İnsan aşık olduğu mesleği yapabildiğinde ömür boyu çalışmazmış ya...
Sevinç Erbulak
Kat sayılarındaki durdurulamaz artışlarıyla akıl sınırlarımızı zorlayan bu gökdelenler, metaller, robot insanlar ve vahşet çağında; doğa, hiçbir şey yapmadan her şeyi onarabilir mi? İçimizi, içimizdeki kötüyü; ezberciyi, tembeli, şikayetçiyi gülümsetebilir ve şifalandırabilir mi?
Sevgili Aykırı Akademi'ciler,
Haydi itiraf edin ! Çocuğunuz olmasa da itiraf edin, siz de bu ülkedeki eğitim sisteminin yetiştirdiği robot çocuklara üzülüyorsunuz değil mi ?
Onları, sınav kağıtlarında aldıkları notlardan ibaret gören velilerden misiniz yoksa? Bir bakın bakalım aynaya. Hayatlarında sınav sonrası bir daha hiç karşılarına çıkmayacak olan o tuhaf sorularla boğuşan biriciklerimiz, çok yorgun ve hepsi yaşından daha yaşlı görünüyor. Gerçek bu. Gerçeğe kör olmadık değil mi?
Kör karanlıkta, neredeyse "iyi geceler kızım iyi dersler" denilecek saatlerde, onları okula yolcu ettikten sonra, gerçekten sıcak yataklarımıza girip uykumuza kaldığımız yerden devam edebiliyor muyuz? Ben edemiyorum.
Seçtikleri, sevdikleri, istedikleri değil, kazandıkları, puanlarının yettiği, yetindikleri bölümlerde, sürekli ve sadece yetinip okuyarak hasbelkader mezun olduktan sonda işsiz kalan çocuklarımız, büyüyünce bizden hesap soracaklar ama ne gam !"Öyleydi yavrum, kurallar vardı, sistem vardı, yapacak bir şey yoktu" dediğimizde kendimizi sevmeye devam edebilecek miyiz?
Hayatı kendi kelimeleriyle ve eylemleriyle değil, gözlerini kapatıp ezberledikleri bir kitabın sayfalarını çevire çevire karşılayan, ezbere yaşayan çocuklarımız, bizim gibi yetişkinler olup kendi biriciklerini dünyaya getirmeye devam ettiklerinde çok üzüleceğiz.
Ama bir dakika.
Arada bir, nadiren; birileri bu gidişe bir dur diyebiliyordur belki. Biraz daha itiraf edelim mi ne dersiniz?
Mesela daha doğum haftasından başlamıyor mu annelik yarışmalarımız? Kaç kilo doğdu, sizinkinin boyu kaç santim? ....sorularının yerini, matematikte iyi mi ? Son sınavdan kaç aldı?..... soruları alıyor ve gidişata dur diyebilen " nadir " lere deli gözüyle bakılıyor.
Peki ya deli olan sistemin ta kendisiyse ? Bize dayatılan bu akıl almaz eğitimsizliğe dur diyecek yürek mi yok bizde ?
Kavin'im büyürken, ben bunları düşünüyorum. Ona içtenlikle, notların, sıralamaların; sonuçların zerre kadar umurumda olmadığını söylüyor, sevdiği mesleği keşfedebilmesi konusunda yardımcı olmaya çalışıyorum, yettiğimce.
Mutluluğun, bir işe aşkla gitmenin, bir mesleği delice sevmenin öneminden bahsediyorum ona, sayılardan değil. Kendini arayıp bulma yolculuğunda, bir gölge gibi peşindeyim, peşinde olduğumu çok da duyurmadan. Kendi olsun, kendini ifade ederken; tartışırken, dinlerken ve anlamaya çalışırken özgür olabilsin diye. Kızmasın bana diye büyüyünce...Ya da nasıl olsa kızacaksa az kızsın diye.
Sonra karşıma bir film çıkıyor günün birinde....Mümkün mü diyorum ? Böyle bir dünya gerçekten mümkün mü bizim vahşi gezegende ?
KAPTAN FANTASTİK
Kat sayılarındaki durdurulamaz artışlarıyla akıl sınırlarımızı zorlayan bu gökdelenler, metaller, robot insanlar ve vahşet çağında; doğa, hiçbir şey yapmadan her şeyi onarabilir mi? İçimizi, içimizdeki kötüyü; ezberciyi, tembeli, şikayetçiyi gülümsetebilir ve şifalandırabilir mi ?
Ben ve Leslie çocuklarıyla birlikte bu sorunun cevabını aramak üzere yola çıkarlar. Doğaya ve doğala karışırlar. Ancak Leslie'nin beklenmedik ölümüyle her şeyin dengesi bozulur.
Filmin hem senaristi hem de yönetmeni Matt Ross bizi tam da bu ölümden sonra, sorularımızla baş başa bırakarak, filmini seyretmemizi öneriyor. Hiçbir şey düşünmeden, fikir üretmeden, yorulmadan; sadece durarak seyretmemizi...
Çocuklara çocuk oldukları için anlatmadığımız "yetişkin" lere ait "üzücü" gerçeklerin sadece birer gerçek olduğunu hatırlatarak....Çünkü, bazen gerçeği çocuklaştırarak anlatma çabası, gerçeğin kendinden daha acıtıcı olabiliyor galiba.
Film boyunca çocuklardan sakladıklarımızla değil, aslında onlara uyguladığımız yasaklarla, biz büyüklerin ne kadar çocuk olduğumuzu anlatıyor.
Filmi izledikten sonra hiçbir şeyi değiştiremeyecek de olsam, en azından filmdeki toplu akşam yemeği sahnesini aklıma öyle bir kazıdım ki bir çocuğa asla "şimdi bunu ona nasıl anlatacağım" diye düşünmeyeceğim bundan böyle.
Viggo Mortensen, demlenmiş; şahane oyunculuğu ( özellikle çocukları büyükbabaya bırakıp, nereye gideceğini bilmeden evden çıktığı sahnedeki beden dilini izlerken lütfen beni hatırlayın ) ve çocuklarını oynayan birbirinden yetenekli oyuncularla bence hayatında en sevdiği filmlerinden birinde çalışmış. Çalışmış demeye dilim varmıyor, insan aşık olduğu mesleği yapabildiğinde ömür boyu çalışmazmış ya ;) Çok seviyorum bu sözü...
Çocuklarımızın ömür boyu çalışmayacağı, hayatlarının her anından zevk alacakları bir yaşamı arayalım. Bence bulabiliriz. O yaşam modeli, onu bulmak isteyenler için fazla uzağa gitmiş olamaz ;) Çevremize bakalım.
Kendi kelimelerimizi bulalım, kendimizi bulalım; ondan sonra çocukları büyütmek o kadar da zor bir şey değil.
Siz bu satırları okurken film muhtemelen gösterimden kalkmış olacak ama buna da ne gam !
Bulunuz, indiriniz ve izleyiniz.
Matt Ross'un benim tahminimce dediği gibi, sadece izleyiniz.
Çünkü doğa, her zaman sağaltır.
Gelelim yepyeni bir tiyatro grubuna. Haftamın heyecanına, umuduna.
Tiyatro Neva'ya.
Bir araya gelen genç oyuncular düşünün şimdi, ne varsa onlarda var diye boşa söylemiyorum ben. Sedef Ecer'in bol ödüllü oyunu "Kenardakiler" i okuduktan sonra yapabilir miyiz deyip Mert Öner'e gidiyorlar. Yani yönetmenlerine...Yaparız diyor Mert ve birlikte yola çıkıyorlar. Kenardakiler'i anlatmak için bize.
" Dünyanın tüm kenarları içerdekilerin çöplüğüdür". diyor Sedef Ecer, hayranlıkla hatırladığım oyunculuğunun yanına bir de tiyatro yazarlığını eklemiş yıllar içerisinde. Umarım ilk uçağa atlayıp gelir görür oyununu anadilinde. Gurur duyacağına eminim sahnedekilerle.
Yurtsuz, köksüz, hatta göbek bağı bile olmayan ötekiler var sahnede. Köşede kalanlar, dışarıda kalanlar, dışarıda bırakılanlar.
Kendileri kadar genç bir reji ile çıkıyorlar seyircinin karşısına. Metin kadar akışkan ve duru. Ben ikinci oyunlarına gittim. Biz oyuncuları biraz korkutan ikinci oyunların kötü şansını kırmak için. Oldu da ;) Tuttu yani maya...Tiyatro Neva'nın çocukları inanmıyor yani artık ikinci oyunların kör şansına ;)))
Yaşadıkları yerden çok uzaklara gitmek isteyen Tamar ve Azat, "oh la la" diyenlerin bol olduğu, herkesin çok mutlu olduğu ! Paris'i seçiyorlar kendilerine. Sonra da bir karar alıyorlar, önden Azat gidecek ve sonra Tamar'ını yanına alacak.
Zaten alamazsa sultanların sultanı " Sultan", tüm dertlerin devası Sultan, ne yapıp edip Tamar'ı Azat'ına yollayacak.
Tamar ve Azat'ı bu kadar benzer kılan şey ne peki ? Anneleri mi ?
Peki çingenelerle konuşmak uğursuzluk getirir mi ? Göbek bağları yok mu bu köksüz çingenelerin gerçekten ?
Metni, oyunculardan Ceren Taşçı bana yollamıştı, burnum sızlamıştı okurken...İzlerken de aynen öyle oldu.
Seçtikleri, sahne üzerinde en çok oyuncunun gücüne dayanan sahnelemeyi çok sevdim. Onların umutlarını, yıkıldıkça yeniden, bir gecede inşa ettikleri evlerini, evleri inşa eden ellerini çok sevdim. Perşembe geceleri Toy Sahne'de izleyebilirsiniz. İkinci oyunlarını seçmelerine, devam etmelerine, umut etmelerine sebep olursunuz.
Ne varsa okuyan, yazan, birlikte üreten, hayal eden gençlerde var. Onlar iyi ki var.
Haftamın kitabı, aslında hayatımın kitabı. Nedense bu hafta, Fantastik Kaptan'dan ve onun pek de sevmediği sayılardan bahsederken aklıma tek bir kitap geldi. Büyükleri çok tuhaf bulan bir çocuğun, uçağı arıza yapan bir pilotla çölde karşılaşmasını anlatan bir kitap. Anladınız değil mi ? Şimdi kitabın içindeki ilk çizimi düşleyin lütfen.
Biliyorsunuz ciddi adamların öyle düş kurmaya pek vakitleri yoktur. Onlar yıldızların bile sahibi olduklarını düşünürler. Yıldızların sizin olması ne işinize yarar ki diye soracak olsanız, zengin olmalarına yaradığını söylerler. Peki zengin olmanız neye yarar diye sorsanız, "yeni yıldızlar bulununca onları da satın almaya elbette" diye cevap verirler.
Eğer hala hangi kitaptan bahsettiğimi anlamadıysanız aşağıdaki resmî iyice inceleyin. Bir gün yolunuz Afrika'ya, çöle düşerse, yolculuğunuzun tam bu noktasında nolur acele etmeyin. Bir süre bu yıldızın altında bekleyin. Karşınıza bir çocuk çıkıyorsa, gülüyorsa, altın saçları varsa, sorulara karşılık vermiyorsa, biliniz ki o'dur. Küçük Prensin yeryüzünde göründüğü ve kaybolduğu yerdir burası. Umarım onu görebilirsiniz.
Biliniz ki "Gerçeğin mayası gözle görülmez".