Menu
14 Mayıs 2017

Yazarlarımın Mektupları

Reyhan Karaarslan

“Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı “gitmek” olarak algılıyorum”Tezer Özlü

 

Okumak başlı başına bir serüven… Sonunun nereye çıkacağını bilmediğimiz bir yolculukta nefes nefese kat ettiğimiz yol. Yazarlarımızın kurguladığı maceranın ortasında yer almak. Bu maceranın içinde olmak çoğu zaman benim gibilere yetmez, daha fazlasını bulmak isteriz o satırlarda.

Nedir daha fazlası? Okur, yazarına ait tüm ipuçlarına ulaşabilmeyi ister sayfaların arasında. Bulduğu her bir ipucunun altını satır satır çizer. Yazarına dair bulduklarından emin olmak için, yazılan tüm yazıları, yapılan tüm araştırmaları okur ama yetmez. Bunlar onun bulduklarından farklı değildir, hep bir şüphe hep bir belirsizlik taşır içinde. Doğru adres her zaman yazarların ya günlükleri ya da mektuplardır.

Elimde, o yumuşacık gülümsemesi ile boşluğa bakan Tezer Özlü’nün, Leyla Erbil’e yazdığı mektuplarının olduğu kitap… “Çocukluğun Soğuk Geceleri”nde onunla üşüdüm, “Yaşamın Ucuna Yolculuk” ile o yazarlarının izini sürerken, yazarlarını yazarlarım bilip ardından gittim. Tezer Özlü’ye çıkan her yolu izlemekten mutluyum.

“Burası bizim yurdumuz değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu.”

Kim ne diyebilir ki Tezer Özlü’nün bu cümlesine? Hele bugün yaşananlar, dökülen kanlar düşünüldüğünde yaşamamız şanstan ibaret değil mi?

Yaşam, Tezer Özlü için gitmekti.  Gitmek ise özgür olmak, sınırları zorlamak, vazgeçmek, bir şeylere yeniden başlamak, düşmek, yeniden ayağa kalkmak demekti. Yaşama karşı direncini giderek gösteriyordu Tezer Özlü. “Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı “gitmek” olarak algılıyorum” diyordu “Yaşamın Ucuna Yolculuk” da.

Mutsuz evliliklerinin ardından mutluluğu, aşkı ve huzuru kırk bir yaşında, kendinden genç bir adam da, Hans Peter’de bulmuştu. Aşkı, insanın kendinde olanı bir başkasında bulması olarak algılıyordu Tezer Özlü. “Bak bak, cildimizin rengi damarlarımızın kabarıklığına, yeşiline bak, nasıl birbirinin eşi, şu dolaşımın haritasına bak, ölümüm bu benim!” Hans Peter ile en yakın dostu olan Leyla Erbil’i tanıştırırken kurmuş olduğu bu cümleler bana Leyla Erbil’in “Kalan” daki şu cümlesini hatırlattı; “Ellerinin çizgisi ellerimin çizgisine tıpatıp uyan sevgilim.” İki dost, aşkı ne kadar da benzer anlatıyordu.

Tezer Özlü, sevmenin ve sevilmenin mutluluğunu yaşayıp, bunu da dostuna yazdığı mektuplarda dile getiriyordu.

“İnsanın sevgi özleminin doyurulması o denli başka bir duygu ki…”

“İlk kez sinir olmadığım bir insanla birlikteyim.”

“Ama kadın kadar yüreği olan bir erkek de güç. Kendi sezgilerini, bunalımlarını, öfkelerini, duyarlılıklarını iki kez yaşıyorsun… Gene de böyle bir beraberlik yaşadığım için mutluyum.”

Tezer Özlü’nün mektuplarında, iki dostun bir birlerini nasıl yüreklendirip, destek verdiklerini de okuyoruz. Bu belki de edebiyat dünyasında ender rastlanacak bir dayanışma, bir dostluk.

“Beni her zaman o denli yüreklendirdin ki, bir şeyler yazabileceğime beni inandırdın.” Yazanlar ya da yazmaya yeni başlayanlar çok iyi bilir yaratı sürecinin sancılarını. İçinizde yazmak için karşı konulmaz bir istek var iken, o isteğin karşısında en az onun kadar güçlü olan bir başka duygu, korku, vardır. İşte o korku, yanınızda sizi yüreklendirecek olan dostlar ile yok olur. Bir anda kaleminizin ucuyla tüm dünyayı yerinden oynatabileceğinize inanırsınız ve oturursunuz yazmaya.

“Ünlü ve aktüel olmak istemiyorum. Ama yine de küçük bir kitap yaparsam, okuyana bir şey versin, içini duygulandırsın, onu huzursuz etsin istiyorum.” Bu isteğini yazdığı tüm kitaplarda gerçekleştirmişti Tezer Özlü. Sayfa sayısı olarak küçük olsa da aslında ardında dev kitaplar bıraktı.

Tezer Özlü’ye göre yazabilmek için yalnız olunmalıydı. “Yazı yazabilmek için bütün dünya ile ilgiyi koparmak gerek”, “Ama işte aile yaşamı ile yazmak bir arada yürümüyor. Bunun acısını sen benden daha çok çektin” diyerek mektuplarında dostuyla dertleşip zaman zaman da dostuna yaşadığı haksızlıklar karşısında moral veriyordu.

“Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar olmana karşın, çağdaşlarının gericiliği nedeniyle cahillerin baskısı altında kaldın. Ama bu yalnız sana özgü bir durum değil, tüm ülkelerde var. Seni anlayan, seven, değerini bilen mutlak önemli bir kesim var, bu kesim de hiç de küçük değil.”  Leyla Erbil’in “Karanlığın Günü” romanında, Neslihan da benzer şeyleri söylüyordu. Neslihan yazar kimliğinin yanında eş, anne ve hasta bir anneye bakmak durumunda olan bir evlat olarak pek çok kimliği taşıyıp, doğruluğu ve dürüstlüğü savunuyor, ilkeli yaşamaya çalışıyordu. Bu ilkeli yaşamanın zorluğunu, her ilkeli yaşayan gibi, yazarlıkta hak ettiği başarıyı yakalayamayarak çekiyordu. Neslihan için önemli olan doğru bildiği yolda ilerlemekti. Bu yüzden “ beni yedi kişi anlasın yeter” diyerek yazmaya devam ediyordu.

Leyla Erbil de Tezer Özlü de yaşadıklarını romanlarının içine ustalıkla yerleştiren yazarlarımızdandı.

“Şimdilik hiçbir şey yazmıyorum, not bile almıyorum, biliyorsun, bizim içimizde bir kitabın oluşması yıllar sürer.”

Tezer Özlü ve Leyla Erbil’in ölümsüzlüğünün sırrı bence bu cümlede saklı. İçlerinde bir kitabın oluşması için yıllarca bekleyebiliyorlar. Yaşanan ya da yaşanmayanların, gözlemlenen her şeyin, her bir duygunun önce yazarın kalbine hapsolması gerekiyor. Orada özgürlüğünü bekleyen mahkûmlar gibi demir parmaklıklara bakıp durmalılar ki özgürlüklerine kavuştuklarında gürül gürül akabilsinler.

Tezer Özlü, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen umudunu kaybetmeyen, mücadeleden vazgeçmeyen bir kadın. O, yazı ve söz ile mücadelesini sürdürürken, yakalandığı hastalıkla da bedeni savaşıyordu. Bu durum doktorunu bile şaşırtıştı; “bir bedenin kansere karşı bu tür iltihaplanma ile mücadelesi görülmüş durum değil.”

“Geceleri acıdan kıvranıp duruyorum. Korkmuyorum. Hastayım ama mutluyum. Bana en güç gelen, Deniz’den ayrılmak.”

“Yaşam’ı gitmek olarak algılıyorum” diyen Tezer Özlü yaşamın ucuna da korkmadan gidiyordu.

 


Herkes bilsin