bilmiyoruz, soruyoruz karşılaştığımız herkese, işimiz tüneldeki falcı kadınlara kaldıysa vay halimize.
Matei Visniec her şeye değiniyor, kaçtığımız, gözlerimizi kapatıp kulaklarımızı tıkladığımız her şeye.
Bir kumar masasında satılıyoruz bir gece on saniyede. Yolumuz artık doğru seks işçiliğine. Bunu öğrendiğimizde inanamıyoruz, gitmem ben oraya, uzaklara gitmem, ödemem senin borcunu böyle diyoruz demesine de, sistem bizi gırtlağımızdan yakalamış, annemiz babamız kardeşlerimiz tehdit altında, bir fotoğraflarına bakmak yetiyor satıldığımız topraklara doğru yola çıkmamıza, ağlaya ağlaya...
Sistem bizi hep ailemizden vuruyor, can evimizden.
Gelelim sermaye bölümüne.
Allah’ın bize verdiği sermaye bölümüne.
Allah bize niye iki böbrek, iki kol, bacak, iki göz vermiş sizce ?
Bunlardan birini organ mafyasına satıp ailemizi de sığındığımız ülkeye, yanımıza getirtelim diye !
Ne yalan söyleyeyim en etkilendiğim bölüm bu oldu. Allah’ın adıyla insanlara yaptırılabilenler nicedir canımı çok sıkıyor.
Visniec’in usta metni, ustaların ustası Genco Erkal’ın elinde öyle bir hale gelmiş ki, gülümserken tokatlandık. Onun için izlediklerimizin acısını oyun bitince anladık galiba. Ertesi sabah daha iyi anladık.
Kavin’e dedim ki bak kızım görmek istemediğimiz şeylere gözlerimizi kapattığımızda o şeyler yok olmuyor. Olsaydı keşke. Biliyorum anne dedi üzülerek.
Gerçeklerden saklandıkça daha çok üzüleceğiz elbette.
Bir seyirci, gala fotoğrafımızın altına yazmış, “Sevinç hanım yürek dayanır mı ki” diye.
Dayanmaz hanımefendi, ama dayanmayan yürek iyidir, dayanamazsa acır çünkü yürek, o zaman da onun sadece kan pompalayan bir organ olmadığını anlarız belki.
Genco’nun, Ayşe Lebriz Berkenm’in, Şirvan Akan’ın, Lütfi Can Bulut’un, Cem Çetin ve Yiğit Yapar’ın anladığı gibi.
O zaman Nazım’ın dediği olur belki, oyunun sonunda Genco’nun da dediği şey olur belki.
Yok onu yazmam, o oyuna ve seyirciye nefis bir armağan.
Gidiniz, izleyiniz...
Hamiş: 100 Objede Dünya Tarihi hala asistanım Fırat’ta. Yoksa unutmadım yani oradan bölüm yazmayı.
Haftaya size, bu sezon aşık olduğum oyunu yazacağım ama nasıl yazılır o bilemiyorum hala, şu an, şimdi ;)
Öyle bir oyun ki eğer bir insan olsaydı onu dudaklarından öperdim hani.
Daha fazla açık vermeden, kalın sağlıcakla Akademi’liler...
Sevinç.