Menu
8 Ocak 2018

Sevgilim... Sana Sevgilim...

Sevinç Erbulak


Yalta’dayız sevgilim.....

Sen beni bırakıp gideli tamı tamına yüz on dört sene geçti ama ben hala seninleyim. Senin yazlık evindeyiz şimdi, bahçende. Beyaz güllerle dolu, soluk mavi kapısı içeriye doğru açılırken bir serçenin kanat çırpmasına benzer bir ses çıkaran bahçendeyiz.

Bir daha dünyaya gelirsen mutlaka bahçıvan olacağını bilerek yürüyorum ben şimdi, çok yavaş.

Oldukça kalabalığız. Bazılarımızın acelesi var, haklılar da, biraz acıktılar; ama ben dediğim gibi çok yavaş yürüyorum. Çünkü attığım her adım belki de senin adımlarının üzerinden geçiyor. Belki şu an ayağımın altındaki çıtırtıyı sen de duydun bir zamanlar... Aklına bir şey geldi veya aklından bir şey gitti, içeriye doğru yürüdün, iki kanatlı cam kapıyı geçtin ve çalışma odandaki masana oturdun. Küçük tahta masana hani sevgilim....

Belki boş bir sayfaya yazdın, sonra o sayfayı buruşturdun attın ya da masanın üzerine bahçendeki beyaz güllerine benzeyen bir güvercin gibi uzattın onu.

Bilmiyorum.

Ben, sadece hayal edebiliyorum.


Mutfağında kenarları belli belirsiz mavi mine çiçekleriyle bezeli tabakların var, krem rengi. Belki de yüz on dört sene geçtiği için hafif soldular, aslında eskiden onlar da beyazdılar. Bunu da bilmiyorum.

Yatağının başucundaki sürahi seni kaç gece uykularından uyandırdı kim bilir ? Kaç gece komodininin üzerine bir kaç damla su damlattın da fark etmedin bilmiyorum.

Bildiğim tek şey, Yalta’daki bu evde, bahçende, bahçene açılan demir kapının eşiğindeki merdivenlerde yaşadım ben, daha doğrusu yaşadık.

Bir arıydım belki güllerine tutkun, bir histim, ya da bir düş... Neysem oydum ve vardım sevgilim, oradaydım.

Sevgilim Anton....

Sevgilim Çehov....

Bu dünyadan gittiğin o gün, zarifçe buruşturup masanın üzerine bıraktığın kağıtta ne yazıyor okuyamadım. Masanın üzerini camla kapatmışlar. O an, senin bıraktığın gibi duruyor zaman Yalta’da. Boyumdan büyük oda saatin de durmuş, küskün. Burada her şey bıraktığın gibi...

Her şey var.

Sadece sen yoksun.

Bu yoksunluğun derinliğini, ardında bıraktıklarını okuyarak, izleyerek, gözlerimi kapayıp senin kelimelerini dinleyerek gidermeye çalışıyoruz tam yüz on dört senedir.

Ölümlere inanmıyorum, bedenlere inanmıyorum çünkü; yok olmaya, hiç var olmamış gibi havaya karışmaya hiç inanmıyorum.

Evet Wilde çok haklı “bazıları sadece var oluyor, yaşamıyor” ama ben senin hala kelimelerinin içinde yaşadığını biliyorum sevgilim...

Ve nadiren de olsa bazen her bir kelimen, senin yazdığın günkü kadar saf ve senin söylemek istediğin gibi dökülüyor bazı oyuncuların ağzından... Kıskanma lütfen, böyle olduğu zamanlarda ben onlara da sana aşık olduğum gibi aşık oluyorum.

Bunları sana niye yazıyorum ?

Ben geçen senemin son günlerinde bir oyuna aşık oldum sevgilim ama kıskanma...

Senin “Martı” nı oynuyor Pürtelaş Tiyatro dünyada.
 


Serdar Biliş’in noktürnler gibi romantik ve hayata tutkun yönetmenliğinde, Ahmet Sami Özbudak’ın nefis Türkçe versiyonuyla, Gamze Kuş’un şiir gibi sahne ve kostüm tasarımıyla, Çiğdem Erken’in kalbimize sızan müzikleri, Cem Yılmazer’in koltuğumuza oturduğumuz an onun olduğunu bildiğimiz ışık tasarımıyla, Theremin denen mucizenin başında Helin Şentürk’le, video tasarımda Ezgi Kaplan, video ve ses kumandada Deniz Keresteci ve ışık kumandada Yasin Gültepe ile çok ama çok yükseklerde süzülüyor senin “Martı” n sevdiğim...
 

Çok merak ediyorum oralardan izlenebiliyor mu acaba Pürtelaş’ın “Martı” sı.

Umarım vardır böyle bir torpilin gökyüzünde.


Canımın parçası mesleğimin olmazsa olmazı olan, bazıları için şart olmayan ama benim nefesim kadar ihtiyaç duyduğum ekip olma, bir olma, çoktan ‘tek’ olma halinden vücut bulmuş bir oyuncu kadrosu hayal et şimdi sevgilim... Çok zor olduğunu biliyorum bunun ama et sen.

Sonra da bu hayalinin gerçek olduğunu düşün.


Provalarının ilk gününden beri delice merak ettiğim (oyunun ilk iki biletini almış bir seyirci olarak ) Martı’ya, pürtelaş aşık oldum sevgilim...

Öyle bir oyun Pürtelaş Tiyatro’nun Martı’sı işte !

Biliyorum büyü yapmayı hiç sevmezsin ama bu gece benim için büyülü bir Martı hayal et sen şimdi.


Yakov oyunun ışıklarını özenle hazırlarken, karanlıkta otur yanıma sevgilim, bir martı gibi süzül yamacıma ve Masha’nın uzansak elimizle tutabileceğimiz kalp ağrısından geçerken Polina’nın omuzlarındaki örme şalın yorgun rüzgarının sesini duyalım, inan bana sevgilim Polina’n çok yorgun.

Orada kalalım biraz, sonra Trigorin’in iki dudağının arasındaki kısacık nefes olup, onun içinden zorla çıkan; gençliğinde hızla yitirdiği umudu olup onun şimdi pek hatırlamadığı; isyanı olalım ve o günlerinin ah o eşsiz, bu dünyada bir benzeri olamayacak olan Arkadina’sına salladığı işaret parmağının ucu Nina’yı göstersin en beklemediğimiz anda.

Sudan ve ışıktan yapılma o küçük kızı...

Işıklardan ve alkışlardan yapılma Arkadina’ya bir daha bakıp bekleyelim biraz.

Doktorun Polina’ya geçiştirerek söylediği şarkıyı dinleyip anlayalım; ikisini de, anlayınca da Medvedenko o soğuk havada eve dönmesin diye fısıldayalım sahneye... Oyuncular duysun sesimizi.

Sorin’i oyun bitmeden alıp yazlık evimize, Yalta’mıza götürme isteğiyle kaplansın yüreğimiz, orada ona yaşayamadığı tüm senelerini geri verelim kendi ömrümüzden alıp, lütfen.

Treplev’in Arkadina’ya sımsıkı sarıldığı anda kalalım uzunca, kalalım ki almasın o tüfeği eline bir daha.

Shamrayev’in içini doldurduğu, o bir zamanlar vurulan martıya bakıp aklımızdan bir sayı tutalım.

Ne dedin sevgilim ?

Yirmi yedi mi dedin yoksa ?


İşte böyle, böyle anlatabilirim veya anlatamam sana en sevdiğim oyununu.

Anlatması çok zor, zaten haftalardır yazamayışım da bundan.

Hani dinlediği enfes bir müziği veya müzede karşından ayrılamadığı bir sanat eserini tarif edemez ya insan, bu oyun da öyle benim için.

Ben kalırım aşık oluşumla, bir başıma.

 


Mektubuma bu haftalık burada son veriyorum.

Bu mektup Aykırı Akademi’deki köşemde yayınlanacak...

Burası benim sevdiğim her şeyi paylaştığım bir köşe.

Bana ait olanlar, çok güzel olanlar; bence.

Sana yüz on dört sene sonra yazdığım bu mektubu okuyacak olanlar da, yaşadığımız ülkenin zırvalıklarından kurtulabilirlerse, senin oyununa bilet bulup benim gördüklerimi görecek, hissedeceklerimi hissedecekler sahnede.


Oyuncular: Boran Kuzum, Cem Cücenoğlu, Ecem Uzun, Fırat Tanış, Gonca Vuslateri, Kayhan Açıkgöz, Serdar Orçin, Sevil Akı, Şerif Erol, Tilbe Saran, Yasin Bardakçı.


Hamiş : Martı kalp ben, ben kalp Martı.

 

 


Herkes bilsin