Menu
5 Mayıs 2017

Bu hafta her gün pazartesi!

Sevinç Erbulak

Keşke dünyamızdaki kötülük, Chaplin’in filmlerindeki gibi olsaydı, kötüler de en fazla onun oynadığı kadar kötü. Kötülük bir beceriksizlik hali olsa ve sıkı çalışmayla geçseydi..

 

Ben, geçtiğimiz hafta, her sabah yeni bir pazartesiye uyanmış gibiydim. Her gün pazartesiydi benim için, saatler geçmek bilmedi. Bilmiyorum siz nasıldınız ama ben hiç iyi değildim.

D22'nin "Dünyaya gözlerimden bak" oyunundaki, yaşlı ve yatağa bağımlı asker gibi, sürekli geçmişin istilası altında; aynı zamanda da bugünde debelendim. Tıpkı o asker gibi bir kurbağa olmayı ne çok istedim. Kurbağalar ağlamıyor çünkü.

"Kurbağalar ağlasaydı, nehir suları tuzlu olurdu"

Kitabımı bitiremedim. Gülriz Sururi hocamın "Zefiros" unu okuyorum. Okurken nefes alıyorum. Onun mutluluklarına ve kalp kırıklıklarına tanıklık ediyorum. Gülriz hoca, kalemini eline almamış, kalemini kalbine almış; yazmış da yazmış...

Onun yazdıklarını okurken, hem zamanda yolculuk ediyor, hem de onun mesleğine duyduğu derin aşkta yüzüyorum ve bir kez daha emin oluyorum ki bir tane Gülriz Sururi var. Sanırım önümüzdeki hafta size bu nefis kitabı tanıtacağım, daha doğrusu bunu yapmaya çalışacağım. Yine de şimdiden bir kaç satırını iliştiriyorum köşeme:

"Son olarak şunu söylemek isterim, yeniden hayata başlasam, en kötü gününü bile atlamadan, tiyatrocu Gülriz'in bütün yaşadıklarını yaşamak, bütün yaptıklarını yapmak isterdim. Her zaman tiyatronun hayattan daha gerçek olduğuna inandım. Onun için yaşasın tiyatro, yaşasın Türk Tiyatrosu'nun genç oyuncuları!"

Bilmiyorum sendrom denizlerinde boğulmamızı ne kadar engelleyebilir ama henüz oyunculuk okuduğum yıllardan bir kitap önerisi yapacağım şimdi size. Sonra ne zaman sayfalarını karıştırsam hep mutluluk vermiştir bana bu kitap, belki bu aralar hepimize verebilir.

Hatice Meryem'in "Sinek kadar kocam olsun, yeter ki başımda bulunsun" kitabından bahsediyorum. Bulabilirseniz alın, okuyun:

"Ben bir kasabın karısı olsaydım eğer, buzluktaki butları çok kıskanır ve yine muhakkak akşamları kasap kocamın kan, kemik, et ve ilik kokan bedeni narin bedenimin üzerine abandığında, acaba bir ineği mi düşlüyor şimdi, diye elimde olmadan düşünür ve her boy bıçak ile öldürmeyi düşlerdim onu, ev işlerinden çok yorulduğum zamanlar."

Kitabı okurken kızımın babasına aşıkmışım, ona notlar tutmuşum, sonra bir başka okumada başka biri olmuşum, başka notlar tutmuşum, görüyorum kendimi şimdi. Bazı kitaplara geri döner insan, işte o sırada aslında kendine doğru da bir yolculuğa çıkar. Hatice Meryem'in bu kitabı benim kendime yaptığım pek çok yolculukta rehberlik etmiş bana, bu gece bunu anlıyorum bir kere daha.

Keyifli okumalarınız olsun.

Oyun değil de bale önereceğim bu hafta size. Geçen sezon izleme şansım olmuştu. İyi ki...Süreyya Operasında "Fındıkkıran" balesi var. Bu ayın programında bulabilirsiniz. Bilet de bulabilirseniz ne ala ;) Bulamazsanız bir sonraki ay'a. Hem gözünüzün hem kulağınızın pası silinir. Paslanmadıysa da cilalarsınız işte daha da iyi. Haftaya önereceğim oyunun ne olduğunu şimdiden biliyorum ama yazmıyorum size ;)

Film konusunda da biraz eskilere gitmek istiyorum. Chaplin'imin "Great Dictator"üne... Nereden geldiyse şimdi aklıma? Allah Allah? Kimbilir?

İzlediyseniz bir daha izleyin. İki kere izlediyseniz üç'leyin derim.

Keşke dünyamızdaki kötülük, onun filmlerindeki gibi olsaydı, kötüler de en fazla onun oynadığı kadar kötü. Kötülük bir beceriksizlik hali olsa ve sıkı çalışmayla geçseydi, etrafımdaki herkes kötüleri bedavaya çalıştırır, onlara iyiliği belletirdi. Sabırla. Sabırla.

Hepimize sabır dolu, internetle bağlantımızın koparılmadığı, vpn'siz bir hafta diliyorum.

Kalın sağlıcakla, ama en çok akıl ve ruh sağlığıyla... Hastalığa tıksırığa çareler daha bol çünkü.

 


Herkes bilsin