Menu
25 Mayıs 2017

Öyle hemen acımaz ''Soğuyunca acımaya başlar''...

Sevinç Erbulak
Bu hafta size de öyle bir şey olsun ki, gülümsediğinizde tüm renkleriniz canlansın...

 

''Sonucun bazen öldürücü olabileceğini bilsek dürüst olmaktan vazgeçer miydik ?''

Geçmezdim yahu neden geçeyim ki dediğinizi duyar gibiyim ya da geçmeyiz herhalde canım bilmiyorum ki, dürüstlük iyidir sonuçta dediğinizi... Bilmiyorum, yaşadığımızda öyle mi olurdu? İzlediğimiz şey, bir oyun, bir film ya da bir resim olmaktan çıksa mesela, hayatımızın bir anı olsa, biz de tam orta yerinde olsak bu anın; yaşananların sonucu da öldürücü olsa? Ne yapardık? Dürüst davranmaya devam eder miydik öleceğimizi bilsek? Kendi adıma şıp diye cevaplayamadım. Size yazayım, bir sorayım dedim.

 

SOĞUYUNCA ACIMAYA BAŞLAR

Neil Labute'un üç kısa oyununu Ekin Tunçay Turan çevirmiş, Şerif Erol yönetmiş, Özlem Zeynep Dinsel ve Onur Özaydın oynuyor. Oynuyorlar mı çok emin değilim. Oyun bittikten hemen sonra soğuduğu için, eve döndüğümüzde canımız acımaya başlıyor.

''Ölüler diyarına geçmenin an meselesi olduğu bir dünyada, tercihlerini yaşatmaktan yana kullanmayan bir çiftin kısa öyküsü'' ile başlıyor oyun. Pardon, başlıyor hayat.

Soluksuz bir şekilde sahnedeki iki insanı izlemeye başlıyorsunuz siz de. Kelimeler, kelimeleriniz oluyor, duyguları duygularınız...Çok özlediğim bir tiyatro tercihinden yana kullanılmış bir biçim var karşımda. Sadece oyuncuya ve oyuncunun gücüne inanan bir oyun biçimi. Birbirlerinin trombolini olmuş bir çift var sahne üzerinde. Karanlıkta, episodlar arasında birbirlerinin giyinmesine yardım ederlerken bile benim için devam etti oyun. Kesintisiz bir dans gibiydi üç episodun üçü de... Tercihlerini yaşatmaktan yana kullanmayan çiftin, ölümün kıyısındaki kısacık hikâyesinden sonra, nicedir çok özlediğim bu biçimi, bu yalınlığı, sahnedeki oyuncuların ahengini düşünürken başlıyor ikinci episod. Evli bir adam ve kadının bir hafta sonu kaçamağı öncesi, kaçamak trenine binmelerine 5 kala yaşadıkları bir itiraf anı. Sahnesi demeye dili varmıyor insanın, o kadar hakiki, o kadar soğuyunca acıtacak olan bir başka hikâye daha... Yine yalın, yine sahnede sadece ikisi...Üçüncü ve son episod, bir yerden sonra sürekli ağlattı beni. Bana özeldi biliyorum. Bana hatırlattıklarından ötürü özeldi biliyorum. Mesleğimin elle tutulamayan gücünü hissettirdi.

 

Yaşamak, çok acı çekmek, acıyı unutmak, sonra o acıyı bir  başkasında görmek, yeniden hatırlamak ve yeniden acı çekmek. O tanıdık acının, kendi zamanından da daha büyük bir acıya dönüşmesi, tekrarlanınca.

Tiyatroperest'in ''Soğuyunca acımaya başlar'' isimli oyunu, bütün öğrencilerime (mezun olanlar dahil ) ödevimdir. Hâlâ okuyanları sınıfta bırakırım gitmezlerse... Bu haftaki dersimden önce Aykırı Akademi'deki yazımı okuyacak olduklarından,  buraya yazıyorum şimdi. Çocuklar, oyunun aralık ayı programına bakın, sanıyorum 3 kere oynuyor, oynadığı yerleri bulun, ikisi Kadıköy Emek Sahne'de olmalı ve hemen gidin. İzleyin.

Bana da derste çalışın, üzerine biraz daha konuşalım derim.

Mahir Ünsal Eriş yazdı, Çağan Irmak aldı öyküyü, içine başka bir öykü daha kattı, kalpten yönetti yine ve bize hediye etti. Evet onun adı Feridun.

 

BENİM ADIM FERİDUN

Hikâyeyi ilk okuduğumda, kitabı daha doğrusu ilk okuduğumda, başka bir kitabı da olmadığı için Mahir'in o sırada, yine kitapsız kaldım demiştim içimden. Hep böyle oluyor, bir yazarla tanıştığımda; onun yazdıklarını çok sevdiğimde; onunla aramızda onun bile bilmediği bir bağ oluşuyor ve kitabın son sayfasını kapadığımda çok üzülüyorum. Bir an evvel yeni kitabı çıksın istiyorum ve biliyorum ki bu öyle çok da kolay bir şey değil.

Benim adım Feridun, harika bir yanlış anlaşılma hikâyesi. Çocuklar bana okulda (Msm) defalarca oynamışlardı. Öykünün film olacağını duyunca lütfen ama lütfen Çağan Irmak yönetsin demiştim, zaten öyle olmuş. Çağan Irmak, Mahir'in maharetli öyküsüne bir başlangıç eklemiş, karakterlerine de başka karakterler daha eklemiş ve bugüne dek tiyatro müziğinde bizi mest eden Çiğdem Erken'den de filmin müziklerini yapmasını rica etmiş. Bazı ricaları kırmak mümkün değildir.

Sade, numarasız; büyük sözleri olmayan, bize bir şeyi nasıl yapmamız gerektiğini söylemeyen bir film "Benim adım Feridun". Hayat gibi. Biz izleyenler olarak bir düğüne davet edilmişiz, orada olup biteni izliyormuşuz gibi. Görünmez seyirciler gibi sanki.

Ayrılık sonrası, nedenler ile boğuşan, kendine o güne kadar çok haksızlık etmiş bir yazarın, bir adamın; en güvenli sığınağı olan annesinin evine gitmesi ve orada bir gece dışarıya dolaşmaya çıkıp, yanlışlıkla bir düğünün; istemese de bir parçası olması üzerine kurulu bir film. Hayat kadar yalın. Hayatımız kadar. Düşüncelerimizin izleğinde, Çiğdem Erken'in nefis müziklerini Halil Sezai'nin sesinden dinlediğimiz; çaresizliğe ve hatırladığımız tüm çaresizliklerimize gülümsediğimiz bir Çağan Irmak filmi. Özlediklerimizden...

Yenilmek ve yeniden denemek ancak Çağan Irmak'ın elinde bu kadar romantik ve komik olabiliyor. İyi seyirleriniz olsun...

Gülriz Sururi'nin üç yaşamöyküsü kitabını da başucu kitabınız yapmanızı salık vererek haftanın kitabına geçelim.

Kitabın adı "Dünya bu kadar". Kapağında bir kayısı var. Yazarı mı? Elbette, Mahir Ünsal :)

Yakışıklı babasına ve "seni ben doğurdun, bunları ben yazdım sayılır" diyen annesine minnetle ithal etmiş ilk romanını. Çok heyecanlanmıştım öykü kitaplarından sonra romanı çıkınca...

Benim adım Feridun'u yazınca istedim ki Mahir'in bir kitabı olsun haftanın kitabı... Siz, bütün kitaplarını alabilirsiniz elbette :)))

"Hilmi, abisinin aksine, ticaretin talebi karşılayacak arz yaratmaktan değil, arzı talep yaratacak şekilde sunmaktan geçtiğini düşünüyordu. Eğer birinin elinde tüketemeyeceği kadar çok odun varsa, onu elden çıkarabilmek için mobilya yapmaya uğraşmaktansa insanları kışın çok sert geçeceğine, fazla odunun göz çıkarmayacağına ikna etmenin daha karlı olduğuna inanıyordu".

"Genç kadın gülümsedi ve tüm renkler, birisi gelip de kısık olan ayarlarını açıvermiş gibi canlandı".

Bu hafta size de öyle bir şey olsun ki, gülümsediğinizde tüm renkleriniz canlansın. Sendrom mu? O ne ayol ? Sendromsuz başlayalım.

Mümkünse.

Gücümüz yettiğince...

Haydi kalın sağlıcakla....

 

 

 

 


Herkes bilsin