Menu
14 Mayıs 2017

“Üç duvar, bir kapı arasında”

fotoğraf: Mehmet Sırrı Demirci

Reyhan Karaarslan

“İnsanları alabildiğine sevmeyi/ Bırakmazlar yanına./ Böyle çekersin cezanı/ üç duvar bir kapı arasında;/Onlardan ayrı/ Böyle onlardan uzak.”

 

Rıfat Ilgaz… Koca bir çınar. Çileli geçen yıllarından geriye kalan 70’e yakın eser… Hep üç duvar bir kapı arasında, ya hastanede ya hapishanede… Evinden ve ailesinden uzak… Yalnız…

On altı yaşında yazdığı “Sevgilimin Mezarında” adlı şiiri Kastamonu’daki Nazikter gazetesinde yayımlanmış ve bu şiirle edebiyat dünyasının kapısını aralamıştı. İlk mizah ürünlerini 1927 yılında Kastamonu’da Çalçene adlı bir mizah dergisinde yayımlamıştı. O yıllarda mizah türünde yazılar yazmayı hem çevresi hem de kendisi bir şaire yakıştıramadığından, yazmış olduğu mizah yazılarının altına kendi imzasını atmamıştı.

“Mizah çok başka bir işti. Mizaha mizah yazarı olarak başlamalı, böylece de sürdürülmeliydi. İşin tuhafı bende başka türlüsünü düşünmüyordum. Adımı ancak şiirlerimin altında görmeliydim. Mizah öyküleri yazmak benim gibi bir şaire yakışmazdı. “Sınıf” adlı bir şiir kitabı çıkarıp Türkiye’mizde 142’nci maddeden ilk kez içeri tıkılan anlı şanlı bir şairdim.”

 

40 kuşağının şairi...

Çağın şairi olmak ile 40 kuşağının şairi olmak arasındaki farktan bahseder Rıfat Ilgaz yazılarında. 40 kuşağının şairi olabilmek için, o yıllarda savaşın açtığı yaraların görülmesi, halkın bu savaşın getirdiği yoksullukla nasıl ezildiğinin sezilmesi ve bunları da sanat ürünlerine yansıtmak için çaba gösterilmesi gerekiyordu. Bu çabadan doğacak sorumluluk da, getireceği çileler de göze alınmalıydı. Rıfat Ilgaz bu anlamda 40 kuşağının şairiydi. Çağın sorumluluğunu omuzlarına almış, 1940 kuşağı adına savaşıyor, bu uğurda bedeller ödemekten de çekinmiyordu. Bu bedelleri öderken de hiçbir zaman umudunu kaybetmiyordu. O, budandıkça daha da güçlenen, kökleri toprağın derinliklerine ulaşan, dalları gökyüzüne doğru kucak açan koca bir çınardı.

“Gelecek günlere inanıyorduk, çağdaşlarımla birlikte. İnanmasam bunca çileye nasıl göğüs gererdim, bu çürük ciğerle?”

Rıfat Ilgaz’ı 1944 yılında yayımlanan ancak toplatılıp, yasaklanan “Sınıf” adlı şiir kitabı cezaeviyle tanıştırmıştı. Dönemin baskıcı yöneticilerine karşı mücadelesi ilk “Sınıf” ile başlamış, yaşamı boyunca da devam etmişti. Her yazdığı yazıdan sonra hakkında açılan davalar ile kapatıldığı cezaevleri onu bu mücadeleden vazgeçirememişti. 1974 yılında yazmış olduğu “Karartma Geceleri” adlı romanında Rıfat Ilgaz, o dönemde yaşadıklarını şair ve edebiyat öğretmeni olan Mustafa Ural’ın hikâyesi ile bizlere anlatıyordu.

Rıfat Ilgaz’ın hayatında önemli olan bir başka “sınıf” ise ona büyük başarılar getiren romanı “Hababam Sınıfı”ydı. Ancak Rıfat Ilgaz’ı sadece “Hababam Sınıfı” ile anmak büyük bir haksızlık olur. O, tüm yaşamı boyunca edebiyatın her alanında önemli eserler vermiş bir edebiyat insanıydı.

Bir taraftan ciğerlerindeki hastalık ile mücadele ederken diğer taraftan da, tıpkı elinde tuttuğu kalemler gibi dimdik ayakta durup, inandıklarını sonuna kadar korkmadan savunuyordu. Dikili bir kaleminin olabilmesi için bile dimdik ayakta olması gerektiğini söyleyip, hiçbir şeyden yılmadan, her koşulda yazmaya devam edip, savaşını kalemi ile veriyordu. Yatılı okuduğu Muallim Mektebinde “üç kap yemek, bir öğrenci olarak hakkımız bizim” diyen arkadaşları okuldan uzaklaştırılırken, Samsun’da telgraf memuru olan ağabeyi grev yaptığı için hüküm giyerken, Rıfat Ilgaz haksızlıklar karşısında seyirci kalmaması gerektiğine karar vermişti. Bir şair olarak, eli kalem tutanlara hiç mi iş düşmeyecekti? O, toplumcu- gerçekçi bir şair ve yazar olarak, yaşamını ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların sesi olmaya adayacaktı.

En büyük dileği iyi bir edebiyat öğretmeni ve iyi bir toplumcu şair olmaktı. Hayatında iki şeyin önemli olduğunu söylüyordu Rıfat Ilgaz; biri çocukları okutmak diğeri ise yazdıklarını çocuklara okutmak. Çok sevdiği öğretmenlik mesleğini yapmasına izin vermeyip, her fırsatta yazdıklarından dolayı hapse atmışlardı. Hep bir şeyleri ya da birilerini bırakmak zorunda kalmıştı. En çok da insanın içini bu acıtıyor. Evini, ailesini, çocuklarını, öğrencilerini, mesleğini bırakacak ya da bıraktırılacaktı.

“Hep bırakacak, durmadan bırakacaktım geride, bana yakın ne varsa, canlı, cansız, yararlı yararsız, kendi gelmiş, emekle kazanılmış ne varsa isteyerek, istemeyerek, boyuna bırakacaktım.”

“Okuduğum, okuttuğum okulları, değişen öğrencilerini ya bırakacak ya bıraktırılacaktım. En acıklısı çok sevdiklerimi, yakınlarımı, kardeşlerimi, çocuklarımı, torunlarımı, onların da yakınlarını…” 

Rıfat Ilgaz sadece bırakmak zorunda kaldıklarının üzüntüsünü değil aynı zamanda varken yok sayılmanın acısını da yaşamış bir şair ve yazar. 1940 kuşağının toplumcu şairleri arasında olmasına rağmen, dönemin edebiyatçıları tarafından görmezden gelinmişti. Oğlu Aydın Ilgaz, kaleme aldığı “Sınıf’ın Efsanesi”nde, şairlerin bir araya geldiği bir toplantıya Rıfat Ilgaz’ın çağrılmamasını, onun olmadığı bir toplantıya da Ahmet Arif’in “Ustamı çağırın” dediğini yazıyor. 40 kuşağının temsilcisi olan bir şair böyle bir organizasyona neden çağrılmaz? Bu sorunun cevabı yok. Rıfat Ilgaz’a yapılan bu haksızlığı, zaman zaman edebiyatçıların-şairlerin bazı dergilerdeki röportajlarında, 1940 kuşağı şairleri arasında Rıfat Ilgaz’ın adını anmayarak hala devam ettirdikleri de görülmektedir.

Rıfat Ilgaz edebiyat çevresinde görmüş olduğu haksızlıkları bir yazısında şöyle ifade eder: “Görevliler, yazılarımızın altlarını kırmızı kalemle çizdiler. Ama kimi aydınlar, kimi sanatçılar, eleştirmenler, dergi sahipleri adlarımızı kömürle karaladılar. En acı yanı da, görevlilerden çok onlar başardılar kutsal işlerini.”

 

Romanlarına anı-roman dense de...

Rıfat Ilgaz için memleketi Cide’nin önemi bir başkaydı. O, Cide’ye sevdalıydı ve Cide’li olmaktan da gurur duyuyordu. Yıllar sonra doğup büyüdüğü Cide’ye dönüşünü “Sarı Yazma” adlı romanında şu cümleler ile anlatıyordu: “Belki de yeniden başlamak, yeniden doğup yaşamak, büyüyüp yaşlanmak için… Gerilere doğru daha bilinçli bakıp tadını çıkarabilmek için.”

Hapishane-Hastane arasında beş parasız geçen ömründe dik duruşunu Rıfat Ilgaz sadece ailesinin karşısında kaybediyor bir tek onların karşısında boynunu eğiyordu. Eli boş eve dönmenin utancını yaşayıp, mahalleli ile karşılaşmaktan çekindiğinden gece geç saatlere kadar çalışıyordu. Ailesi ile aynı sofraya oturmayı hak etmediğini düşünüyordu. Tüm bunları bize “Sarı Yazma” da anlatıyordu Rıfat Ilgaz. “Sarı Yazma” nın, Rıfat Ilgaz’ın zorluklarla geçen hayatını öğrenmek ve onu tanımak adına çok önemli bir kaynak olduğu unutulmamalıdır.

“Bir sığıntıydım kendi evimde. Ne yemek tuzsuzsa tuzsuz diyebilirdim, ne soğuksa ısıtılmasını isteyebilirdim. Dışarıda yemiş de dönmüş görünmem, sağlığımı olmasa da kişiliğimi kurtarırdı bir bakıma.”

Rıfat Ilgaz’ın yazmış olduğu bir diğer önemli eseri de 1981 yılında Madaralı Roman ödülü ile 1982 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı alan “Yıldız Karayel” adlı romanıdır. Bu romanda Rıfat Ilgaz, bir taraftan Karadeniz’in sert rüzgârları ile mücadele edip diğer taraftan topraklarını korumaya çalışan, bunun içinde her türlü zorluğa göğüs geren insanların hikâyesini anlatıyordu.

Rıfat Ilgaz’ın romanlarına anı-roman dense de o, yaşamın gerçeği ile romanın gerçeğinin ayrı şeyler olduğunu söylüyordu.

“Roman anıdan yararlanır, kompozisyonunun gerektirdiğince… Yerine göre, anı anılıktan çıkar, yaşamın daha kendisi, daha dirisi olur. Olabilmesi için de romanın gerçeği olma aşamasından geçer.”

 

“Yerine göre ölüsü dirisinden çok konuşuyordu ozanların. Yerine göre de dirisi ölüsünden daha çok susuyordu.”

Son nefesine kadar karartılmış geceleri aydınlık sabahlara çıkarma umuduyla yazmıştı Rıfat Ilgaz. Yılmamış, yıkılmamıştı. Kendi deyimiyle “acıyı bal eyleyen” lerdendi. Son acısı ise en yakın dostları olan Asım Bezirci ve Nesimi’nin Sivas katliamında hayatını kaybetmesiydi. Yaşamı boyunca her acıya dayanan Rıfat Ilgaz, en yakın dostlarının da aralarında olduğu otuz beş aydının yakılarak katledilmesinin acısına dayanamamıştı.

“Artık hiçbir şeye inanmıyoruz. Yaşama da inanmıyoruz. Artık yaşam yalama oldu. Evden dışarı çıkmamak mı lazım? Bizim aklımız ermez oldu.”

Rıfat Ilgaz’ı yaşamı boyunca susturmaya çalışan dönemin siyasetçileri bunu hiç bir zaman başaramamışlardı. Şairler susturulamazlardı. Ne de olsa “yerine göre ölüsü dirisinden çok konuşuyordu ozanların. Yerine göre de dirisi ölüsünden daha çok susuyordu.”

Rıfat Ilgaz, yaşama gözlerini kapadıktan sonra da yaşıyormuşçasına sesi gür çıkan şairlerimizdendir.

 

Hep Böyle

Anlaşıldı kara günler için doğmuşuz,

İçli dışlı olmuşuz acılarla.

Aydınlığın dar kapılarından

Geçemeyiz güle oynaya

Bayram kaçağıyız.

Topladığımız gönül çiçekleri

Kucağımızda sararıp solar

Utanır da veremeyiz

Sunamayız dilimiz dolaşır

Oysa neler düşlemişizdir geceden.

“Hepimiz…” diyor sevgili kızım,

Yeni yıl için çektiği telde,

“Esenlikler dolu günler dileriz!”

Benim de en içten dileğim bu…

Daha çoğuna yetmiyor ki gücümüz.

Hep böyle, sevgili kızım,

Yıl boyu,

İç içe olacağız düşlerimizle…

Biz dileklerde doğar,

Yaşar gideriz hep dileklerde.

Mutluluklar, esenlikler ne varsa

Hep veresiyesinde yeni yılların,

Günebakanız, ayçiçeğiyiz!

 

Kapakta kullanılan fotoğraf 'sarı yazma' Mehmet Sırrı Demirci'ye aittir.

Rıfat Ilgaz'ın fotoğrafları oğlu Aydın Ilgaz'ın arşivine aittir.

 

 


Herkes bilsin