Menu

“Batı ile aramızda en az elli yıllık mesafe var, Doğu ile yüz yıl!”

 
Yasaklar, yalanlar ve bitmek bilmeyen uğultular... bunların arasında bize iyi gelenler ise, kitaplar, sokaklar, müzik ve sanat... peki ne kadar sığınıyoruz bu gerçeklere? Ülkenin durumuyla, üzerimize çöken rehaveti sanatla-edebiyatla-şiirle gerçekten çözebiliyor, popüler kültürden kendimizi yeterince koruyor muyuz?
Aklıma takılan soruların cevabı için, yarım asırdan fazla, hayatını şiire, sanata, eleştiriye, kitaplara adayan; Mavi Hareketi, toplumcu gerçekçi ve İkinci Yeni'nin son kuşak temsilcilerinden Ahmet Oktay ile Göztepe'deki evinde söyleştik.
 

AYDAN ÖKSÜZ

Şiirden başlamak istiyorum... Mavi Hareketi, Toplumcu Gerçekçi ve İkinci Yeni... yarım asırdan fazla içinde olduğunuz bir şiir süreci var. Ahmet Oktay, dünya şiirini hangi düzeyde takip ediyor, şiiri nasıl izliyor?

Dünya şiirine elimden geldiğince ulaşmaya çalışıyorum. Günümüz dünya şiirini ise, çok iyi düzeyde takip ettiğimi söyleyemem. Belki eski kuşakdaşlarım gibi eskide kalmış ve eskiyi takip ediyor olabilirim. Dünyaya baktığımızda nerede bir iyi şair var derseniz, bugün bu koşullarda cevabını verebilmem güç bir soru. Aragon ve dönemin şairleri üzerine düşünmüş ve uğraşmıştım. Çok şey öğrendiğimiz insanlardı. Günümüz Amerikasında bugün hangi şairler var bilemiyorum, dönemimde Langston Hughes’u izlerdim. Zaman bizden hızlı gidiyor ve ona yetişmek, bu iletişim çağında sanıldığı kadar kolay değil, hatta olanaksız. Dünyanın her yerinden yeni yazar ve şairler çıkıyor.

Günümüz edebiyatını nasıl görüyor ve değerlendiriyorsunuz? Sizce arada kalmış bir dönemde miyiz?

Edebiyat sanırım bütün toplumlarda eskidi. İnsanlar başka ifade biçimleri arıyorlar. O yüzden şiir değişiyor, dünyanın her yerinde. Günümüz edebiyatı; tarih ve anı üzerinden idare ediliyor. Fransa’da bugün iyi romancı kim var bilmiyorum, çok da bilen olduğunu sanmıyorum. Benim zamanımda Pablo Neruda çok iyi bir şairdi. Günümüze baktığımızda Neruda, bu işlevi yeterince yerine getirebiliyor mu bilemiyorum. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde edebiyat eski formlarını kaybetmiş görünüyor.

Çevirilerle ilgili bir eksiklik olabilir mi?

Çeviri konusunda eksik olduğumuzu düşünmüyorum. Yeterli çeviriler yapılıyor, eski hızında devam ediyor. Yeni çevirmen ve yazarlar çıktı, yeni çevirmenleri ve yazarları anlamak zor. Bizim dönemimizde beslendiğimiz kültürel kaynaklarla, şimdiki zamanların kültürel kaynakları birbirini tutmuyor.

Döneminiz, yazar ve şairlerin bir araya gelip sohbetler ettiği bir dönemdi. Günümüzde herkes birbirine daha mesafeli. Bunun nedeni ne sizce?

Popüler kültürün etkisinin olduğunu söylemek gerekebilir.  Dünya ile temas noktaları aramak ve bu konularda kafa yormak için bir araya gelmek ve yeniliği yakalamak gerekli. Bunun neden yapılamadığını anlayamıyorum.

Yenilik dediniz... Türk edebiyatında bu yeniliği en iyi yakalayanlar sizce kimler?

Oğuz Atay’ın olduğunu düşünüyorum, tabii Oğuz Atay’ı eski yazarlar kategorisinde saymak gerekiyor. Onun dışında günümüzde genç ve umut veren bir romancı gözükmüyor. Piyasadaki alkışlanan romancılara bakın, pek bir şey anlatmıyorlar.

Belirttiğiniz durum yeni bir dil yaratmaktan mı geçiyor? Bu mümkün mü?

Yeni bir dil yaratmak kolay değil. Yeni bir dil yaratmak için, “yeni dünya yaratmak ve bu bakış açısına sahip olmak gerekiyor.” Öyle bir durum olduğunu sanmıyorum.

Siz peki kendi kuşağınızdan kimlerle yakın oldunuz?

Edip Cansever, Turgut Uyar ve Cemal Süreya ile çok sık bir araya gelir, bu konular üzerine konuşurduk. Bu isimler Türk şiirinde önemli yer edindiler, kendilerine özgü bir şiir kurmayı başardılar. Melih Cevdet Anday da öyledir. Anday bugün, çok eski diyebileceğimiz bir şair değildir. Günümüzün ihtiyaçlarına ve diline karşılık gelen, iyi içerikleri yakalamış usta bir şairdir.

 Günümüz siyaseti edebiyatı etkiledi mi?

Siyasetin Türk romanından dışlandığını düşünüyorum. Kimse siyasi süreçlerle ilgilenmiyor.  Siyaset edebiyatta, gelip geçen bir sohbet konusu oldu. Örneğin; Attilâ İlhan gibi siyasetle yakından ilgilenen bir romancı ve şair yok.

Siyaset, toplumsal hayatın can damarıdır, siyasetten dışlanmış bir edebiyat ben hiçbir zaman düşünemedim. Şimdiki romancılarımızın siyasetle ilgilendikleri yok. Günümüz edebiyatının sorunları bunlar ve ben bu sorunlar içinde yaşamıyorum.

Sağ kesimde yer alan şair ve yazarlara yakın oldunuz mu?

Başlangıçtan bu yana sola açık şair ve yazar oldum. Bu hassasiyet gösterdiğim bir konudur. Durduğum yerden çok uzaklaştığımı sanmıyorum. Örneğin; Sezai Karakoç, İslami duruşundan taviz vermemiştir. Bugün bu şekilde istikrar sağlayan bir şair örneği vermek zor. O kesimin en önemli şairlerindendir. Zaman zaman tutarsızlıklarda bulunmuş olsa da belirli bir duyarlılığın ve düşüncenin yetkin bir temsilcisidir.

Şiiri sağ ve sol olarak bölmek doğru mu?

Şiir çok bütünsel bir şey değildir. Her dönemin yetiştirdiği şairler vardır. Bütünleştirici bir fonksiyon beklemek zor. Edebiyatın bütünü için çok daha geçerli bu söylem.

Kadın yazarların akıbeti nasıl sizce? Siz kendi döneminize baktığınızda nasıl bir karşılaştırma yapabilirsiniz?

Bizimki gibi kadının her zaman ikincilleştirildiği toplumda, yeni bir yazar çıkması ve isim yapması kolay değil, uğraş gerektirir. Benim kuşağımda Leylâ Erbil, Nezihe Meriç gibi isimler, edebiyata uzun emekler vermişler, zorlu süreçlerden geçmişlerdir. Bizim dönemimizde, kadın yazarların da bir kısmının sol kesime yakın olduğunu söylemek gerekli. Son yıllarda ise daha çok sağ kesimden kadın yazarlar çıkıyor.

Milliyet Sanat’ta uzun yıllar yazdıktan sonra yazıyı bıraktınız. Üretim döneminin bittiğini mi düşündünüz?

Kendim dışında bir sebep gösteremem.  “Buraya kadar” dedim ve bıraktım. “Demek ki benim de yazarlık yeteneğim bir yere kadar gidiyormuş” dedim ve yazıyla arama mesafe koydum.

Yeni yazılar yazıyor musunuz?

Öyle bir istek duymadım. Öyle bir istek duysam iyi kötü üretmeye çalışırdım.

Kültür-sanat sayfalarına baktığınızda nasıl buluyorsunuz eleştiri ve yazıları? İyi sanat eleştirisi yapılıyor mu?

Eleştiri de ölmüş geziyor Türkiye’de. Nasıl büyük bir romancı yetişmiyorsa büyük bir eleştirmen de yetişmiyor.

Eleştirmen dediğimizde kimi örnek verebilirsiniz?

Benim eleştirmen diyebileceğim isim, Fethi Naci’dir.

Köşe yazarlarını okuyor musunuz?

Okuyorum elbette, bakmadan geçmiyorum.

Edebiyat ödülleri?

Benim için ödül almak şart değil. Bir yazar ödül aldığı için kıymetli olmaz, olmamalı. Yazarın kıymeti kendindedir, yarattığı eserdedir. Şimdi pek öyle durmuyor, biraz ödül peşindecilikle piyasaya ayak uydurmaya çalışılıyor.

Yazmak nasıl bir süreç?

Yazmak, eline kalem alıp düşünmekle olacak bir uğraş değil. Birikim, kültür ve bilginin bütünlüğü üzerinden yazı yazılır.

Günümüz edebiyatı ve değişim sizi nasıl etkiledi?

Uzaklaştım. Eski romanın, edebiyatın bir takım izlekleri, dertleri vardı. Şimdiki romanlarda bunları göremiyoruz, gelişigüzel oluyor. Dünya genelinde de bu durum aynı. Nerede bir Kafka var? Kafka gibi olmaya çalışan bir yazar var mı? Sartre gibi bir yazar kolay kolay çıkmayacak. Bu kadar yaşamın ve siyasi sürecin içinde olup, üretmek sanıldığı kadar kolay değil.

Edebiyatı nasıl izlemek gerekiyor?

Dil ve düşünce düzeyi gerçeğinde izlemek gerekiyor. Felsefe diyoruz fakat Türkiye’de felsefe tarihini bilen yok. Türkiye’de nasıl bir felsefe yapılmış, kim kimleri merak etmiş bunlarla ilgili bir belge dahi yok elimizde. Abdülhak Hamit diyoruz fakat onunla ilgili neler biliyoruz, kaç kitabını okuduk? Kaç oyunu sergilendi ve biliyoruz? İşte tüm bunlar zamanı geldiğinde önümüze çıkıyor ve neyi ne kadar izlediğimiz bu tabloyla belli oluyor.

Türkiye gelişirken çok fazla deri değiştiriyor. Bu deri değiştirmenin niteliğini de aydınlık gözlerle göremiyoruz ne yazık ki.  Toplumsal, sosyal birtakım oluşumlar duru bir bakış açısı elde etmemizi engelliyor.  Yetişme imkânlarımızı da engelliyor. Edebi geleneğe sahip olmak sanıldığı kadar kolay değil. Bizim en başta bir dil sorunumuz var. Yazdığımız Türkçe ne kadarıyla bizim edebiyatımızı temsil eden bir edebiyattır pek belli değil. Divan şiirinden bir şey anlamayan bir kuşağız. Osmanlıca bilmeyen birinin divan şiirini anlayıp, öğrenmesi zor.

Sıkıntı nerede başlıyor?

Tam bir köke sahip olmamaktan yaşıyoruz bu sıkıntıları. Resim ve tiyatromuzda da benzer sıkıntılarımız var. Şeker Ahmet Paşa’nın resmini kim biliyor Türkiye’de? Şevket Dağ’ı takip etmiyor, ilgilenmiyoruz. Yüzeysel bir ilgilenme bizimki. Askıdaki sorunlar bunlar... ve sadece batı değil,  kendi kültürümüzle de aramızı açıyoruz.  Türkçü bir söylemin peşine takılmaktan söz etmiyorum fakat “kök” sorunumuz bizi ciddi bir çıkmaza götürüyor.

Batıyla aramızda en az elli yıllık bir mesafe var ve bu kolay aşılacak bir durum değil.  Sadece batı değil de doğu ile aramızda yüz yıl var.  Bâki’nin şiirinden bir şey anlamıyorsak, o şiirle ilgili nasıl konuşabiliriz?

Bu sorunları nasıl aşabiliriz?

Postmodernizmin getirdiği, “Ne yapsan gider!” anlayışıyla, herkes her şeyi yapabileceğini zannediyor. Böyle bir zihniyetle ilerleyebilmek zor. Umarım değişir, yenilenir ve kendimize geliriz.

(Söyleşi 8.4.2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir)


Herkes bilsin