Asghar Farhadi'nin dünya sinemasına son armağanı
Sevinç Erbulak
Karanlıkta kalan, aydınlatmaya çekindiğimiz, bize ezber edilen cümlelerimizden kurtulmanın tam zamanı.
"Satıcı" bu umudun filmi.
Hani bir film izlersiniz, bir müzik dinlersiniz, bir oyunda bir replik söylenir veya bir ressamın sergisine gidersiniz...Şöyle bir şey hissettiğiniz oldu mu hiç ? Yalnız değilim. Anlıyorum ve anlaşılıyorum. Ne demek istediğini anlıyorum ve seni hiç tanımadan yapabiliyorum bunu. Herkesin, alımlarken kendini biricik ve tek hissettiği özel anlar vardır. Koca bir galeride tek başına gezdiğinizi, bir sinema salonunu kapattığınızı düşündüğünüz anlar. Hesapsız anlardır. Kendiliğinden gelirler, o anın içinde yaşama bilginizi hatırlar, kendinizi çok şanslı hissedersiniz.
Böyle filmler, kitaplar, oyunlar oldu hayatımda. Onları kalbimin en ücra köşelerine yerleştirdim, bir yenisi geldiğinde özenle yer açtı diğeri yeni gelene...Bu, böyle sürüp gidiyor içimde.
Bir tane film daha yerleşti kalbime. Geçen hafta, Asghar Farhadi'nin ''Satıcı'' sına gittim.
Onun kelimeleriyle başlamak istiyorum şimdi. Kendisine bir ayrıcalık tanınsa bile gitmeyeceği Oscar Töreni'ne şöyle sesleniyor Farhadi:
''Bu ABD' ye özgü bir şey değil. Benim ülkemde de muhafazakarlar, benzer şekilde düşünüyorlar. Yıllar boyunca, okyanusun iki tarafındaki muhafazakarlar, farklarını anlaşmazlığa, anlaşmazlıklarını düşmanlığa ve düşmanlıklarını korkuya dönüştürmek için kendi halklarına, diğer millet ve kültürlerin gerçekçi olmayan ve korkutucu imgelerini sundular. İnsanların içine korku salmak, dar bakışlı bireylerin, radikal ve fanatik davranışlarını meşrulaştırmak için etkin olarak kullandıkları bir araç.
Ancak ben şuna inanıyorum: bu yerkürenin insanları ve toprakları ve de kültürleri ve inanışları arasındaki benzerlikler, farklılıklardan fersah fersah fazla. Bugün, uluslar arasındaki düşmanlıkların birçoğunun temel nedeni, geçmişte karşılıklı yaşanan aşağılamalar. Ve şüphesiz bugün, diğer ulusların böyle aşağılanması, yarının düşmanlıklarının tohumlarını ekiyor. Bir ulusun güvenliğini sağlamak bahanesiyle başka bir ulusun aşağılanması tarihte ilk kez yaşanmıyor ve bu, her zaman daha fazla bölünme ve düşmanlığa neden oldu. Bu açıklamayla, ABD'ye yasal yollarla girmeleri engellenen bazı yurttaşlarımın ve altı ülkenin vatandaşlarının muhatap olduğu haksız uygulamaları kınıyor ve bunun uluslar arasında daha fazla bölünmeye neden olmamasını umduğumu dile getirmek istiyorum''.
''Satıcı'' yukarıda satırlarını okuduğunuz Farhadi'nin dünya sinemasına son armağanı, bir yenisini kalbime alana dek, en son filmi onun.
Kurbanın cellat, cellatın kurban olduğu bir oyunculuk, senaryo ve reji şöleni. Seyircisini usul usul kendine bağlayan, bir müddet sonra sinemada olduğunu unutturan, mekanlarda oyuncularla birlikte yaşamaya başladığımız bir film.
Sanki orada, o andayız ama bizi hiç kimse görmüyor gibi...
Arthur Miller'ın ''Satıcı'nın Ölümü'' oyununu çalışan bir tiyatro topluluğu var. Rana ve Emad bu oyunun iki oyuncusu. Tahran'ın merkezinde yeni bir eve taşınıyorlar. Bir yıkım sahnesiyle açılıyor film. Farhadi bir binanın yaşadığı sarsıntıyla başlatıyor filmini, her sahnenin bir nedeni, her repliğin bir anlamı var her zamanki gibi. Rana ve Emad hızlıca terk etmek zorunda oldukları eski apartmanlarından çıkıp ev aramaya başlıyorlar. Taşındıkları evin hiç görmediğimiz eski kiracısı ile bir sorun yaşıyorlar. Provalar devam ediyor, Emad bir yandan öğretmenlik yapıyor, ders çıkışlarında da provaya gidiyor. Filmden sonra çok düşündüm, acaba aşık olduğum mesleğime duyduğu saygıya, bizi ve gönlümüzü kaptırdığımız işimizi bu denli hassas anlatmasına mı vuruldum diye? Hayır. Film izliyor olduğumu unutma hissime vuruldum ben.
Emad'ın önerdiği kitabı okuyan ve onunla alay ederek, ''Hocam sonunda adam ineğe dönüştü, bana çok saçma geldi, insan ineğe nasıl dönüşür ki'' sorusuna hocasının verdiği '' Kademe kademe'' cevabına vuruldum. Eski evlerinde mutfaktaki rengarenk sinekliğin yeni evde de taşınma bittikten sonra, yeni mutfağın aynı yerinde olmasına, ne kadar zaman geçtiğini aktarmak için sokaktan geçen beyaz kedinin yavrusunu eski eşyaların arasından çıkarmasına, izleyeni sürekli bir başka karakterinin peşinden koşturarak soluksuz bırakmasına ve soluksuz kaldığımızı hissettiği için arada bir nefes almamıza müsaade etmesine vuruldum.
Rana, yeni taşındıkları evde saldırıya uğruyor. Emad, sessiz kalan Rana'nın aksine onun intikamını almaya çalışırken kimin suçlu kimin masum olduğunu bilemediğimiz, insanın bütün hallerine tanıklık ettiğimiz, katman katman örülmüş bir film ''Satıcı''.
Uzun zamandır bir film izlerken yönetmeniyle konuştuğumu hatırlamıyorum. Bir kaç kere kendimi içimden, bana sakın bunu yapma derken yakaladım. En büyük hayallerimden biri, bir gün setine misafir olmak, set günlükleri tutmak, onun oyuncularıyla nasıl çalıştığına ve ürettiğine tanıklık etmek.
Emad'ın sınıfında sanıyorum kendi gençliğine selam verdiği bir öğrenci vardı. Anlamsız bir soru sorduğu için hocasından özür dilediğinde hocaya, anlamsız soru diye bir şey yoktur, aklına geleni sormalısın dedirtti. Belki de soru sormanın ve cevap aramanın insanı nasıl değiştirdiğini bilmekten, belki de çok soru sorduğu gençlik yıllarında alamadığı cevaplardan... Bilmiyorum. Bildiğim, filmden çıktığımda buz gibi bir havada yürüdüğüm o uzun sokak boyunca Farhadi'yi, bir filmin onun kalbine düştüğü ilk andan sonra nasıl geliştiğini, geceleri mi gündüzleri mi yazdığını, kedileri sevip sevmediğini düşündüğüm...
Bildiğim, kendimi o kadar da yalnız hissetmediğim.
Bu koca dünyada o kadar da yalnız olmadığım hissi.
Koca dünya aslında bir yanıyla da bir fındık kabuğuna sığıyor, bazen. Bir film, bir oyuncu, bir an bize tanıdık geldiğinde...Nadir oluyor. Nadir bulunan her şey gibi, değerli.
''Satıcı''yı çok iyi saklayacağım. Tahran'daki o tiyatroda hiç sahneye çıkmamış olsam da, o kuliste hiç makyaj yapmamış olsam da, Rana ve Emad'la tanışmıyor olsam da, hayatımın orta yerindeler.
Ben de yerküredeki kültürlerin arasındaki benzerliklerin, farklılıklardan fersah fersah fazla olduğuna inanıyorum. İçimizin dibine salınan bu korkuyu, bu korkunun üzerine giderek; umut ederek ve her zaman benzemediklerimize kulak vererek ardımızda bırakabileceğimize inanıyorum. Geçmişte karşılıklı yaşanan aşağılanmaların tekrarlanmamasının yolu, biricik ve tek olma bilincimizin aydınlığına bağlı. Karanlıkta kalan, aydınlatmaya çekindiğimiz, bize ezber edilen cümlelerimizden kurtulmanın tam zamanı.
''Satıcı'' bu umudun filmi.
Başka Sinema'da oynayan ve çok az seansı olan ''Satıcı''yı dilerim ki sinemada izleyebilirsiniz.
Rana ve Emad'ın evine misafirliğe gelen ufaklık, o evden kendinden önce yaşayan çocuğun duvar resmini tamamlarken, Emad dolmuşta yaşadığı talihsiz bir olaydan sonra öğrencisiyle bunun hakkında konuşurken, Satıcı'nın Ölümü sahnelenmeye başladığında, Rana hastaneden eve ilk döndüğünde, kayınpeder merdivenleri çıkarken yorulduğunda ve kızı, damadı ve karısı onu almaya geldiğinde, yani her saniye, yaşamın, yaşamda olabilecek olanla olamayacak olanın (belki de bize ezber edilenin ) bu denli yakın, bu denli yan yana olmasını seyredin.
Sonra yürüyeceksiniz, uzun uzun yürüyeceksiniz, hissediyorum...
Geçtiğimiz hafta kitaplardan yana da epey şanslıydım. Fakat bu yazımı sadece Farhadi'ye ayırmak istiyorum.
Alain de Botton'un '' Aşk dersleri'' var avucumun içinde. Bir sofra hayal ediyorum, Asghar Farhadi, ben, Alain de Botton, Savaş Dinçel ve Oscar Wilde oturmuşuz, onlar muhabbet ediyor, ben lal olmuşum. Hiç fena hayal değil hani :))))
Hayırlı haftalar. Hayır, sendroma asla geçit vermeyin. Dünyada çok güzel filmler, kitaplar, besteler, tablolar ve bale var.
hamiş: Süreyya Opera'sında ''Uyuyan Güzel'' balesi prömiyer yaptı mesela. Şubat ayının biletleri bitmiş ama marttaki gecelere hala yer var. Acele edin.