Menu
16 Mayıs 2017

Tuhaf Karşılaşma

Esra Karaduman Okay

Öğleye doğru, odadan ayak sesleri gelmeye başlamıştı. İleri, geri, ileri, geri... Zebercet saatine baktı; bir saat sürmüştü Raskolnikov’un yürüyüşü ki odanın kapısı açıldı, aşağı indi. Şimdi karşısında duruyordu.

 

Otelin çıngırağı sakince çaldığında, iki saat gecikmeli Ankara treni henüz gelmişti. Zebercet ayaklarını yıkıyordu. Kapıdakinin kim olduğunu merak etmekle birlikte, kapıyı açmayacağını biliyordu. Otelin kapısında, zaten, “Kapalıyız” yazısı asılı duruyordu. İşi geçe kalan celepler olabilirdi ya da yola devam edemeyen genç bir asker, ya da... Yok o olamazdı. Olsa da artık farketmezdi. Herşey bitmişti. O, motorluya binip, dönmemek üzere gitmişti artık.

Havluyla ağır ağır ayaklarını kurularken kapının çıngırağı tekrar çaldı. Bu kez biraz daha telaşlıydı. Üzerinde oturduğu yataktan doğrulduğunda, bir kez daha...

“Bu her kimse odadan sızan küçük ışığı görmüş olmalı” diye düşündü. Ağır adımlarla hole çıktı. Elinde olmadan temizlikçi kadının odasına baktı: kapısı kapalıydı. Bu arada çıngırak tekrar çınladı. Merdivenleri inerken “Tamam, tamam” diye söylendi. Dış kapının kol demirini indirdi. Sol cebindeki anahtarı çıkararak kapıyı açtı. Biraz aralayıp, karanlıkta duran gececiyi görmeye çalıştı. Daha önce otelde kalmış biri değildi. Öyle olsaydı unutmazdı Zebercet. Yirmili yaşlarında tuhaf giyimli bir oğlandı bu. Karşısında öylece duruyordu.

-           Ne istiyorsunuz?

Gece yolcusu ağır bir uykudan yeni uyanmış gibi irkildi.

-           Bir oda!

-           Kapalıyız.

-           Biliyorum çok geç oldu ama benim geceyi geçirecek bir yere gereksinimim var.

-           Nereye gidiyorsunuz?

-           Bilmiyorum.

-           Biz... Tadilat dolayısıyla kapalıyız.

-           Bir odaya ihtiyacım var. Sadece bir gece. Güneş görsün lütfen.

Biraz karşısındakinin ısrarı, biraz da yabancılığı yumuşattı Zebercet’i. Başına dert açacak birine benzemiyordu. Kapıyı ardına kadar açıp onun içeri girmesine izin verdi. “Bir kaçak olmalı” diye düşündü; “Bir geceden bir şey çıkmaz”.

Gececi konuk, kapıdan girer girmez salondaki koltuğa yığılırcasına oturdu. Zebercet kasaya geçti. İstemeye istemeye kasayı açıp, kayıt defterini çıkardı. “Nüfus kağıdınız lütfen” dedi. Ses gelmedi. Başını kaldırıp baktığında, onun gözlerinin kapalı olduğunu gördü; uyumuştu. “Ne farkeder?” dedi. Uzun zamandır defteri geçen yılın defterine bakıp dolduruyordu zaten. Oğlanın üstüne bir battaniye örttü. Odasına doğru yollandı.

“Kaçak! Nasıl da buluyorlar beni? Emekli albay kızını boğmuş, geçen hafta gelen kadınla adam kimbilir neydi? Geçen ayki genç oğlan ve birlikte olduğu adam; oğlan gece bağırıyordu: “Beni aldattın mı?”. Aldatılmış mıydı acaba? Önceki, daha önceki... Nasıl da buluyorlar beni? Anasını mı, sevgilisini mi; kimbilir ne için, kimi boğazladı? Belki de hırsızdır ya da siyasi. Sebep neydi ki? Önemli mi? Hepimiz birbirimize benziyoruz, tanıyoruz birbirimizi; üzerimize sinen ölüm kokusu. Diğerlerinden farkımız onlar için zamanın gelmiş olmaması. Biz bunu biliyoruz. Onlar çok uzağımızda sanıyorlar kendilerini. Zamanı geldiğinde hepimiz aynıyız işte aynı.”

Sabah, çalan saatin sesiyle uyandı. Tuhaf rüyalarla dolu bir gece geçirmişti yine. Saate baktı 7:30’du. Niye saati kurduğunu hatırlamaya çalıştı bir süre. Dün gece gelen konuk belki erken gider diye kurmuştu saati. Alışkanlıklarıyla sürdürdüğü koca bir yaşama bir gün daha eklemek, sanki bugün yapacaklarını daha önce yapmamış gibi sıkıntı veriyordu ona. Sabah işlerini aceleyle gördü ve odadan çıktı. Merdivenlere gelince temizlikçi kadının odasına baktı. Kapı kapalıydı. Havayı kokladı; henüz kokmamıştı. “Havalar serin” diye düşündü, “biraz daha dayanır”.

Aşağı indiğinde, otelin tek müşterisi hala uyuyordu. Gece bir kaç kez bağırdığını duymuştu uykusunun arasında.

“Ruhuna işkence ediyorlar insanın. Ruhsuzlar, karabasanlar, dipsiz kuyular, kan gölleri; oysa ne var sanki? Suçluyla suçsuzu ayırmak kime kalmış? Herşey bir yana da hep izleyecekler seni; bir sirk hayvanı gibi. Bir sürü soru soracaklar cevabını hiç düşünmediğin. O çocuk, hani şu karısını doğrayan gerdek gecesi, hep sustu, hep sustu. Niye? Çünkü bazı soruların cevabı yoktur. İnsan bilse de anlatamaz.”

Oğlan sıçrayarak uyandı. Sanki aklından geçenleri okumuş gibi dik dik bakıyordu Zebercet’e.

-           Günaydın. İyi uyudunuz umarım. Kahvaltı ister misiniz?

-           Çay varsa...

Zebercet çoktan ayağa kalkmıştı. Döndüğünde elindeki tepsiyi konuğun önüne bıraktı. Kasadaki yerine oturdu. Eline hep yaptığı gibi bir gazete aldı. Gazetenin arkasından bu tuhaf görünüşlü yolcuyu izliyordu. İçinde bir sabırsızlık vardı. Herşey bitsin istiyordu. Kendisi için planladığı sonla arasında sadece bu yabancı duruyordu.

-           Neden boş otel?

-           Tadilat var demiştim ya.

-           Doğrusu şaşırtıcı. Herşey yerli yerinde gördüğüm kadarıyla.

-           Henüz başlamadık.

-           O halde bu gece de beni ağırlayabilirsiniz sanırım.

Bu beklemediği soru altüst etmişti Zebercet’i.

-           Çünkü, gerçekten henüz nereye gideceğimi bilmiyorum. Dün geceyi, siz de gördünüz, bu koltukta geçirdim. Çok yorgundum, anlamış olabileceğiniz gibi. Bir karar vermeye vaktim olmadı. Bir gün daha dinlenebilirsem belki...

-           Tamam, yalnızca bir gece. Sizi zor durumda bırakmak istemem ama yarın burayı kesinlikle terketmenizi isteyeceğim.

-           Anlaştık. Madem ki otel boş, o halde bana 1 numarayı verin Sayın...

-           Adım Zebercet.

-           Ben Raskolnikov. Ve sizden bu gece için 1 numarayı istiyorum.

“Doğduğum oda. Ve tekrar doğduğum; geciken Ankara treniyle gelen kadının odası yani. Niye istiyor benden bunu? Öldüğüm oda, yani muhtemelen öleceğim yer. Kimsin sen? O kadın mı yolladı seni? Sevgilimisiniz yoksa? Artık önemi yok ama 1 numara benim, sadece benim.”

-           1 numarada ben kalıyorum. Sizin için düzenleyemem şimdi. 2 olsun.

-           Peki, 2 olsun. Anlıyorum ki seçme şansım yok.

Birlikte yukarı çıktılar. Zebercet 2 numaranın kapısını açtı ve ona yol verdi. Raskolnikov odaya girecekken duraladı. Kapıda öylece kalakalmıştı. Gözle görülür bir titreme nöbetine kapıldı. Yüzü giderek sararıyordu.

-           Neyiniz var?

Konuşamıyordu. Gözleri yatağa kilitlenmişti. Zebercet, onun baktığı yere baktığında, geçen günkü olayın heyecanıyla unuttuğu ipi gördü. Raskolnikov titriyordu.

“Kurtulamayacağım. Takip ediyorlar beni. Ah, nasıl da yanıldım! Nasıl da inandım onlara! Deniyorlar beni. Heryere işaretler bırakıyorlar tepkimi ölçmek için. Hayır, size yenilmeyeceğim. Bu adam da onlardan biri biliyorum. Ne aptalım! Ne işim var burada benim? Hiç gelmemeliydim. Ama artık çok geç. Çok geç! Elime yüzüme bulaştırıyorum herşeyi.”

-           Sadece çamaşır ipi. Niye irkildiniz böyle? Size su getireyim mi?

-           Hayır istemem. Elbette çamaşır ipidir. Burada, bana kendi isteğinizle verdiğiniz odada. Ne yapmaya çalıştığınızı bilmiyorum. Kimsiniz siz Zebercet? Neyse önemi yok. İzin verirseniz şimdi dinlenmeliyim.

Zebercet’in yüzüne kapandı 2 numaranın kapısı. Kapıdan ayrılmadı. Bir süre içeriyi dinledi. Bu arada kadının odasına bir göz attı: kapı kapalıydı. Ağır ağır aşağı indi.

“Nasıl da korktu bir çamaşır ipinden? Benden korkmuş olamaz. Kimse korkmadı benden şimdiye kadar. Kendinden korktu o. Kaçıyor. Nereye? Onu bile bilmiyor. Kendinden kaçıyor çünkü. Hepsi gibi; daha öncekiler gibi. Ben tanırım onları. Kokularından...”

Havayı kokladı. Kokmuyordu daha.

“Çabuk olmalı, bitirmeli bu işi. Kurtulmalı bu oğlandan.”

Öğleye doğru, odadan ayak sesleri gelmeye başlamıştı. İleri, geri, ileri, geri... Zebercet saatine baktı; bir saat sürmüştü Raskolnikov’un yürüyüşü ki odanın kapısı açıldı, aşağı indi. Şimdi karşısında duruyordu. Gözlerinden çıkan ateşle, yer altından kayıyormuş gibi ayakta zor durduğunu gördü Zebercet.

-           Biraz daha iyisiniz umarım.

-           İyiyim tabii.

-           Size çay getireyim.

Döndüğünde Raskolnikov geceyi geçirdiği koltukta oturuyordu. Çayı küçük sehpaya bırakıp yerine geçti.

-           Bu koca oteli yalnız mı çekip çeviriyorsunuz?

-           Hayır. Bir kadın vardı, yani var. Memleketine gitti; dayısı ölmüş de. Dönecek.

-           Genelde dolu mu olur burası?

-           Evet, genelde doludur.

-           Bütün odalar boşken neden bana 2 numarayı verdiniz?

-           O an aklıma geldi. Bir sebebi yok.

-           Bütün odalarda çamaşır ipi bulunur mu?

-           Hayır, aceleden unutmuşum. Kapı çalmıştı... Ben ona bakmak için gittim.

-           Belki de benden öncekini yatağa bağlayıp kestiniz.

Sinirli sinirli gülümsüyordu Raskolnikov. Titremesi yüzünden ağzını kontrol edemediğini farketti Zebercet. Elindeki gazeteyi yüzüne siper edecekken vazgeçti. Kucağına koydu tekrar.

-           Hayır. O iple beni yatağa bağlayıp keseceklerdi. Ama korkup gittiler. Korkuttum onları.

-           Çok şakacısınız Zebercet. Öldürmek üzere gelmiş birini korkutabileceğinizi sanmam. Hem sonra neden sizi kesmek istesinler ki?

-           Sebep önemli mi? Kızdırdım onları. Yetmez mi?

-           Kızgınlık yeterli mi? Bir amaçları olmalı. Sizde onların çok işine yarayacak bir şey vardı belki.

-           Müşterinin unuttuğu bir havlu.

-           Hayır, hayır Zebercet. Bu kadar basit olamaz, eğleniyorsunuz benimle.

-           Siz neden keserdiniz beni Raskolnikov?

-           Sizi neden keseyim? Kim.. kimseyi kesmem ben, kesmedim.

-           O oğlan da daha önce kimseyi kesmemiş. Hiçkimse ilkinden önce kimseyi öldürmez. Gerdek gecesi karısını doğramış. Kadını sabah yakınları bulmuş kanlar içinde. 28 Kasım’da idam edecekler.

-           Sebep?

-           Söylemiyor; bilmiyor belki. Anlatamıyor, ya da ne bileyim işte, onu söylemektense idama gitmeyi tercih ediyor.

-           Yakınınız mı?

-           Hayır. Hiç tanımıyorum.

-           Bunları nereden öğrendiniz?

-           Mahkemesindeydim.

-           Yakınınız değilse neden oradaydınız?

-           Tesadüf diyelim.

-           Tesadüflere inanmam ben Zebercet. Tesadüf bir insanın daha önce karar verip unuttuğu bir şey olabilir ancak.

-           İnanmadığınız ne çok şey var? Siz ve gerçekleriniz. Neden diye sormayı seviyorsunuz. Siz söyleyin öyleyse: neden öldürürdünüz? Eğer hala birini öldürmediyseniz tabii!

-           Karşınızdaki kişinin hayatının üstünde bir değer için öldürmek, onurlu bir davranış bile sayılabilir.

-           Bu değeri kim belirliyor? Siz mi?

-           Evet, ben ya da büyük amaçları olan ve cinayeti göze alan her kimse o.

-           Para, mevki, güç mü sizce bu değerler? Böyle olunca cinayet olmuyor mu yani? Bir hayatı sonlandırmış olmuyor musunuz sanki?

-           Bir hayat, ama nasıl bir hayat? Ölümü kimseyi üzmeyecek biri. Aksine birçok insanı da sevindirebilir. Hatta ölümünden fayda bile sağlanabilir.

-           Doğru yere geldiniz Raskolnikov. Bu tarif ettiğiniz kişi karşınızda duruyor. Sizin için ilk olmak beni çok mutlu ederdi. Ancak sanırım ilk olma şansını yitirdim. Tıpkı sizin 1 numarada kalamamanız gibi. Şimdi sizin için hazırım. 2 numaradaki ipi ister misiniz? Çok param var. Hepsi kasada. İşte anahtarlar.

-           Ne söylüyorsunuz siz? Katil, katil değilim ben.

-           Evet, siz büyük bir adamsınız belli. Ama ben bir katilim. Ölümü kimseyi üzmeyecek birini öldürdüm. Ancak para için değil. Sanırım bu beni katil yapıyor sizin gözünüzde. Öyle değil mi?

-           Saçma. Çok saçma bunlar. Psikolojik yöntemler kullanıyorsunuz bana karşı. Bu hiç hoş değil doğrusu. Gitmeliyim buradan! Niye geldim bilmiyorum. Gitmeliyim!

-           Yukarıda yatıyor o şimdi. Buz gibi. Hava serin kokmadı daha. Yatıyor, boğduğum gibi: yastıkta öylece uyuyormuş gibi. Kimseyi üzmeyecek ölümü, yaşaması da kimseyi sevindirmedi zaten. Kimse onu sevmedi. Beni de kimse sevmedi. O bile beni sevmedi. “Seninim” demedi hiç. Deseydi belki... Diyebilseydi bir kere.

 

Kapının kapanmasıyla kendine geldi Zebercet. Yolcu gitmişti. Artık kendisi için hazırladığı sonla arasında hiçbir şey kalmamıştı. Ağır ağır merdivenlere doğru yürüdü.

 

 

 

 


Herkes bilsin