Nocturnal Animals: Bir İntihar Mektubu
Tuğçe Madayanti Dizici
Nocturnal Animals (Gece Hayvanları) karanlık ve rahatsız edici bir melodram. İzledikten sonra uzun süre etkisini üzerinizde hissettiğiniz o filmlerden. Sorgulamaya başladığınızda farklı cevaplara ulaştıkça sizi daha da derin düşüncelere iten filmlerden. Bu başarının sorumlusu stilist, yönetmen Tom Ford. Ve bu yönetmenin sadece ikinci filmi. Bu stil sahibi psikolojik gerilim filmi kuşkusuz senenin en iyi yapımlarından.
O bir Tom Ford
Nocturnal Animals filminin yönetmeni Tom Ford, kendisini sanatçıdan ziyade ticari moda tasarımcısı olarak tanımlayan ve kendi isminde milyar dolar değerinde bir moda markasının sahibi. Richard Buckley ile evli ve çocuk sahibi olan Tom Ford Gucci ve Yves Saint Lauren gibi iki dev markanın senelerce kreatif direktörlüğünü yaptıktan sonra 2004’te kendi isminde Tom Ford markasını başlattı ve bu marka inanılmaz kısa bir sürede global büyük markaların arasında yerini aldı. Oscar törenlerinde ünlü isimleri giydiren bu markanın sahibi acaba film çekebilecek miydi? Dizayn etmek üzerine kurulu uzun seneler filminin şekilcilik içinde boğulmasına mı sebep olacaktı? Hayır bu yıllar Tom Ford’a filmlerinde büyük güç yaratacak bir kusursuzluğu hediye etmiş oldu. Ve Ford’un mükemmeliyetçiliği senelerdir izlediğimiz en güçlü filmlerden birisininin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Film romandan iyi
İlk filmi A Single Man (2009) gibi bu ikinci filmi de Tony and Susan isimli bir romandan Tom Ford tarafından senaryolaştırılarak uyarlanmış. Her iki filmde de yönetmen kendi kafasındakini gerçekleştirmek için romanları kullanmış. Normalde bu kızılacak bir şey iken ortaya çıkan sonuca bakınca insan gönüllü bir şekilde bunu kabulleniyor. Neticede, bir sanat eserinin başka bir formda daha iyi bir noktaya taşınmasından bahsediyoruz. Anlatmak istediği ve göstermek istediğinden o kadar emin bir yönetmen var ki karşımızda romanı tüm bunları kuvvetlendirme aracı olarak kullanması çok anlaşılır.
Kitabı okudum ve filmi kitaptan daha çok sevdim. Gerçek zaman dilimi romanda çok az yer bulmuştu ve finali çok farklı olmasa da filmdeki kadar keskin değildi. Kitapta ana fikir daha çok insanlara ihanet etmemek, sadakat, insanları hayatından vahşice fırlatıp atmamanın gerektiği üzerineydi. Hepsinden önemlisi insanın kendine inanması gerektiği ile ilgiliydi. Film zaten kitabın en çok bu ana fikrinden yararlanmış ancak çok daha ilerilere hatta derinlere inmiş diyebilirim.
İki farklı dünya
Aşk, acımasızlık, intikam ve kefaret ile ilgili olan filmde yönetmenin tablosunu çizdiği iki farklı dünya var ve yönetmenin kendisi ikisine de hakim. Bunlardan biri kendisinin de gerçek hayatında hala içinde yer aldığı, sahip oldukları gösterişin kendilerini mutlu etmesi gerektiğine inanan insanlardan oluşan ayrıcalıklı materyalisttik bir dünya. Diğeri ise Teksas doğumlu olan Ford’un Batı Teksas’ta çocukken hayatını geçirdiği gibi daha basit bir hayata dair dünya. Filmde boşanmış bir çifti oynayan Amy Adams ve Jake Gyllenhaal’un birbirleri hakkında karanlık gerçekleri ve kendilerini keşfedişlerini izliyoruz. Çoğu yönetmen için tek bir yönde ilerleyen tek bir hikayeyi anlatmak bile çetrefilli iken Tom Ford bu filmde iki farklı hikaye anlatıyor. Film içinde film gibi ama hikayeler öyle bir seyrediyor ki adeta tek bir hikâyeymiş gibi hissediyorsunuz.
Kendini keşfederken
Film üç farklı dilimde ilerliyor; gerçek zaman, gerçek zaman flashbackleri ve okunan romanın aktığı hikaye. Gerçek zamanda Susan çok zengin ve ayrıcalıklı bir hayat süren başarılı bir galericidir. Bir gün kendisine eski eşi Edward’dan bir posta gelir. Edward tamamladığı Nocturnal Animals isimli ilk romanını basımdan önce Susan’a okuması için yollamıştır. Susan’ın daha paketi açarken parmağını kesmesi ile nasıl gergin bir yolculuğa çıkacağımız bize hissettirilir. Susan’ın okuduğu bu roman Teksas’ta geçiyor ve ton olarak tamamen gerçek zaman hikayesinden farklı. Bu hikaye çok karanlık, çok gergin ve çok etkileyici. Ayrıca Susan kitabı okudukça geçmişe bakış açısını değiştirmeye başlar ve kendi geçmişi ile ilgili flashbacklerinde neler olduğunu anlamaya çalışır.
Revenge tablosu
Susan kitabı okudukça yani kendini dürüstçe tekrardan keşfettikçe satın almış olduğu sanat eserlerinin anlam kazanması ile gerçekleştirilen derin eleştiriler çok etkileyici.
Örneğin Susan’ın kocaman harflerle REVENGE yazan tabloyu gördükten sonra tabloyu kendisinin satın aldığını dahi hatırlamamasına rağmen içinde bulunduğu ruh hali ile tablonun onu sarsması. Bu hem sanatsal ciddi bir eleştiri hem övgü hem de Susan’ın okuduğu roman ile birbirinin içine geçmesi açısından zekice işlevsel. Ve inanın bu sahne tüm olayın bir özeti. Filmi seyirciye nasıl bir şey izlemek üzere olduğunu çarpıcı provokatif radikal bir şekilde gösteren açılış sahnesine ve de filmin finalinin yarattığı cevapsız sorulara dair bir cevap.
Cevapsız sorular
SPOILER ALARMI...... Susan’ın okuduğu romanı Edward’ın yazdığı ayrıntılı bir intihar mektubu olarak görüyorum. Gerçekten öldü mü bilemeyiz ama metaforik anlamda eski Edward’ın öldüğünü düşünüyorum. Romandaki Tony’nin bir kaza kurşunu ile ölmüş olması da bunu güçlendiriyor. Tom Ford’un filmin ismini neden Tony and Susan yapmadığının cevabı da bence finalinde yatıyor. Hayali bir karakteri gerçek karakterle çift olarak konumlandırmak iki hikayenin birbiri ile iç içe geçmesini sağlıyor. Jake Gyllanhall’ü her iki karakter için kullanması fakat Amy Adams’ı tek gerçek karakter için kullanması ise metaforu güçlendiriyor. Okuduğu kitabın kahramanını Edward olarak hayal ediyor ve hikayede Edward’ın ismi Tony. Tony’nin eşini de kendisine çok benzeyen ama daha ideal bir eş olarak hayal ettiği başka bir Susan olarak hayal ediyor. Çok zekice!