Menu

Salinger’in Uyumsuz Çocukları

 

Holden Caulfield, Salinger'in kalemiyle edebiyat dünyasına doğduğunda, kendi yaşıtları arasında bir “el kitabı”na,  onu bir yere koyamayan yetişkinler dünyası içinde ise gençlerin ondan korunması gereken bir  esere dönüşecektir...

 

ESRA KARADUMAN AKAY

Holden Caulfield, edebiyat dünyasının en yalnız çocuklarından biridir denilirse abartı olmaz. Çocukluktan yetişkinliğe geçerken anlaşılması ve aşılması gereken basamakların onun için neredeyse bir karadeliğe dönüşmüş olması onu yaşadığı çevrede mutlak bir yalnız ve uyumsuz bir kişi haline getirmiştir. Çocuksu kırılganlığı, naifliği yetişkinlerin dünyasını algılamasına değil de kabullenmesine engeldir. O dünyada kurulan ilişkiler, davranış biçimleri, yaşama şekilleri Holden için, iki yüzlü, sahtekar ve çıkarcıdır. Saflıktan ve iyi niyetten uzak, anlamsız ve yıkıcıdır.

Salinger, Holden Caulfield karakterini merkeze koyarak yazdığı romanda, sözüm ona, insanların gelişimi ve mutluluğu için oluşturulmuş sistemin içerdiği kurumları irdeler.

Çavdar Tarlasında Çocuklar, büyüklerden çocukların korunması gerektiğini düşünen, yetişkinlere güvenini yitirmiş, onları neredeyse zararlı bulan bir ergenin öyküsüdür.

“Eğer çocuklarımız olursa, onları bir yerlere saklardık. Onlara bir sürü kitap alırdık, okuma yazmayı biz öğretirdik.”

Holden'in hayatına girdiğimiz nokta, gittiği üçüncü okuldan da atıldığı zamandır. “Akademik başarısızlık”, “kendini derslere verememesi” atılma sebepleridir. Onu çok kere “uyarmışlardır” bu konuda ama bir türlü istedikleri kıvama getirememişlerdir. Okuldan atılışının ardından, üç-dört günlük bir zaman dilimidir Holden'le paylaştığımız. Kendi deyişiyle;

“Ben size yalnızca, iyice yamulup buraya getirilmeden önce, geçen Noel'de başıma gelenleri anlatacağım.”

Bu paylaşımda onun on altı yıllık geçmişinin içine gireriz. Büyüdükçe kendi içinde kaybolan bu çocuğun kırılgan, duygusal dünyasının içinden bakarız yaşadığı olaylara. En çok zamanının geçtiği yer olan okullara. Okullar, “Akademik başarı”nın en önemli başarı ölçütü olduğu, tek tip insan yetiştirmek üzere şekillenmiş okullardır. Holden'in kendine yer bulamadığı, Holden'in kendine giden yolu bulması için hiç bir şey yapmayan okullar. Son gittiği okuldur Pencey:

“Öteki okullarda milleti ne haline getiriyorlarsa, Pencey'de de bundan fazla bir halt edildiği yok. Ben Pencey'de öyle fevkalade aydın birilerine filan da hiç rastlamadım. Belki bir iki kişi. Eh, ancak o kadar. Ama herhalde onlar da Pencey'ye geldiklerinde zaten öyleydiler.”

Okullarla ilgili genel yargısını da başka bir yerde şöyle dile getirir:

“Lanet bir okulda kimseye güvenemezsiniz”

Her şeyin cevabını bulmuş gibidir Holden. Böyle, çok genel ve keskin yargıları vardır. Belli bir umursamazlık içindeymiş gibi görünür. Ya da her şeyi kabul etmiş gibi. Daha fazla kırılmaktan kendini korumak için dışındaki duvarı genellemeleriyle kalınlaştırmaya çalışır. Ama yalnızlık ve çaresizlikten dolayı hissettiği yoğun acı beklemediği zamanlarda taşar içinden.

“Tam çıkarken, elimle bavullarla filan, merdivenin yanında durdum ve lanet koridora son bir kez daha baktım. Ağlıyordum. Neden, bilmiyorum. Kırmızı av şapkamı giydim, hoşuma gittiği biçimde siperini arkaya çevirdim ve avazım çıktığı kadar, “uyuyun bakalım, geri zekalılar!” diye bağırdım. Bahse girerim, o kattaki bütün herifler uyanmıştır. Sonra defolup gittim.”

Kısacık hayatının duygusal üçgeni, ağabeyi, küçük kız kardeşi ve ölmüş olan kardeşinin etrafında biçimlenir. Koşulsuz ve kendini sakınmadan sevip kabul ettiği kardeşleri, onun bu çirkin dünyada bağlanabildiği insanlardır. Ölen kardeşini anlatışında ölümü aklıyla bilen ama yüreğine sığdıramayan, küçücük çocuğu ortaya koyar.

“Yağmur yağıyordu çocuğun başındaki mezar taşına, karnının üstündeki çimlere. Her yer  sırılsıklam olmuştu. Mezarlığı ziyarete gelen herkes deli gibi arabalarına koşmaya başladı. İşte bunu görünce deliriyordum neredeyse. Bütün ziyaretçiler arabalarına atlayıp, radyolarını açabilirler, yemeğe bir yere gidebilirlerdi; Allie dışındaki herkes. Buna dayanamamıştım. Yalnızca bedeni filan mezarlıktaydı, ruhu cennete gitmişti, biliyordum bütün bu zırvaları, ama yine de dayanamıyordum. Keşke orada olmasaydı diyordum.”

Ağabeyini gurur duyduğu biri  ve yakın bir dostu gibi aktarır. Küçük kız kardeşiyle kurduğu ilişki ise onun, kendini olduğu gibi ortaya koyduğunu, kendine de en yakın olduğu anları yaşadığını görürüz. Gereğince korunup kollanmamışlığını duyumsarız doğrudan.

“... hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim...”

Bu sıra dışı çocuk, Salinger'in kalemiyle edebiyat dünyasına doğduğunda, kendi yaşıtları arasında bir “el kitabı”na,  onu bir yere koyamayan yetişkinler dünyası içinde ise gençlerin ondan korunması gereken bir  esere dönüşür. Barındırdığı küfür sayısı ve gençler için uygunsuz bir yaşam biçimini anlatması uzun uzun tartışılır. Ama içinde bulunulan sistem üzerinde sorgulama yapılmaz. Holden, sistemin dışına itilmiş bir ergenden ziyade başlı başına bir “uyumsuz” olarak algılanır ve yasaklanması gerektiği düşünülür. Salinger'in Çavdar Tarlasında Çocuklar romanını yasaklamaya çalışan zihniyet elbette Holden'leri de, en hafifinden, görmezden gelecektir.

Evet, Çavdar Tarlasında Çocuklar, Salinger'e beklemediği bir ün ve popülerlik kazandırır. Ama münzevi yaşamı seven, hayat görüşleri ve ilişkileri konusunda katı kuralları olan bu adam, hep insanların uzağında olmayı seçmiş. Bir röportajında dediği gibi, “Çocukluğum, o kitaptaki oğlanınkine çok benzer geçti. İnsanlara bundan bahsetmek büyük bir ferahlama getirdi.” Holden Caulfield'de kitabın sonunda şöyle der:

“Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.”

***

Salinger, daha sonra öykülerini yayınlar. Bu öyküler farklı çerçevelerde kısa öykülerdir. Bir kısmında dünya savaşının etkilerini yaşayan insanlar konu olmuştur.

Ardından, yine dünyanın dönüşünde kaybolan iki karakterle karşımıza çıkar. Bu kez biraz farklı bir laboratuvar ortamı seçer kendine. Glass ailesi... Glass ailesinin yedi çocuğundan ikisini merkeze koyarak anlattığı bir kısa öykü ve bir novella yazar. Franny ve Zooey... Glass ailesinin çocukları biraz farklıdır. Farklılıkları üstün zeka veya erken gelişmişlik diyebileceğimiz bir durumdan kaynaklanır. Ben Franny ve Zooey'yi her okuduğumda neden bu kurmacaların temelinde böyle bir yapı olduğunu düşünmekten kendimi alamam. Okurca bir merak diyelim. Ama bunu yine Holden'in bir cümlesiyle bağdaştırmadan da duramam. “Oldukça cahilimdir ama epey okurum.” Salinger'in harika bir ironisidir bu cümle. Birikimleriniz kurulu düzen açısından değersizse, o zaman sınıfınız cahiller sınıfı olabilir.

Glass ailesinin çocukları, günün deyimiyle, medyatik çocuklardır. “Akıllı Bir Çocuk” adlı yarışma programında, yaşlarının da birbirine yakın olmasından dolayı, birer ikişer boy gösterirler. Ve bu sayede ulusal bir tanınırlık elde ederler. Yazarın, önsözü andıran giriş metnindeki ifadesiyle, “... yedi çocuğun her birinin ölesiye kitabi, ölesiye şirin muazzam sayıda soruyu -ticari bir radyoda benzersiz sayılan bir saflık ve özgüvenle yanıtlamayı başardıkları söylenebilir.”

Ve bu süreç her bir çocuk için farklı sonuçlar yaratır. Yazarın bize bir “daire” olarak sunduğu ilişki, ilk iki ve son iki kardeş arasındaki ilişkidir. En büyüğü, Seymour, intihar etmiş, onun küçüğü Buddy, münzevi bir hayatı seçmiştir. Franny ve Zooey en küçük iki kardeş henüz yirmili yaşlarında iki genç insandır. Franny kısa öyküsü, Zooey novellasının kapı deliğinden görünüşü gibidir. Zooey'de Franny'nin tüm koordinatları verilir.

Franny üniversite öğrencisidir, kendisi gibi öğrenci olan erkek arkadaşıyla buluşmak üzere, hafta sonu için onun şehrine gider. Aynı zaman diliminde, kendisinde bir süredir fark ettiği ruhsal karmaşayı, artık, kontrol edemediğini düşünmektedir. İçinde, genel geçer yargılara, her şeyin bir örnekliğine ve yüzeyselliğine karşı oluşturduğu isyan, onu fizyolojik olarak da hasta eder. Hayatı bütün bütüne alt üst olmuştur.  Üstelik, bu kafa karışıklığında tutunmak için kendine dinsel/mistik bir yol arkadaşı da seçmiştir. O yılların üniversite ruhu, şablon olarak yazar tarafından aktarılır. Bu fonda Franny'nin çelişkileri daha da anlamlanır. Zooey, novellasında Franny bir sürpriz olarak karşımıza tekrar çıkar.

Zooey, çocukluktan gelen şöhretini TV dizilerinde oyunculuk yaparak sürdürmektedir. Diğer çocuklardan farklı olarak içsel yolculuğunu, - onaylamasa   da – var olan koşulları bilerek ve bir ölçüde kendi uyumsuzluğunu kabul ederek gerçekleştirmiştir.

Diğerlerinden bir eşik ötede durur bu anlamda. Mutsuz ve öfkelidir ama varoluşsal denklemlerini çözme niyetindedir. Salinger'in karadelikte yok olmayacak bir karakteridir. Kardeşini de elinden tutup karadeliğin kenarından çekmek niyetindedir. Novella, birbirlerini en iyi birbirlerinin anlayabileceğini çok iyi bilen bu iki kardeşin çözülme hikayesidir.

Salinger'in “ucube” leri, derinlikli bir yolculuk...

 

 

 

 


Herkes bilsin