Jackie: Biyografiyi aşan bir film
Tuğçe Madayanti Dizici
Bir ünlüyü başka bir ünlünün canlandırdığı biyografik filmlerde, filmi izlerken bir noktada oynayan kişi ortadan kaybolur, kaybolmalıdır. Ancak bu filmin hiçbir aşamasında Natalie Portman’ı izliyor olmaktan kurtulamadım.- Puan:65
Şilili başarılı yönetmen Pablo Larraín’in ilk İngilizce filminin Jackie Kennedy biyografisi olacağı söylendiğinde yönetmenin kendine özgü stilinin Hollywood’un homojen biyografik film yapısını bastıracağını öngörmüştük. Nitekim öyle de oldu ve Pablo Larraín Jackie’nin hikayesi ile çekilebilecek en yenilikçi filmi çekti. Ve Jackie’yi canlandıran Natalie Portman’ın yoğun performansı, onu Oscar için ağlamaklı suratlarının bulunduğu komik caps’lere kadar düşürdü. Bana kalırsa sonuç olarak Jackie yönetmenin ve başrol oyuncusunun hırsının altında ezilmiş bir film oldu.
Yönetmenin yapısal olarak eklediği yenilikler hikayede birkaç katman oluşmasını sağlıyor; televizyon için Jackie’nin yaptığı Beyaz Saray tur kaydı, suikasttan hemen sonrası, rahip (John Hurt) ile sohbeti, Life Magazine’den gazeteci Billy Crudup ile eşi John F. Kennedy’nin öldürülmesinden bir hafta sonra gerçekleştirdiği röportaj. Ve yönetmen bunlar arasında kronolojik bağlantı kurmak yerine serbest gitgeller yapmayı tercih etmiş. Bu rastgele bir hareket gibi dursa da yönetmen sonunda kümülatif bir güç elde etmiş. Sahneler Jackie’nin kişiliğine ve Kennedy’lerin mirasına ki filmde Kennedy’lerin sadece iki sene gibi çok kısa bir dönem hizmet verdiği de vurgulanarak, eşit derecede önem verilmiş.
Kamerayı tutuşu sayesinde oyuncunun içine bakmamız için bir dürbün uzatan yönetmen oyuncuların oyunlarını zıpkınla yakalamış. Filmde harika bir şekilde canlandırılmış olan 60’lar gerçek anlamda o döneme bakıyormuşsunuz hissi veriyor. Haber ve arşiv görüntülerinin tekrar çekimleri orijinal kayıtları ile belgesel hissi veren bu görüntüler izleyiciyi tarihe şahit ediyor. Biyografik filmlerde yönetmenin varlığını hissetmek çok tercih edilmese de Pablo Larraín’in varlığı her kareye sinerek bu görüşe karşı çıkıyor. Filmin diğer büyük starı ise bana kalırsa kesinlikle Mica Levi’nin (kısaca Micachu) film müziği. İngiliz viyolonselist olan Michachu, kışkırtıcı, rahatsız edici ve seni kişisel olarak yakalayıp karışık psikolojik ruh hallerine sürükleyen müzikleri ile Under the Skin filminden sonra adeta başka bir seviyeye ulaşmış. Darren Aronofsky'nin yapımcılığı, Noah Oppenheim’ın başarılı senaryosu, Pablo Larraín’in özgün yönetmenliği, dönemi tam anlamıyla yansıtan sanat tasarımı ve etkileyici film müziğinin ötesinde seyirci en çok Natalie Portman’ın performansını merak ettiği için bu filmi izleyecektir.
Jackie filminin en dikkat çeken ve konuşulan tarafı hiç kuşkusuz, oyunculuk. Natalie Portman kendini bu role tamamen adamış. Pek çok kişinin aksine ben bu performansın o kadar da hayranı olamadım. Bir ünlüyü başka bir ünlünün canlandırdığı biyografik filmlerde, filmi izlerken bir noktada oynayan kişi ortadan kaybolur, kaybolmalıdır. Ancak bu filmin hiçbir aşamasında Natalie Portman’ı izliyor olmaktan kurtulamadım. Ama şurası kesin ki Natalie Portman son derece ilginç ve güçlü bir performans ortaya koymuş. Yönetmenin yapısal ayrımlarla dinamikleştirdiği katmanların her birinde Jackie’lerin birbirinden farklı olduğunu görüyoruz. Natalie Portman tüm bu Jackie’ler arasında tonlama farkı bile koymuş. Mesela röportaj sırasında sürekli sigara içerken gazeteciye dönüp ‘biliyorsun ki ben sigara içmiyorum’ dediği an oyuncunun bu farklılıkları mühürleme hali ayakta alkışlanacak türden.
Diğer tüm sahnelerde etrafında hep insanlar olduğu için tam olarak aklından ne geçtiğini tam anlayamadığımız Jackie’nin rahiple olan sohbet sahnelerinde kendisini daha çıplak görebildik. Benim izlemekten en keyif aldığım Jackie ise suikast sonrası herkes endişe ve korku içinde iken eşi JFK için arzuladığı büyük tören için verdiği mücadele sahneleri oldu. Bu sahnelerde de yanında en çok Bobby vardı. JFK’nin kardeşi Bobby rolünde izlediğimiz Peter Kierkegard’ın her nedense filmlerde hep arka planda kalma ve kaybolup gitme gibi bir huyu var. Filmde orta seviyede bir Bobby karakteri sergileyen oyuncunun neden mükemmel, unutulmaz bir Bobby performansı ortaya koymadığını anlamak zor.
Amerika’da bir ikon haline gelmiş olan Jackie’nin, eşinin ani ölümü sonrasında duygusal, düşünsel olarak yaşadığı zorlukları anlatan bu biyografik filmin unsurları tek tek başarılı olmasına rağmen bence senenin en abartılan filmi. Üstelik Jackie gerçekten böyle mi hissetti böyle mi davrandı pek emin olamıyorum. Bu filmin benim açımdan en büyük eksisi bu. Natalie Portman’a oskarlık performans çıkartmak için Jackie’nin yaşadığı ruhsal yolculuğun, onun da bir insan olduğu vurgusunun fazlasıyla ajite edilmiş olduğunu düşündüm ve film boyunca bu duygudan kurtulamadım. Tek merak ettiğim Jackie hayatta olsaydı ve biyografiyi aşan bu filmi izleseydi acaba ne düşünürdü? Kennedy ailesinden şu an sadece tek kişi hayatta; Caroline Kennedy. Kendisi Japonya’da Amerikan Büyükelçiliği’nde diplomat ve yoğunluk içerisinde olduğundan filmi henüz seyredememiş. En azından onun yorumunu merak ediyorum.