"Karanlıkta Işık"
Cansu Fırıncı
Bertolt Brecht‘in 1919 sonbaharında yazdığı tek perdelik oyunlarının içerisinde, ilk kez kapitalist iş uygulamalarına el attığı için diğerlerinden ayrılan ve Almanya’daki sağlık sistemini yerin dibine sokan bir oyunu var: Karanlıkta Işık. İki yüzlü Burjuva Ahlakı ile, taşlama yöntemini kullanarak, inceden inceye dalgasını geçiyor genç Brecht.
Oyunun esin kaynağının 1919 yılının 5 Eylül’ü ile 21 Eylül’ü arasında Ausburg’da Cinsel Hastalıklarla Mücadele İçin Alman Derneği tarafından yürütülen sergi olduğu düşünülüyor. Sergi boyunca, isteyenler, doktorların verdiği konferanslara katılabilmekte, cinsel hastalıkların izlerini gösteren mumdan modelleri, duvar tablolarını, anatomik preparatları gezebilmekteymiş. Tabiî belli bir ücret karşılığında!
Genç Brecht, 7 Kasım 1919 tarihli “Tiyatro Yaşamından” isimli makalesinde kapitalizmin aydınlanma felsefesini nasıl bir meta ve kâr aracı haline getirdiğinin de altını çiziyor:
Sinema insanları, cumhuriyetçi özgürlükleri serpilip geliştiği anda, yoksul kızlara ne kadar acıdıklarını keşfettiler ve cumhuriyetin gözünü açma görevlerinin bilincine vardılar: Aydınlanmanın filmi yapıldı. Kâr getirici olması için mal yeni değildi. Ne var ki böyle numaralardan pek hoşlanmayan polis, aydınlatmanın bu tarzını şimdiye dek hep yasaklamıştı. Oysa şimdi onlar çuvalla para kazanıyorlar[…]
Oyun genelev sokağında geçiyor. Sokağın içinde ve evlerin karşısında sol tarafa kurulmuş, önünde masa, sandalye ve üzerinde “Işık Gelsin”, “Halkı Aydınlatma” yazılı tabelalar asılı olan bir çadır, çadırın tepesinde tüm sokağı aydınlatan bir ışık vardır. Bu ışık geneleve gidenlerin yüzünü açık seçik bir şekilde göstermesi için özellikle konulmuştur oraya.
Oyunun hemen başında, çadırın içinde cinsel yolla bulaşan hastalıkları gösteren modeller ve alkol içerisinde saklanmış numunelerin sergilendiğini anlarız.
Uyanık girişimci Bekçi Paduk, sergiyi gezmek isteyenlere bilet kesmekte, her bir hastalık için ayrı bir fiyat söylemektedir:
“Ulkus Molle, 1 Mark! Belsoğukluğu 1 Mark 60 Fenik! Frengi, 2.5 Mark! Lütfen sıkıştırmayın, sırayla!”
Bir hastalığın olduğu bölüme girmek için bilet alan müşteriye hemen atılır:
“Frengi de istemez miydiniz?”
Bilet alıp içeri giren insanlara diğer hastalıkların sergilendiği biletleri satabilmek için her yolu dener. Çoğunlukla başarır da. Diğer hastalıkları da öğrenmek isteyen ama parası çıkışmayan bir müşteriyle tartışır ve gerekli parayı vermezse ilgili bölümleri gezemeyeceğini inatla üsteler:
“Adam– 50 Fenik’ten fazla param yok diye o iğrenç hastalıklardan korunamayacak mıyım?”
“Bekçi Paduk: Giremezsiniz! Lütfen sıradaki!”
“Adam– Öyle mi, bilet alamıyorum yani, ha?”
“Bekçi Paduk: Alamazsınız!”
“Adam: Ya benim sağlığım ne olacak? Karım, çocuklarım?”
Adam tartışmanın sonunda fena halde sinirlenir ve hışımla uzaklaşarak genelevlerden birinin kapısından içeri dalar.
Bu sırada bir din görevlisi gelir kapının önüne Hristiyan Katolik Kalfalar Birliği’nden, statüsü icabı içeriye hiç değilse indirimli girebileceğini düşünmektedir. Ama sıkı bir pazarlıkla karşılaşır:
“Bekçi Paduk: Siz Kalfalar Birliği’ndendiniz değil mi? Katolik? O zaman bir ayrımcılık yapabiliriz. Kaç kişisiniz?”
“Din Görevlisi: Ancak yarımız gelebildik maalesef. Ha, sahi: 73 kişiyiz.”
“Bekçi Paduk: O zaman bir konferansı tümüyle siz kapatın. 100 Mark yeter öyle olunca.”
“Din Görevlisi: Tüm bölümler için mi?”
“Bekçi Paduk: Evet evet. Belsoğukluğu, Ulkus Molke ve Frengi.”
Sergiyi açtığı günden beri işlerini oldukça düşürdüğü genelev sahipleri ve çalışanları ile dalgasını geçer:
“Bekçi Paduk: İlahi söylemek yok ama. Gece gece rahatsız etmeyelim kimseyi.”
“Din Görevlisi: Ne gibi? Burada ev yok ki!”
“Bekçi Paduk: Ya karşımızdakiler? Ben buraya geleli oradakiler uyuyor ya hani!”
Bu konuşmanın hemen ardından serginin haberini yapmak için En Yeni Gazetesi’nin muhabiri gelir. Bekçi Paduk nasıl bir idealist olduğunu, verdiği hizmetin herhangi bir doktorun reklâmını yapmak amacını taşımadığını, toplumu çürüten bu hastalıkları henüz başlamadan nasıl kurutacaklarını, dramatize ederek, ballandıra ballandıra anlatıyor. Gazeteci sordukça Paduk yanıtlıyor:
Bekçi Paduk: Benim tesisimde cinsel hastalıkların yaygın etkisi izlenir. Toplumumuzu çürüten fuhuşa karşı bir uyarı! Hastalık kapmış olanlara, o zehir onları maddeten ve manen mahvetmeden önce, tedaviye başvurma çağrısı yapıyoruz.
“Muhabir: Belli bir doktorun reklâmı var mı?”
“Bekdi Padük: Ne diyorsunuz siz? En geniş insan sevgisidir kaynağımız! Acil durumdaki binlerce insanı düşünün efendi! Belki alkolün tahrikiyle zayıf bir anda kokuşmuş sefahat orospularının kollarına atılan binlerce fuhuş kurbanı!”
“Muhabir: Anlıyorum anlıyorum, bir idealistsiniz siz. Böyle insan kardeşlerinizin iyiliği için uğraşma fikrine nasıl vardınız?”
“Bekçi Padük: Yıllar boyu büyük kentin sefih hayatını inceledim. Ruhu nasıl harap ettiğini, bedeni nasıl ezdiğini gördüm. Alkolün nasıl fuhuşa ve cinayete sürüklediğini gördüm!”
Kendi ifadesiyle halk mektebinde okumuştur Paduk. Yoksul bir ailenin çocuğudur. Babası alkolizmin batağında sefalete sürüklenmiş bir bakkal, annesi hastalıklı bir kadındır. Kendi kendini yetiştirmiştir. Bu sayede de toplumsal sefaletin farkına erken yaşlarda varmıştır ve tüm belaların kaynağı olarak fuhuşu görmektedir…
“Bekçi Padük: Düşman bulunduğu yerde ezilmelidir! Bu lanetli bela yuvalarına gidecek olanlar, böylece o belaların sonuçlarını incelemiş olurlar. O talihsizlerin sonuncusu da bu sefalet yuvalarına sırtını dönene kadar, durup dinlenmek yok!”
Bu konuşmaların ardından bu sergi fikrinin nereden aklına geldiğini sorar gazeteci. Paduk, başarılı bir girişimci edasıyla, işin ticari cinliğini açığa vuruverir bir anda:
“Bekçi Paduk: Baktım ki, burada insanların sağlığını ellerinden almak için bir de üstelik onlardan para alınıyor. Alınan para karşılığında hiç değilse sağlıklarını koruma olanağı verilirse çok daha iyi olur, diye düşündüm!”
Gazeteci açığı yakalayınca hemen soruyu yapıştırır:
“Gazeteci: Demek asıl para düşüncesi ağırlıktaydı!”
Padük verdiği açığın farkına varır ve hemen ajitasyona sarılır:
“Bekçi Paduk: O nasıl söz! Maneviyat düşüncesi esastı elbet de ki!”
“Gazeteci: Giriş ücreti alıyorsunuz ama! O da mı eğitim amaçlı?”
“Bekçi Paduk: Pek tabiî! Para ödemediği şeyi önemsemez ahali. Frengi bende 2.5 mark. Oysa karşıdaki genelevlerde 5 Mark. Şarap parası hariç üstelik.”
Muhabir Paduk’un verdiği ikinci açığı yakalar. Genelevdeki fiyatları ve şarap ikramı olduğunu bilmektedir. Yani en azından Paduk da bir zamanların genelev müşterisidir!
Konuşmanın bu kısmından sonra Paduk konuyu değiştirmeyi başarır ve seansların tıka basa dolu olmasından, içeri giren meraklıların ayılıp bayılmalarından, kusmalarından, kurduğu aydınlatma sistemi sayesinde genelevlerin sinek avlamasından, genelevde bir müşteri bulunup bulunmadığının boş sokaklar sayesinde dışarı kadar taşan piyano sesinden anlaşılacağından gururla söz eder.
Bu sahnenin hemen ardından da genelev patroniçesi Bayan Hogge, Paduk’un yanına gelir. Bir yandan Paduk’a işve yapmakta bir taraftan da konuşmaya çalışmaktadır. Paduk’un tavırlarından ve konuşmasından kadına kırgın olduğu anlaşılır. Önce onu tanımazdan gelir ama sonra kadınla aralarında oldukça eski bir tanışıklık olduğu anlaşılır:
“Bayan Hogge: Başınıza gelen yanlış anlamadan dolayı özür dilemek istemiştim.Size yapılan kötü muamele! Büyük bir işletmede oluyor işte böyle şeyler…”
“Bekçi Paduk: Hâlâ büyük mü acaba? İşletmenizi küçülmeye zorlayarak size iyilik yaptığımı düşünüyorum, müşterilerinize daha iyi muamele edersiniz belki diye.”
“Bayan Hogge: Ama sizin de hiç paranız yoktu…”
“Bekçi Paduk: Evet yoktu. Bu yüzden de biraz para kazanmaya çalışıyorum.”
“Bayan Hogge: Kapı dışarı edildiğiniz için çok üzülüyorum. En iyi müşterilerimizdendiniz…”
“Bekçi Paduk: Yine de bir kerecik param çıkışmayınca dışarı attınız.”
Anlaşıldığı üzere Paduk bir zamanlar genelevin en iyi müşterilerinden biridir ve bir gün parası çıkışmadığı için kapı dışarı edilince, içinde yanan intikam ateşiyle genelevlere savaş açmış, hayır derneklerinden para toplayarak karanlık olan sokağı spot ışıklarla aydınlatarak, insanların geneleve rahatça girip çıkmasının önüne geçtiği gibi, bir de kendisine para kazandıracağını düşündüğü için cinsel hastalıklar konusunda bilgi veren bu sergiyi açmıştır. Kadınla uzun uzun tartışırlar. Bekçi Padük kendini insanlara adamış bir melek gibi gösterip durur. Kadının tüm ikna çabaları boşa gitmektedir. Bayan Hogge sinirle ve küfürler savurarak gider.
Bu sırada Paduk, içeriden çıkan kalfasının elindeki bahşişleri cebine indirir ve bu nedenle kalfa işi bırakır.
Ardında Bayan Hogge tekrar gelir ve Bekçi Paduk’a bu ticari dehasının sınırlarını ve yakında müşteri bulamayacak noktaya geleceğini etkileyici bir dille anlatır. Sergiye bir kez gelen, ikinci kez gelmeyecektir. Hastalıkların kökü kurursa sergiye zaten gerek kalmayacaktır. Genelevlerse ışık altında açık seçik yüzlerinin görünmesini istemeyen seçkin müşterilerini yitirmiştir, yoksullarsa buna aldırmadan girmeye devam etmektedir, kârları düşmüştür ama kısa bir süre sonra sergi kapanacak ve genelevler müşterilerini geri kazanacaktır. Her iki durumda da Bekçi Paduk için orta vadede kârlı bir durum görünmemektedir. Bayan Hogge ticari açıdan nerede yanlış yaptığını Bekçi Paduk’a çarpıcı bir biçimde ifade eder.
“Bayan Hogge: Bildiğim kadarıyla sizin işinizin aslı, fuhuş yoluyla hastalık bulaşmasını sömürmekte yatıyor. Bunun fuhuşa zararı, ancak sizin bu bilgiyi iletmenizle mümkün! Sonra geçer gider ve bizim işimiz yine önceki gibi gelişip büyür. Ama sizin konuşmanız, hastalık bulaştıran şeyin kendisi, yani fuhuşun bütününü yok etmeyi hedefliyordu. Dolayısıyla kendi işinizin de kaya üstüne oturtulmuş ev gibi dayanağı olan kendi ocağınızı söndürüyordu konuşmanız. Kısacası: Erkekleri hastalık bulaşmasına karşı aydınlatmanıza hiç aldırmam. Hiçbir etkisi yok onun. Ama kızlarımı aydınlatmaya kalkarsanız, o zaman fuhuş yerle bir olur, beraberinde de hastalık bulaşma kaynağı yok olur ve siz kendiniz de batarsınız!”
Bekçi Paduk etkilenmiştir ve anlamıştır meselenin özünü. Bayan Hogge ona reddedemeyeceği bir teklifte bulunur: Sergiyi kapatmasını, biriktirdiği para ile geneleve ortak olmasını ve böylece parasına para katarken, bir zamanlar ağzının suyunu akıtan Carmen’e istediği anda istediğini yapmasını… Ve cebinden Carmen’le birlikte genelevde çalışan diğer kadınların çıplak fotoğraflarını çıkartıp önüne koyar…
Genç Brecht açıkça, kapitalizmin sağlık anlayışıyla dalga geçer. Aslolan hastalıkları oluşmadan önlemek, hastalıkların kökünü kurutmak değil, insanların hasta olduktan sonra tedavi olmalarını sağlamak, böylece kârlara kâr katmaktır. İnsanlar için bilinçlendirme çalışmaları pekala yapılabilir, iki koşulla: kâr getirmesi ve meselesin özüne işaret etmemesi…
Önceliyi sağlık hizmetleri, kapitalizmin özüne aykırıdır kısaca. Sağlık sistemindeki hasta ol, tedavi gör döngüsü, insan etinin pazarladığı fuhuş sektörüyle koşut bir kurgu içerisinde ele alınmaktadır oyunda.
Yani kapitalizmde sağlık sistemi ile fuhuş sektörünün işleyişi arasında özünde bir farklılık yoktur. Fuhuşu ayakta tutan ve insan etinin pazarlanmasını sağlayan şey kapitalizmin sağlık sisteminin kendisidir bir bakıma.
Brecht’in ortaya koyduğu mantığı uçlara taşıdığımızda, karşımıza çıkan çarpıcı sonuçlardan biri de şudur: Önleyici sağlık hizmetleri, piyasacı ekonomiyi temel alan kapitalizmde, sistemin temel mantığına aykırı bir uygulamadır.
Aslolan sağlık sisteminin de endüstriyel yapılar gibi kâr getiren bir sektör olmasıdır. Ve böylesi bir sistemde bir kurum olarak genelev ve genel ev patroniçeliği ile örneğin Sağlık Bakanlığı arasında özünde bir fark yoktur! Aksine derinden yürüyen bir ilişki vardır! Fuhuş sektörü kârlarına kâr katarak on binlerce insanı hasta etmekte, Sağlık Bakanlığı ise hastanelerde bu hastaların tedavi edilmesi sağlamaktadır… Mücadele edilen şey hastalığın kendisi değil, tek tek hastalardır…
Not: Oyun 1919 yılının sonbaharında kaleme alınmış. 1966 yılında toplu basımın 3. cildinde ilk kez el yazmalarından çözümlenerek yayımlanmış. 12 Haziran 1969 yılında Essen Şehir Tiyatroları tarafından ilk kez ve bilebildiğim kadarıyla son kez oynanmış. Türkçesi Mitos Boyut Yayınları’ndan çıkan toplu oyunlarının ilk cildinden okunabiliyor. Çevirmeni bendeki basımda yazılmamış ama Yılmaz Onay'a ait.