Akordeon klavyesinin büyülü oynatıcısı ‘Bizim adam’ Florin
Serdar Nâzım YÜCE
Beyoğlu’nda ve Kadıköy’de vakit geçiriyorsanız Florin’i dinlemişsinizdir mutlaka. Daha doğru ifadeyle, o size sizin bakmadığınız anlarda teşekkür busesi göndermiştir de siz bundan bihabersinizdir. Ama duysanız Florin’i “Evet, bu bizim adam!” dersiniz. Bizim adamdır Florin.
Geçen gün şöyle bir esmişti de, eski dostlardan Madam Anahît’i yazmıştım. Madam’ın Beyoğlu için önemli bir kişilik olduğu o öldükten çok sonra ortaya çıksa da açıktı. Tam onu tanımadan kaybetmenin olanca ağırlığı bastırmışken sırtıma, Florin kardeş imdada yetişmişti. Florin Beyoğlu’nun en güzel hanımefendisi Anahît’in elinden düşmekte olan bayrağı fark etmişti sanki. Olmayan bir bacağına aldırmadan koşup kapmıştı, daha bayrak yere düşmeden. Anahît’in yokluğunda sekiz sene kadar sessiz kalan Beyoğlu, yeniden akordeon sesiyle çınlamış, Florin’in çileli olduğu dört bir duvarından belli sesiyle çağlamıştı
Beyoğlu’nda ve Kadıköy’de vakit geçiriyorsanız Florin’i dinlemişsinizdir mutlaka. Daha doğru ifadeyle, o size sizin bakmadığınız anlarda teşekkür busesi göndermiştir de siz bundan bihabersinizdir. Ama duysanız Florin’i “Evet, bu bizim adam!” dersiniz. Bizim adamdır Florin.
Asi Florin’i Galatasaray’ın önünde, tramvay yolunun tam ortasında ya da Süreyya Operası’nın dibinde çalarken dinlemediyseniz, o davudi sesin akışına kendinizi kaptırmadıysanız kentin gürültüsünde boğulmuşsunuz demektir.
Florin Stanescu. Şimdilerde yaşı 38 oldu. Florin Romanyalı, Romanya’nın büyük bir sanayi şehrinde doğmuş. Gençliğinden beri akordeon çalıyor. “Bana müzik kalpten gelir babacım” der hep, öyle olduğuna hemen inanırsın. Aksi mümkün değil. Babası keman çalarmış, müzikle büyümüş. Dedesinden öğrendiği Roman halk şarkılarını da kendine repertuvar edinmiş.
Akordeonda ve sesini insanın ciğerine işleme sanatında o kadar usta ki. Usta olduğu kadar da mütevazı. Önündeki ayakkabı kutusuna bir lira bile yuvarlasanız teşekkür eder. Çaldığı şarkının doruk noktasında bile olsa başını eğer selamlar sizi. “İyi misin” sorusunun yanıtı hep aynıdır Florin’de; “Önemli değil”. Türkçe bilmediğinden değil, yanlış anlaşılmasın. Akordeonuna zabıtalar tarafından el konulduğunu öğrenip yanına gittiğimizde bile “Önemli değil, önemli değil” diye geçiştirmişti. Bacağının olmayışı yüzünden insanların kendisine acıdığını görmek istemez Florin. “Önemli değil” Florin için, “Ben size muhtaç değilim ama müziğim dinleyiciye aç”ın kısaca aktarımıdır. Onun için hep dimdik durur, başını sadece müziğine teşekkür edilince eğer.
Sağ bacağını daha dört yaşında bebekken geçirdiği bir tren kazasında kaybetmiş Florin. Aslında motor teknikeri ama geçirdiği kaza işini yapmasını engellemiş. O da “Madem durduğum yerde iş yapamıyorum ben de gezerim” demiş. Bacağının olmayışı teknikerlik yapmasına engel ama gezgin olmasına değil! Hem en iyi bildiği şeyi yapabilmek, hem de – hani olur da - protezin parasını toparlayabilmek için 200’den fazla şehirde çalmış Florin. Avrupa’nın neredeyse tamamını gezerken 7 dil öğrenmiş, kazandığı dostluklar da cabası. Protez bacak parasını toplamak için çıktığı bu uzun yolculuk onu çok başka bir noktaya taşımış. Roman müziği deyince İtalya’nın bir şehrinde de, belki de İstanbul’da da akla Florin geliyor artık.
Yıllarca kentte gezintiye çıkarken hesaba kattığım, “İstiklâl’e yol düşüreyim de, bir göreyim” dediğim Florin o kadar alıştırdı ki kendine. “Bir fırsatını bulsam da, şöyle iki kelimeyi geçip röportaj yapsak” dedim dedim, olmadı. Sonra bir arkadaş, “Bizim adam gitmiş” dedi. Beynimden kaynar sular döküldüğünü hatırlıyorum. Güzel insanların bir bir gidişlerine alışığız. Ama bu yüreğimizin nasır bağlayacağı anlamına gelmiyor. Sanki aileden biri veda etmeden Antarktika’ya yerleşmişti. Nasıl yani, şimdi o bozuk Türkçeyle söylediği “Abi sen de maşallah” lafını bir daha duyamayacak mıydık?
Zaman geçti. Tam Madam’ı yazmış, sokağa çıkmışken… Sanki yazımı okumuş da uçmuş gelmiş gibi, bir Florin belirdi İstiklâl’de. Akordeonun sesi tanıdıktı, yaklaştıkça “Evet, evet Florin bu” dedim. Florin dönmüştü. Gidip eline sarıldım, “Neredeydin sen” dedim “I love you” dedi. Önünde, içinde hiç yeşil yeşil dolarlar göremeyeceğiniz bir ayakkabı kutusu yine, cebimdeki madenileri tek tek savurdum. Geçip yanına oturdum, dinleyemediğim zamanların acısını çıkardım. Sigaram bitince selam verip uzaklaştım… Sonra iki kez de Kadıköy’de gördüm onu. Belli ki Beyoğlu’ndaki dönüşüm onu da vurmuştu, konserlerine Kadıköy’de devam edecekti.
Daha uzatmayayım. Bu bir tür girizgâh olsun. Röportaj sözünü aldım, yakında kendi ağzından dinlersiniz. Madam’ın akordeonu halen çalıyor, çalışıyor. Şimdilik onu bilin yeter.