"Kitabına ne güzel yakışırdı YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK."
fotoğraf: Ahmer Ertürk
Kanlıca, 20 Mart 1984
"Sevgili Tezer,
“Bir İntiharın izinde” yürüyorum on gecedir . Bu gece (az önce) 5. Bölümü bitirdim (85. Sayfa). Bu gün, ilk elli sayfayı basımevine verdim. Bir an önce çıksın istiyorum. Hiç değilse bir tane yanımda bulunsun Berlin’e gelirken. ( Sana burdan başka ne armağan getirebilirim.)
“Bir İntiharın izinde” müthiş bir kitap. Çok müthiş bir kitap. (Başka sözcük bulamıyorum.) Yıllar var ki böyle bir metin okumadım. (Tabii Türkçe metinlerden söz etmiyorum.) Bana gençlik yıllarımda, Rimbaud’yu, Lautreamount’u, daha sonra Kafka’yı, Rilke’yi, Hölderlin’ i keşfettiğim günleri yaşattı.
Çok ender yaşanılan kimi aşklar gibi. Öyle bir aşk yaşamışındır ki, bir daha artık böylesini yaşayamam dersin. Aşk sözcüğüne anlamını veren, bedeninin tüm hücrelerinde, sinirlerinin her atomunda duyduğun bir duygudur. Sonra bir gün, bir rastlantı, yeniden aynı heyecan, aynı coşku, aynı yoğunlukta yaşanan anlar… İnanamazsın. Bir düşteyim sanırsın. Kitaplar da benim için böyledir. Eski aşklara dönemezsin, ama eski kitaplara dönebilirsin. (Kitapların ölmezliği burdan mı gelir?) Bu nedenle de, yıllar var ki, gene eski aşklarımı okuyorum. Dostoyevski’yi, Kafka’yı, Rimbaud’yu… İlk kez, yıllar var ki ilk kez, bu güne değin okumadığım bir kitap, yeni bir kitap, daha kitap bile olmamış bir metin, bende böyle bir duygu yarattı.
Birkaç yıl önce , çocukluğunun soğuk geceleri için düşünüp de söyleyemediğim, dile getiremediğim buydu işte: o malzemenin öykülemeye değin, böylesi bir çığlığa dönüşmesi gerektiğini düşlemiştim. İçine sıçayım edebi türlerin. Romanın. Öykünün. Şiirin. İçine sıçayım. Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. Bu yolculuğun türü olur mu?
Kitabına ne güzel yakışırdı YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK.
Ama sen intiharın izini seçmişsin. Hele alt başlık (Pavese üzerine çeşitlemeler) kendi kendine bir haksızlık. Belki başlangıçta bu izi sürmek istedin. Ama sonra ,sürdüğün iz , bir de baktın ki (yazıp bitirdiğinde baktın mı?) kendi izin. Üstelik intiharının değil, yaşamının izi. İnsanlarla dolu yalnızlığının izi. (Bu “insanlarla dolu yalnızlık”, Kafka’nın bir sözü mü, yoksa benim mi? Çıkaramıyorum. Belleğim ölü. Birçok noktada, yaşamın birçok kesitinde, gerçekten, Beckett’imsi bir ölülükte.)
Bir rastlantı mı, Svevo’nun Zeno’sunun redaksiyonunu bitirdiğimin ertesi günü seninkine başladım. Şimdi, ikisi aynı anda diziliyor aynı anda çıkacak.
Nicedir yazmıyorum. Yalnızca mektuplar. Geçende Le Monde’da Uwe Johnson’un öldüğünü okudum. Kırk dokuzunda. İngiltere’de yaşıyormuş bir süredir. Kendini alkole vermiş bir durumda. Ölümü üzerine kaleme alınan yazıda, son yıllarında, yazamadığı için mi alkole verdiğini, yoksa alkole verdiği için mi yazamadığının tartışıldığını öğrendim. Ve aynı soruyu kendime yönelttim. Yanıtı verebilmek için bir süredir içkiyi kestim. Huzursuzluk, uykusuzluk. Ancak içtiğimde sızıyorum. Yoksa uyku hapları. Kulaklarımı tıkaçlayıp yatıyorum. Gene sesler duyuyorum. Bu durumda okuyorum ya da senin metninin üzerinde çalışıyorum(merak etme, pek fazla değil.)"
Ennenda, 26 Mart 1984
"Sevgili Ferit,
Bu sabah mektubunu bulmak, okumak, bana hem yaşamı hem de sonundaki ölümü daha da dayanılır kıldı. Birden yüksek dağlar, henüz boz rengi olan yamaçlar, tepelerdeki beyaz kar, sessiz, küçük İsviçre köyleri anlam kazandı ve buraya geldim geleli ilk kez ayağım yere değdi. Yaşamımın bu önemli döneminde beni hiçbir şey sözlerin kadar yüreklendiremezdi. Bu kitabi bitirdiğimde, daha önce yazdıklarımın bunun yanında bir ‘’ kompozisyon ‘’, eski deyimi ile bir ‘’ tahrir ‘’olduğunu algılamıştım. Bu yüzden sayfanın sana bu denli heyecan vermesi , benim için Dostoyevski’ye , Kafka’ya, Rimbaud’yu pek bilmiyorum ama, Antonin Artaud’ya heyecan vermesi kadar önemli. Gerçekten içimdeki tüm kuşkuları sildin. Senin gibi bu satırları kim duyar bilmiyorum. Demir duyar… bir-iki de genç homoseksüel var İstanbul’da, onlar duyar. Dostumuz Metin Özek duyar…
Mektubun, yaşamımın en sevindirici olaylarından biri. Sen her şeyi iliklerinde duşmuşsun, ben başka ne diyeyim.
O on günlük yolculukta, bu kitabı yazarken, bir kez gerçekten, otel odalarından birinde kalbim duruyordu ve ben gerçek bir yazma krizi içinde yazdım, yeryüzünden hiçbir şey algılamadan, edebiyat dışında, duygular dışında. Bu yüzden YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK, dediğin gibi iyi bir ad. L.F Celine’nin “Gecenin Sonuna Yolculuk” adına çok benzetmiyorsan, kitaba bu adı verebilirsin, belki de “Bir İntiharın İzinde” den daha iyi olur, İntiharın İzi, biraz bir hafiye romanını da çağrıştırıyor gibi. Bu açıdan sana istediğini yapma seçeneğini bırakıyorum. Pavese Üzerine Çeşitlemeler’i de kaldırabilirsin. Pavese benim gerçekten büyük bir aşkımdır, aynı senin yazdığın gibi. Zaten müşterek aşklarımız çok. Dostoyevski, Kafka. Bir yıldır ben de yalnız Kafka okuyabiliyorum. Daha kırk yıl da okurum. Pavese’den alıntılar , ona olan aşkımı ve saygımı zaten belirliyor. Dediğin gibi , kitap benim varoluşumun ucuna yolculuk. Belki bundan sonra ölümümün ucuna da yolculuk edebilirim. Şimdilik daha bu kitaptan kopmadım.
Beckett’imsi bir ölülükte yalnız, şimdilerde değiliz. Sen Beckett’i çevirdiğinden beri, Hakkariye gittiğinden beri, yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri o ölülükteyiz. Kafka gibi veremden çatlamamamız, Beckett kadar ölü görünmememiz, Şarklılığımız yüzünden. İç dünyamızın farkı olduğunu sanmıyorum."
“HER ŞEYİN SONUNDAYIM” Tezer Özlü –Ferit Edgü Mektuplaşmaları ( Sayfa 40-42, 44-45 )"