Florence: En azından şarkı söyledi
Tuğçe Madayanti Dizici
Film, gerçek hikayesi ile halk arasında kötü bir şakaya ve kaba bir karikatüre dönmüş olan Florence karakterini, izlemesi keyifli, çok yönlü sıcak bir portreye çevirmeyi başarıyor.- 70 PUAN
Gerçek bir hayat hikayesine dayanan Florence Foster Jenkins filminde Meryl Streep’in canlandırdığı Florence New York’lu zengin bir kadın. En büyük hayali ise bir opera şarkıcısı olmak. Ancak Florence’ın sesi çok kötü. Hem de öyle böyle değil. Buna rağmen en büyük hayalini gerçekleştirmek üzere meşhur Carnegie Hall’u kiralar ve bir konser verir. Florence’in sesi, tekniği, kulağı yoktur ama tutkusu, umudu ve neşesi vardır.
Gerçek yeterince iyi olmayınca
Yönetmen Stephen Fears’in en önemli özelliği yöntem olarak elindeki materyale vakur bir zeka ile yaklaşması ve onu ince bir şekilde ele alarak kalıcı portreler ortaya çıkarması. Bu özelliğini The Queen, Philomena isimli filmlerinde görmek mümkün. Yönetmen bu filminde de bu yöntemi uyguluyor ve gerçek hikayesi ile halk arasında kötü bir şakaya ve kaba bir karikatüre dönmüş olan Florence karakterini, izlemesi keyifli çok yönlü sıcak bir portreye çeviriyor. Filmin 1940’lar dönemi kostümleri ve dekorundaki seçkin detaycılık göz kamaştırıyor. Filmdeki karakterlerin daireleri karakterlere özgü tasarlanmış; Florence’in romantik ve eklektik tarzdaki abartılı dairesi ve St. Clair Bayfield’in (Hugh Grant) İskandinav art deco duvar kağıtlı, maskülen dairesi gibi... Dönemin ruhunun tamamlayıcılığı ise caz üslubu ile Fransız film müziği bestecisi Alexandre Desplat sağlıyor. Nicholas Martin yazdığı senaryoda kötü şöhreti ile dalga konusu olmuş birisinin bilinen hikayesindeki kaba dikenleri ustalıkla törpüleyip, ondan sevilesi bir kadın yaratarak hikayeyi tatlı ekşi bir filme dönüştürmeyi başarıyor. Filmin eksikliği yönetmenin bu filmle keşfetmemizi istediği ana fikrin ne olduğu ile ilgili yaşadığı bocalama. Bunun da sebebi senaristin, yapımcıların gerçek olanın yeterince iyi olmadığını düşünerek gerçek hikayeyi daha ilginç hale getirmek için buna müdahale etmiş olmaları diyebilirim.
Yaşayan En İyi Aktrist
Filmi en üst kulvara taşıyan unsur ise oyunculuklar. Ancak zirveye bayrak diken bir kez daha Meryl Streep. Bu filmin Streep’e 20. Oscar adaylığını getirme olasılığı çok yüksek. Hep söylüyorum Streep’e Yaşayan En İyi Aktrist ödülü verilip artık adaylıklara dahil edilmemesi gerekli. Streep, Florence’in o akıl almaz şımarık, küstah kendini bilmezliği olarak görülebilecek, korkunç sesine rağmen opera söyleme hayalini, bize çok yönlü olarak sunuyor. Florence’e antipati beslememize izin vermeyerek onu şarkı söyleme aşkı ile yanıp tutuşan birisi olarak parlatıp, kendisine sempati beslememizi sağlamak inanın çok zor... Ses ve ses kullanımının oyunculuk kariyerindeki önemi tartışılmaz. Yale Drama Okulu mezunu olmadan önce dört sene opera eğitimi almış olan Meryl Streep, özellikle komik operalarda ve operetlerde aranan bir ses özelliği olan koloratur soprano. Meryl Streep, Mamma Mia filmi ve en son geçen yaz bir rock şarkıcısını oynadığı Ricki and the Flash filminden sonra bu filmde de kendi sesi ile şarkı söylüyor. Ama bu sefer çok daha zor olana imza atıyor ve başarılı bir şekilde kötü opera söylüyor. Şarkı söylediği bu sahnelerde Streep’in oyunculuk adına elinde avucunda ne varsa bu karaktere koyduğunu görüyoruz. Florence’in şarkı söylediği anlarda yaşadığı neşe ile kötü söylüyor olması arasındaki zıtlık güzel bir enerji ortaya çıkarıyor. Bu enerji ile seyirciyi duygudan duyguya sıçratmayı başarıyor. Ama Streep bu sahnelerin hiçbir anında Florence ile tam anlamıyla dalga geçmememize izin vermiyor.
Yeni bir komedi starı geliyor
Florence’in kocası rolünde ise Shakespearevari oyunculuğu ile tanıdığımız Oxford mezunu İngiliz aktör Hugh Grant bulunuyor. Romantik komedi filmlerin aranılan aktörü olan Hugh Grant’a bir şeyler olmuş ve adeta kendini bu filmde bulmuş diyebilirim. İngiliz aristokrasisinin kendisine özgü aksanına yakın İngilizcesi, üst tabakaya ait hareket tarzı, mimikleri ve klasik salon adamı görüntüsü ile bu rol Hugh Grant’e çok yakışmış. Ama bana sorarsanız filmin yıldızı tartışmasız olarak Simon Helberg’dir. The Big Bang Theory'de Howard Wolowitz karakteri olarak tanıdığımız bu aktör enfes diksiyonu ve ses tonu ile son derece değişik bir karakter yaratmış. Açıkçası uzun zamandır izlediğim en ilginç performanslardan birini sergiledi. Aynı zamanda piyanist olan Simon Helberg filmde piyanoları da kendisi çalıyor. En İyi Yardımcı Aktör dalında Oscar adaylığı alabileceğini düşündüğüm oyuncuyu bu filmden sonra başrollerde izleyeceğimize eminim... Güncel düşünceyi durdurma gücü ile en büyük meditasyon etkisi sinemada. Sinema salonlarına atın kendinizi. Kulaklarınızı kahkahadan patlatacak olan bu dramediyi mutlaka izleyin. Gülmeyi unuttuğunuzu fark edeceksiniz.