Menu

Sabiha ve Zekeriya Sertel’in Kaleminden Tan Olayı...

 

 Tan Gazetesi’nin basılması Türkiye’nin en önemli siyasal olaylarından biridir. Güç kullanarak basını susturmaya yönelik girişimlerin Cumhuriyet tarihindeki ilk örneğidir.
4 Aralık 1945 günü, dönemin siyasi iktidarınca kışkırtılan üniversite gençliği eliyle gerçekleştirilen saldırıda, 1935’te yayın hayatına başlayan Tan Gazetesi ve matbaası bir daha kullanılmamak şekilde tahrip edilmiştir.
Olay sonrasında Tan Gazetesi’ni çıkaran Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel yurtdışına kaçmak zorunda kalmışlardır. Tan Gazetesi Baskını Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde başlayan “solu tasfiye” sürecinin fitilini ateşlemiştir. 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olayları'nda ise Tan Gazetesi Baskını adeta tekrar sahneye konmuştur.
Tan Gazetesi Baskını’nı Zekeriya ve Sabiha Sertel’in ağzından dinleyelim;

 

ZEKERİYA SERTEL;

“1945 yılı sonunda “Görüşler” adlı derginin ilk sayısı çıktı. “Görüşler”in çıkışı bir bomba gibi patladı. İlk sayısı kapışıldı. Bir gün içinde elimizde tek dergi kalmadı. Dergide “Zincirli Hürriyet” başlığı altında tek şef ve tek parti sisteminin demokratik hak ve özgürlüklerimizi nasıl zincire vurduğu, kuvvetli yazılar ve resimlerle ortaya dökülüyordu. Birinci sayfada Celal Bayar, Adnan Menderes ve Köprülü Fuat’ın yazılarını sağlayacağımızı ilan ediyorduk.

“Görüşler” halkın yıllardan beri baskı altında boğulan özgürlük ihtiyacına cevap verdiği için çok geniş bir ilgi uyandırdı. Halk, bu dergide söylemek isteyip de söyleyemediklerini bulmuştu. Fakat derginin çıkışı hükümeti, özellikle İnönü ve Saraçoğlu’nu kızdırmıştı. Tanıdık biri geldi. Ertesi gün bazı üniversiteli gençlerin matbaa önünde gösteri yapacaklarını haber verdi. Bazı taşkınlıklar olması ihtimaline karşı da tedbirli bulunmamızı salık verdi. Demek, iktidar kanun yoluyla yapamadığı işi, gençleri kışkırtarak yapmak istiyordu.

Hemen Vali Lütfi Kırdar’a telefonu açtım. Bu haberi verdim, hükümetçe tedbir alınmasını rica ettim.

Vali, “Biliyorum ve gereken tedbiri aldım, merak etme” dedi. Her vakit olan gösterilerden biri olacak diye ben de olaya fazla önem vermemiştim.

Ertesi gün sabah gazetelerini açtım. “Tanin” gazetesinde Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Kalkın ey ehli vatan” başlığı ile halkı bize karşı kışkırtan bir yazısı vardı. “Tan” gazetesini ve Tancıları komünistlik ile suçluyor ve halkı matbaamızı yıkmaya çağırıyordu. Demek ki, bu sabah yapılacak gösteri önceden hükümet tarafından hazırlanmıştı ve Hüseyin Cahit’e de böyle bir yazı yazması için emir verilmişti.

Bu durum açık olmakla beraber, gözlerime inanamadım.

 

SABİHA SERTEL;

“ (3 Aralık 1945’te) Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Tanin” Gazetesi’nde, sayfayı baştan başa kaplayan, büyük puntolarla dizilmiş “Kalkın ey ehl-i vatan” başlıklı uzun bir yazısı çıktı. İkinci başlıkta yine büyük harflerle “Bir Vatan Cephesi’ne lüzum vardır” diyor, gençliği ayaklanmaya çağırıyor ve söyle diyordu:

“Büyük vatansever Namık Kemal’in sesi bugünün parolasıdır. Kalkın ey ehli vatan. Mücadele başlıyor. Ve başlamak lazım. Çünkü en azgın ve insafsız bir propagandanın, Türk vatandaşlarının ruhuna her gün en yakıcı, yeis verici, ümit kırıcı bir propaganda zehrini dökmesine müsaade edemeyiz. Bir vatan sahibi olmak, bu vatanın içinde hür ve müstakil yaşamak isteyen her Türk bu propagandaya karşı koymaya mecburdur.

‘Görüşler’ dergisini açıp da Bayan Sertel’in ‘Zincirli Hürriyet’ makalesini okuduğum zaman, sayfayı süsleyen bu kıpkızıl demirlerle, bize nasıl bir hürriyet hazırlamak istediklerini derhal anlamadım. Bayan Sertel şöyle diyor: “Hür insanlar cemiyetinin en büyük şiarı, geniş halk kitlelerinin menfaati için icabederse, şahsi menfaatlerini feda etmektir.” Komünist edebiyatıyla meşgul olmamış olanlar bu satırların altında gizlenen manayı gözden kaçırabilirler. Geniş halk kitlelerinin menfaati namına hürriyetlerin feda edildiği yer Rusya’dır.

Bunları susturmak için, cevap vermek hükümete düşmez. Söz, eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır.”

Hüseyin Cahit Yalçın bizi susturmak için, “Kalkın ey ehli vatan” kumandası ile, kanunları, devlet nizamını çiğniyor, gençleri, vatandaşları ayaklanmaya çağırıyordu. Namık Kemal “Kalkın ey ehli vatan” dediği zaman, millet Abdülhamit saltanatına, diktatörlüğe karşı harekete çağırmıştı. Hüseyin Cahit Yalçın ise, vatandaşları hürriyet için, demokrasi için savaşanlara karşı kıyama çağırıyordu.

Bu çağrı sebepsiz değildi, çünkü ertesi gün, 4 Aralık’ta “Tan” Matbaası’na hücum için üniversitenin bazı gençlik grupları daha önceden, Halk Partisi ve Saraçoğlu Hükümeti tarafından teşkilatlandırılmıştı. Aylardan beri süren meydan muharebesinde, salladıkları kılıçların bizi susturamayacağını, gerici fikirlerin halk tarafından benimsenmediğini, aksine hürriyet ve demokrasi için savaşanların geniş halk kitleleri tarafından desteklendiğini görmüşlerdi. Korkuyorlardı. Hürriyetten korkuyorlardı. Açık tartışma alanlarındaki mağlubiyetlerini, cebir kuvvetine başvurarak örtmek istiyorlardı.

Hüseyin Cahid’in yazısını okuduktan sonra, 4 Aralık’ta çıkacak olan “Tan”a şu yazıyı yazdım: “Gazeteden değil, kamuoyundan korkmalı.”

Yazıyı şöyle özetleyebilirim:

“İstanbul Halk Partisi Başkanı, hükümet gazetecilerini davet ederek bir toplantı yapmış. Bu toplantıda gazetecilere, muhalif gazetelerle mücadeleye devam tavsiyesinde bulunmuş. Bu hareket, iktidar mevkiinde bulunan bu partinin, muhalefetten korktuğunu ifade eder. Demokratik bir memlekette tartışma tabii bir haldir. Sevildiğinden emin olan bir parti, buna karşı tedbir almaya lüzum görmez.

Yapılan yayınlar, eğer halkın isteklerini dile getiriyorsa, tesir yapar. Eğer halkın düşüncelerine ve menfaatlerine aykırı ise, kendi kendine erir, gider. Mevcut muhalefet gazetelerine karşı partili gazetecilerin kopardığı, koparacağı gürültüler ve kıyamet, halkı ne aldatmaya, ne de şaşırtmaya yeter. Gazetelerden değil, halktan korkunuz.”

Bu yazı, 32 senelik çalışmalardan sonra, Türkiye’de yazdığım son yazıdır. Bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu zaman ispat etti…

 

ZEKERİYA SERTEL;

“O sabah erkenden üniversiteli gençlerden biri evime telefon ederek, bir kısım gençlerin “Tan” matbaasını basmaya hazırlandığını bildirdi, matbaaya inmememi salık verdi.

Tekrar telefonla valiye haber verdim, ne tedbir alındığını sordum.

- Merak etme, dedi. Matbaanın etrafını polis kuvvetleriyle kuşattım. Tehlike yok.

4 Aralık 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya saldırdılar. Orada bekleyen polisler olupbitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Ellerine ne geçtiyse yakıp yıktılar. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle “Serteller nerede?” naralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve sonra önlerine katıp sokaklarda “İşte kızıllar” diye gezdirmekti. Bütün bunlar polisin gözü önünde oluyordu. Göstericiler bizleri bulamayınca vahşi naralarla yollara düştüler. Beyoğlu yakasına geçtiler, orada Sabahattin Ali ve Cami Baykurt’un çıkardığı “La Turquie” gazetesinin matbaasına gittiler. Orasını da kırıp döktükten sonra vapurla Kadıköy’e geçip bizi evimizde basmaya teşebbüs ettiler.

Biz bütün olup bitenleri evde telefonla izliyorduk. Bu son dakika haberi alınca valiyi tekrar aradım,

- Aldığınız tedbirin verdiği sonuçtan memnun musunuz? dedim. Şimdi de faşistler evime geliyorlar. Matbaamı yıktırdınız, bari hayatımıza kastedilmesini önleyin.

Vali, özür dilemeye bile lüzum görmedi. Yalnız gene talimat verdi.

- Merak etme, dedi. Olan oldu. Fakat hayatın güven altındadır. Gençlerin bindiği vapurun Kadıköy’e uğramadan Adalar’a gitmesini emrettim. Sizin için tehlike yoktur.

Ve sonra ekledi,

-Evet, ama, siz şimdi neredesiniz? Evdeyseniz, ihtiyaten başka yere gidin. Evde oturmayın.

Demek ki, evimi de koruyamayacaktı. Hayatımız da tehlikedeydi.

 

SABİHA SERTEL;

Bu yazının yazıldığı günün ertesi, 4 Aralık’ta partinin ve Başkan Sarçoğlu’nun, İstanbul parti teşkilatına ve polise verdiği emirle “Tan” Matbaası yıktırıldı. Parti, gizli polis vasıtasıyla İstanbul Üniversitesi’ndeki bazı faşist, ırkçı gençleri, bir kısım da nereye, niçin gittiğini bilmeyen saf gençleri teşkilatlandırarak “Tan” ve ilerici yayın yapan “La Turquie” ve “Yeni Dünya” gazetelerinin basıldıkları matbaalar üzerine saldırttı.

“Yeni İstanbul” Gazetesi’nde “Basında Kavgalar” başlığı altında bir seri yazı yazan Tekin Erer, matbaanın yıkılışını şöyle anlatıyor:

“Cumhuriyet Halk Partisi il teşkilatı tarafından 3 Aralık pazartesi akşamı talebe yurtlarına gerekli talimat verilmiş ve ertesi sabah “Tan” Gazetesi aleyhine bir nümayiş yapılacağı bildirilmişti. O zaman ben, “Tasviri Efkar” Gazetesi’nde istihbarat şefliği yapıyordum. Yazı işleri müdürü rahmetli Nejdet Baytok, ertesi sabah gazeteye erkenden gelmiş, komünist neşriyatı yapan gazeteler aleyhine büyük bir nümayiş hazırlandığını duyduğunu, bu haberin bir balon da olabileceğini binaenaleyh kimseye bir şey söylemememi tembih etmişti.

4 Aralık 1945 sabahı, erkenden üniversite bahçesine gittim. Ellerinde bayraklar olduğu halde talebeler yavaş yavaş toplanıyorlardı. Birçoklarının ellerinde de Atatürk ve İnönü’nün çerçeveli fotoğrafları vardı. Kısa zamanda kalabalık 10 bin kişiyi buldu. Saat 9.30’da kalabalık bir sel gibi Beyazıt Meydanı’ndan, Çarşıkapı istikametinde yürüyüşe geçti. “Tan” Gazetesi’ne giderken, Cağaloğlu yokuşu başında bulunan ve komünizme ait kitaplar satan A.B.C. kitabevi birkaç dakika içinde yok edildi. Bundan sonra “Tan” Gazetesi’ne gidildi. Bir taraftan “Kahrolsun komünizm, kahrolsun Sertel’ler, yaşasın Türkiye Cumhuriyeti” diye bağırıyorlar, bir taraftan da gençler akın akın taşlarla, demirlerle pencereleri, kapıları aşağıya indiriyorlardı. Gazetenin birinci katında, o zaman Türkiye’nin hemen hemen en büyük rotatifi vardı. Oradaki demir parçaları ile rotatife hücum başladı. Rotatifin kırılan bütün parçaları tuzla buz edildi.

İkinci kata linotip dizgi makinaları , hurufat ve mürettiphaneye ait malzeme ve makinalar mevcuttu. Bunların kırılması ve parçalanması, çok daha kolay oldu. Ayrıca, kapılar, pencereler, sandalyeler yerden yere çarpılarak parçalanıyordu. Masaların gözlerindeki yazılar, evrak, kitaplar lime lime ediliyordu. Diğer bir grup, gazetenin rotatif dairesinin yanındaki kağıt deposundan bobinleri sokağa çıkararak, Sirkeci’ye doğru yuvarlıyorlardı. Bazı gençler binayı ateşe vermek için tutuşturmak istedilerse de, kalabalığın çokluğundan bu mümkün olamıyordu. Gelenlerden bazıları Beyazıt bahçesindeki toplantıyı haber alır almaz gazetelerden uzaklaşmışlardı.

Gazetenin sahiplerinden Halil Lütfi Dördüncü, “Tan” Gazetesi’nin karşısındaki “Hofer” İlancılık Şirketi’nin penceresinden, gazetenin ve binanın nasıl tahrip edildiğini kalbi sızlayarak seyrediyordu. Tanin Gazetesi’nin yazı işleri müdürü Murat Sertoğlu da oradan telefonla durumu kendi gazetesinin baş muharriri Hüseyin Cahit Yalçın’a bildiriyordu. Bir aralık Halil Lütfi dayanamamış, Sertoğlu’na sert bir ifade ile,

- Hüseyin Cahit’e söyle, 31 Mart irticaında kendi başına neler gelmişse, benim başıma da onlar geliyor, demiştir. Murat Sertoğlu bu sözleri aynen nakletti.

Saat on buçukta “Tan” Gazetesi’nin tahribi, tamamıyla bitmişti. Artık burada gazete çıkarılamayacağı kanaati hasıl olduktan sonra gençler, köprüyü geçerek, Beyoğlu’ndaki Sovyet Sefarethanesi’nin tünele bakan köşesindeki sokak içinde faaliyette bulunan “Yeni Dünya” Gazetesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Burada “Yeni Dünya”dan başka “La Turquie” isimli fransızca bir gazete daha yayınlanıyordu. Bunlar da “Tan” Gazetesi’nin neşriyatına muvazi olarak komünizmi benimseyen yazılar neşrediyorlardı. Polis, Sovyet Sefarethanesi’ne bir tecavüz olur düşüncesiyle itfaiye vasıtalarıyla yolları iyiden iyiye tutmuştu. Bundan dolayı “Yeni Dünya” Gazetesi’ne hücum etmek teşebbüsü önce akamete uğruyordu. Fakat bir müddet sonra toplum heyecanı içinde kendinden geçen gençler, itfaiyecilere hücum ettiler. Onların ellerinden hortumları alarak, bizzat itfaiyecilerin üzerine sıkmaya başladılar. Bunun fırsat bilen gençler, Yeni Dünya Matbaası’na yürüdüler. Birkaç dakika içinde bu matbaa da yerle bir edildi. Makinalar, mobilyalar, kitaplar, gazeteler, arşivler sokaklara dökülmüş, parça parça edilmişti. Bu arada Tünel’de sol neşriyata ait kitaplar satan “Berrak Kitapevi” de tahrip edilerek ticaret hayatından silindi…

Öğleden sonra saat 15’te tezahürat ve bütün miting bitmişti. Ertesi sabah çıkan gazetelerin arasında “Tan”, “Yeni Dünya” ve “La Turquie” gazeteleri yoktu. Tan’ın tahribi ile Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel’in Türkiye’deki gazetecilik hayatları sona ermiş bulunuyordu.”

 

ZEKERİYA SERTEL;

“Hükümet, olaydan önce olduğu gibi, olaydan sonra da bu cinayeti işleyenlere karşı hiç bir harekette bulunmadı. Güpegündüz bir matbaayı yıkan bu faşist gençlerden hiç kimse tutuklanıp mahkemeye verilmedi…

Kanun adına, hükümet adına, memleket adına yüz kızartıcı bir rezalet sayılabilecek olan bu 4 Aralık olayından ötürü sonunda kim tutuklandı, bilir misiniz? Biz. Yani, ben, eşim Sabiha Sertel ve Cami Baykurt. Bu olayın sorumlusu ve suçlusu olarak biz hapse atıldık ve biz mahkemeye verildik.

 

ROMAN GİBİ, SABİHA SERTEL 1919 – 1950, ANILAR, Ant Yayınları, 1969, Sayfa 334 – 344

HATIRLADIKLARIM, ZEKERİYA SERTEL, Gözlem Yayınları, Yeni bölümler eklenmiş ve gözden geçirilmiş 2.basım 1977, Sayfa 258-264

 

 

 


Herkes bilsin