Menu
29 Nisan 2017

Büyük bir ciddiyetle yaşadı, bir sincap gibi…

Sebla Kutsal
fotoğraf: Serdar Nâzım Yüce

Nice sanatçı, aydın ve gazetecinin seyirci karşısına çıktığı son sahne olmuştu Muhsin Ertuğrul; ancak böyle bir izdiham uzun zamandır yaşanmamıştı. Binlerce insanı orada olmaya iten, içlerini bu denli sızlatan, daha doğrusu Tarık Akan’ı bu kadar farklı kılan şey neydi? Neyi simgeliyordu da, onun yitirilişiyle böyle büyük bir boşluğa düştük?

Bu sorunun şüphesiz çok uzun bir yanıtı var...

 

 

Tarık Akan bu dünyadaki son yolculuğuna, çok az insana nasip olacak görkemli bir veda töreniyle, gözyaşları ve minnet cümleleri eşliğinde uğurlandı. Mahalle esnafının deyimiyle, “Teşvikiye Camii, Teşvikiye Camii olalı böyle bir cenaze görmedi.” Törenin gerçekleştirildiği Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne ve cami avlusuna saatler öncesinden akın eden insanların yüzlerinde hüzün, avuçlarındaki mendili sıkan ellerinde ise başka türlü bir gerginlik, bir hayal kırıklığı vardı sanki. Kim bilir kaç kişinin yanındakilere dönüp, “Artık bir daha böyle bir insan gelmez bu ülkeye” dediğini işittim. Bir devir kapanmış gibiydi; kum saati çatlamış, büyü bozulmuş, son güzelliğimiz de elimizden alınmıştı. Umudun asla tükenmeyeceğine dair cümlelerin kalbe uğramadan ağızdan çıktığı, insanların buruk ifadelerinden okunuyordu.

Nice sanatçı, aydın ve gazetecinin seyirci karşısına çıktığı son sahne olmuştu Muhsin Ertuğrul; ancak böyle bir izdiham uzun zamandır yaşanmamıştı. Binlerce insanı orada olmaya iten, içlerini bu denli sızlatan, daha doğrusu Tarık Akan’ı bu kadar farklı kılan şey neydi? Neyi simgeliyordu da, onun yitirilişiyle böyle büyük bir boşluğa düştük? Bu sorunun şüphesiz çok uzun bir yanıtı var.

Türkiye’ye ilişkin umutların tükenmesinin bir nedeni, bu yanıtı anlayabilecek insanların günbegün aramızdan ayrılması. Diğer bir neden ise, gidenlerin yerini doldurması icap eden nesillerin, kültür endüstrilerinin hipnozu altında, bireysellik ile bireycilik arasındaki farkı bile ayırt etmeksizin, kendi var oluşunu en kapitalist ritüellerle kutsamaktan başka bir işle uğraşmayışı.

“Bir daha böyle insanlar gelmez” karamsarlığının altında, toplum yararına olan ne varsa yıkarak, yerine, kendi bireysel çıkarları doğrultusunda “Yeni Türkiye”yi inşa edenlerin ve buna kayıtsız kalanların sessiz mutabakatı yatıyor.

Bu kayıtsızlığa inat, kendine Nâzım Hikmet’in dizelerini kılavuz edinerek, “bir sincap gibi büyük bir ciddiyetle” yaşamıştı Tarık Akan. Kusursuz fiziği ve genç yaşta yakaladığı şöhretle, birçok kişinin hayal bile edemeyeceği bir hayatın keyfini sürmektense zor olan yolu seçmişti. İçinde yaşadığı ülkenin acılarına tercüman olabilmek, üstü örtülen çirkinlikleri, haksızlıkları beyaz perdeye yansıtabilmek için tüm imkânları canı pahasına zorlamıştı. “İnsanlar için ölebilecek” biriydi, “hem de yüzünü bile görmediği insanlar için, hem de hiç kimse onu buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiği halde.” Ve bir ömür onlar için çalıştı. Şort giyen kadının saldırıya uğrayışını uzaktan seyreden halkın eksik vicdanını, kendi insanına haksız yere hapis yatıran devletin eksik adaletini, yarınların bugünden de kötü olacağını düşünenlerin eksik umudunu tamamlamak içindi mücadelesi.

Korkmadan, yılmadan, kişisel menfaatleri arka planda bırakarak yaşanan böylesi diğerkâm bir yaşamın vaat ettiği en güzel mükâfatı da aldı aslında; ölülerini küfürle anan, birbirinin yangınına körükle giden, çimentosu nefret, üst ideolojisi pragmatizm haline gelmiş bir toplumun çamuruna bulaşmadan, “Hesap soracağım hiçbir şey yok kendi adıma, kendime” diyebilecek kadar vicdanı rahat olarak çekip gitti buralardan.

 

Fotoğraflar: Serdar Nazım Yüce

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Herkes bilsin