Snowden: Bize ‘gerçek’ olanı verdi
Tuğçe Madayanti Dizici
Demokrasi denilen şey bir kurmacadır. Politik tiyatro hepimize korku salarak pasifleştirmek amacı taşır. Diktatörlük ve otoriter rejimlerde en çök özlenen ve beklenen ‘gerçek’tir. Snowden bize ‘gerçek’ olanı vermiştir. - Puan: 65
Amerikalı bir genç 20 Mayıs 2013’te Hong Kong’taki Mira Otel’e yerleşti. Ardından The Guardian gazetesi yazarı Glenn Greenwald’a isimsiz bir mail geldi. Bu malide kaynak kendi iddialarını kanıtlamak için birkaç dosya örneği göndermişti. Bu öncü dosyalarda ABD’nin sadece El Kaide, Kuzey Kore gibi kabul edilebilir hedefleri değil kendi müttefikleriyle sivilleri de dinlediğini belgeleyen dokümanlar vardı. The Guardian’dan Glenn Greenwald, Ewen MacAskill ve belgesel yapımcısı Laura Poitras bu gizemli kaynakla görüşmek için Hong Kong’a gitti. Kaynak Amerikalı bilgisayar uzmanı ve CIA ile NSA (Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi) eski çalışanı Edward Joseph Snowden idi. Yaklaşık bir hafta boyunca NSA’nın anayasaya aykırı olarak vatandaşların kişisel hak ve özgürlükleri ihlal ederek küresel olarak herkesi gizlice izlediğini ifşa eden gizli belgeleri anlattı. Ve bu anlattıkları 5 Haziran 2013 tarihinde ilk defa The Guardian Gazetesi’nde basıldı. Bu büyük ses getiren olay sonrasında Snowden hakkında vatana ihanet kapsamında suçlamalar yöneltildi. Snowden yurtdışına kaçarak halen bulunduğu Rusya’ya sığındı. Amerika’nın demokrat ve cesur yönetmeni Oliver Stone son filminde işte bu cesur adamın ve eyleminin izlerini sürüyor.
Kaynak kitaplar
Filmografisinde büyük tarihi olaylar ve önemli biyografik hikayeler bulunan Oliver Stone hikayesini çoğumuzun hatırlayacağı üzere Gezi Direnişi’ni takip etmek için İstanbul’a gelen The Guardian’ın ödüllü yazarı Luke Harding tarafından yazılmış The Snowden Files ve ünlü Rus avukat Anatoly Kucherena tarafından yazılmış Time of the Octopus adlı distopik romanını temel alarak Kieran Fitzgerald ile senaryolaştırmış. Filmin temel aldığı bu iki kaynağa bakınca Stone’un Snowden bir kahraman mı yoksa vatan haini mi ikilemine nasıl yaklaşacağını kestirmek pek güç değil. Aslına bakarsanız Oliver Stone Çek film festivalinde Snowden’ı bir kahraman olarak tanımlayan ilk Hollywood isimlerinden. Örneğin 17 Ocak’ta piyasaya çıkacak olan Edward Jay Epstein'ın How America Lost Its Secrets: Edward Snowden, the Man and the Theft isimli kitabını temel alsaydı filmin Snowden düşmanlığını besleyeceği varsayımına varabilirdik. O yüzden filmlerde temel alınan kitapları ve yazarları tanımak, yönetmeni tanımak kadar önemli.
Snowden’ı anlamak
Bazı sıkıntıları olmasına rağmen filmi sevdim ve zamanın nasıl geçtiğini dahi anlamadım. Oliver Stone sol eğilimleri olan bir yönetmendir ve bakış açısını filmlerinde kullanmaktan asla sakınmaz. Yönetmenin bu filmde de Snowden ve onun eylemi ile ilgili ne düşündüğü çok net. Ancak hassas gerçekleri ele alan konuları saldırganca insanların yüzüne çarpabilen ve bu yönüyle de itibar kazanmış olan Oliver Stone’un her zamanki tutkusunu Snowden filminde göremedim. Objektif sert duruşunu, olaylara yeni açılardan bakma marifetini, bilinen hikayeyi düz bir şekilde anlatmakla yetinerek, Hollywood tarzını tercih etmiş. Yani hikayeyi aptalın bile anlayacağı şekilde anlatmayı tercih etmiş. Yönetmen ayrıca günümüz hacker dizi ve filmlerinden feyz alarak filmini dijital görselleri olan, son derece parlak ışıklı bir film olarak çekmiş. Bu da filmin Akademi kumaşını oldukça kısaltan bir hamle olmuş. Snowden’ı canlandıran Joseph Gordon-Levitt oyunculuğunda vücut hareketlerinden sesinin rengine kadar birebir gerçek Snowden’ı taklit etmiş. Bu kadar önemli bir film olmasına rağmen birçok eksiklikten dolayı filmi ve Gordon-Levitt’in bu performansını Akademi görmeyecektir. Halbuki bu filmin o sahnede ödül alması sansasyonel harikalıkta olurdu!
Nedir bu eksiklikler?
Hikayeyi bildiğimiz için hepimiz oyunun sonunu zaten biliyoruz. O yüzden film şüphe ve gerilim yaratmakla boşa vakit kaybetmeyerek en çok merak ettiğimiz can alıcı sorularla ilgilenebilirdi. Snowden bizim kahramanımız mı yoksa iddia edildiği üzere Rus ajanı mı? O bir hain mi? Bir liberal dahi olmayan Snowden bunu neden yaptı? Motivasyonu ne idi?
Bunu filmde çözemiyoruz. Şahsen onca okumadan ve belgesellerden sonra Snowden’ın bu eylemi herhangi devrimsel bir ilke uğruna değil de içgüdüsel olarak yaptığını düşünüyorum. Bu tür filmler için sıkıntılardan biri de şudur; gerçek hayat kahramanlarının kusurlu oluşları sorgulayıcı izleyici için sıkıntı yaratabiliyor. Kahramanların hayat hikayeleri, eylemleri kadar etkileyici ve ikna edici olamayabiliyor. Görüyoruz ki Snowden’ın karakteri de, hayat hikayesi de sıkıcı. Üstelik ne kadar deşsek de yaşadıkları bu yaptığı büyük eylemi açıklamaya yetmiyor. O yüzden ancak gerçeği bir nebze çarpıtarak ve örtbas ederek sinema ile bu isimleri yüceltebiliyoruz. Mesela diğer Amerikan kahramanlarından Malcolm X’in otobiyografisinde göze çarptığı üzere kadın düşmanı veya Martin Luther King’in gerçek hayatta son derece zampara biri olduğu gerçeklerini ötelememiz bundandır.
Film sormalı veya cevaplamalı
Kutuplaştırıcı soruların kutuplaştıran cevapları olur. Film, Snowden’ın kız arkadaşı ile ilişkisi ve eylem arasında zoraki bir bağ kuruyor. Halbuki film bu zorlama yerine daha sert davranarak büyük sonuçlar doğuran bu eylemin insanlar üzerinde yarattığı etkilere değinebilirdi. “Teröristleri yakalamalarına yardım ediyorsa beni gözetlemelerinde sakınca yok” diye düşünen milyonlarca insan için daha ikna edici ve çarpıcı bir hikaye kurgulanabilirdi. Snowden’ın doğru olanı yaptığını düşünenler gibi senelerdir yapılan yorumlara yazılan yazılara bakınca bu eylemi böyle görmeyen ve bu konuda çok farklı düşünen milyonlarca insan olduğu da bir gerçek. Filmin asıl onlara bir şey söylemesi, onları ikna etmesi gerekirdi.
Demokrasi denilen şey bir kurmacadır. Politik tiyatro hepimize korku salarak pasifleştirmek amacı taşır. Diktatörlük ve otoriter rejimlerde en çök özlenen ve beklenen ‘gerçek’tir. Snowden bize ‘gerçek’ olanı vermiştir. Gözaltına alınma korkusuyla tweet dahi atmaya korktuğumuz bu yıllarda, Obama, Merkel, Cameron, Erdoğan ve diğer pek çok ülkenin liderlerinde adeta şok etkisi yaratan belgelerle ortaya dökülen sırları, tüm baskılara rağmen bizlerle paylaşan Snowden benim için şu an yaşayan tek kahramandır. O, George Orwell’in 1984’ünde yaşadığımızı kanıtlamıştır. Oliver Stone da bu cesarete arka çıkarak takdiri hak etmiştir.