Menu

Alayı içi boş kavram salatası...

 

Perçemli Pürçek

 

Sigarayla arama mesafe koydum bugün.

Ağızlık kullanıyorum...

Eskişehir gezisinden aldığım, lületaşından ağızlığa tıktım sigaranın filtresini. Yakarken ucunu, tütün hayli uzak göründü gözüme.

 

Yağmurlu bir sabah...

“Dün nasıldı, bugün nasıl” dedirten bir soğukla başladı gün.

Göz kapaklarım kalkmıyor yukarı, hep yerçekimiyle çekişme halinde.

 

Sigaram, mesafeden şikayetçi sanırım, dumanı cimrice veriyor içime.

Bu ağızlık da bir havaya soktu beni.

Şöyle yandan koyunca dudaklarımın arasına, bir hülya geliyor  bakışlarıma. Kalkamayan gözkapaklarını unutup hülyalı bakışlarla süzülüyor gözlerim. Henüz yıkamadığım gözlerimin üstü, sanki, kara sürmeli. Üzerimde yıllardır giydiğim hem sabahlığım hem akşamlığım hem de sığınağım olmuş “herşeyim”le otururken mutfağımda, bir odri hepbörn giriyor içime ki manasızlık diz boyu.

Hava iyice kapattı. Gök gürlüyor, şimşek çakıyor. Hadi bakalım bir cümbüş. Ses mi ışıktan önce ışık mı sesten? İçeriği gibi elektrik yüklü bir soru bence. Stres yaratıyor bende. Ben biraz geç öğreniyorum. Hep yaşıtlarımdan gerideydim. Beşi beş kuruştan beş yumurta kaç lira eder, sorusu da elektrik içermediği halde strese sokar beni. (Hesaplamayın, ben söyleyeyim beş kuruş eder. Yılların tecrübesi) Benim nesil, okumuş yazmışlık deyince aklına matematikten başka bir şey gelmeyen büyüklerin elinde yetişti. Ondan, böyle bilmecemsi matematik sorularını küçüklere sormayı, sonuca göre zekasını ölçmeyi marifet sayarlardı. Sonuçta sosyal bilimler güme giderken matematik bilgimiz de bilmece düzeyinde kaldı. Her türlü güdükleştik. Mühendisler, doktorlar olduk ama neye hizmet ettiğimizi unuttuk. Her şey kağıt üzerinde kaldı.

Şimdi şehre bakıyorum 13. kattan. Sisli puslu bir gökyüzünün altında her yer beton. İstanbullunun mottosu olmuş muhteşem cümleyi koyayım şuraya: !!!!!Her yer inşaat!!!!!

Göz seviyemde ve daha yukarısında demir çelik bir sürü alet edevat var. Demirden bir lunapark kurulmuş gibi göğe, her birinin ucunda bir şeyler sallanıyor. İnsan bu kadar yüksekte olunca, şöyle balkona çıkıp “seni yenicem İstanbuuul” diye bağırası geliyor. Ama balkon fransız balkon, anlamaz.  Ayrıca İstanbul, çoktan birilerine yenilmiş, işgal altında. İşte hep o bilmecemsi matematikten bunlar; kaç katlı kaç odalı kaç metrekare, kaç havuzu var, yüzme havuzu olimpik mi, tenis kortu orijinal ölçüler de mi? Diyelim öyle, peki sen şarapova mısın ve kocan da olimpiyat şampiyonu yüzücü mü? Gece gündüz çalışıp 20 yıl kredi ödemekten havuza uzaktan bakmaktan başka şansı yok çoğunuzun. Neyse, gece NYya da Las Vegas tadında ışıklı bir manzara. Gündüz koca şantiye. Bu şehirlerde yaşamaya özenenler, gündüzü de gece ışıklarıyla gözlerini boyayarak geçirebilirler. Bence sakıncası yok. Ama burası gerçekten Yeni Şehir... Çünkü şehrin dışında ve yeni kuruluyor. Yeniliği ve kurulması tamam da şehir henüz şüpheli, hatta yok.

Bizde olay şöyle kurgulanıyor malum: Biz evleri yapalım da yoluydu neyiydi gelene göre bakarız artık. Her yer çamur, şoruuul akan yağmur suları, onların oluşturduğu derecikler ve daha hayal edebileceğiniz nice doğal oluşumlar.

Mamafih efendim, oldtawnda durum nasıl?

Biz niye geldik zaten buraya? Şehre yüksekten bakmak için mi?

Hayır!!!

Ben yapı olarak zaten, sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul'cuların değil, Urumeli hisarına oturup türkü tutturanların soyundan geldiğime inanıyorum. Bugünleri iyi ki görmedi aziz İstanbul'cular zira İstanbul yüksekten çekilir gibi değil. Göz hizasında hala biraz gideri var.

Evet niye geldik biz buralara?

Keantsel dönüşüm (lütfen yazım yanlışı sayılmasın çünkü telaffuz olarak, ağızdan çıkışın, yazılışı bu. Alıcılarınızın ayarlarıyla oynayın isterseniz biraz.) adlı fırtına, tozu dumana katmakta. Beton, nakliyat, hafriyat kamyonları caddelerde ralli yapıyor. “Caddelerde rüzgar aklımda aşk var” günleri çok uzaklarda hem benim için hem oldtawn için. Bir yerde beton dökülüyor, bir yerde yıkım başlıyor. Hemen yanında katlar çıkılmış, vinçler kurulmuş. Onun da yanında bir vaka daha. Sanki o beklenen deprem olmuş her yer yıkılmış gibi inşa ediliyor en eski semtler yeniden. Hepimiz biraz demanslı gibiyiz. Alıştığımız yerler yerinde yok. Birden bire yok. 20 yıldır sabah kahvaltısı yaptığım börekçiyi arabayla üç tur aradım bir sabah. En sonunda gerçeği önce idrak sonra kabul ettim. Yıllardır kuru temizleme işlerimi yapan mahalle esnafımı da öyle. Ponçik kurabiyelerini yapan pastanemiz, eczanemiz, yarım asırlık bakkalımız. Ve sonra da biz...

Kendisiyle arama mesafe koyduğumu anlayan sigara ısrarcı. Mesafeyi yok etmek için midir nedir sürekli cilveli cilveli çağırıyor beni. Ben bu mesafeden bir şey anlamadım. Mesafe şekilde kaldı. İlişki eskisinden daha samimi sürüyor. “Sadece arkadaşız” açıklamasında bulunmamak için zor tutuyorum kendimi. Tabladaki izmaritler oradan buraya yol oluyor yavaş yavaş. Neyse...

"İşte burası bile bile yaptığınız şeyler ülkesi. Siteleri sevmez orada yaşarsınız. Eğitimin parasız olması gerektiğini savunurken çocuğunuzu özel okula verirsiniz. Sağlık işini devletin yapması gerekir dersiniz, ilk öksürükte özel hastanenin yolunu tutarsınız. Siz salak mısınız?

Hayır değilsiniz.  Siz bu grubun içinde kendini salak gibi hisseden küçük bir topluluk olabilirsiniz ama salak değilsiniz. Mecbursunuz. Okul vermezler, semtinizi yıkarlar, hastane bırakmazlar mecbur kalırsınız."

 

Bir gün ev sahibimiz aradı. Zamansız aramalar hiç hayır getirmez, kiracılar bunu iyi bilir. Mevzu oldukça hayırsızdı. Keantsel dönüşüm gelmiş kapıya dayanmış. Çıkmamız gerekiyor evden. Zaten yapılacak bir şey yok. Durum net. Biz de vakit kaybetmeden ev aramaya başladık. Karşımıza çıkan evler ya keantsel dönüşmüş ya da dönüşecek kategorisinde yarıştılar. Keantsel dönüşmüş olanlar dönüşürken, yanlışlıkla 90 derecede yıkanmış yünlü çamaşır gibi, çekmişti. Nohut oda bakla sofa mütevaziliğinde görünmekle birlikte “kardeşim bunun baklası nohutu nerden geliyor acaba” dedirten cinsten kira bedelleri var. Sıra bize de gelecek elbet diye, dönüşmeyi bekleyen evlerde de durum bundan hallice değil. Kiralanacak konut sayısı, kiralık konut arayanların sayısının çoook üstünde. Bu nedenle oturulacak evlere ödenecek kiralar oturmaya yarayan yerlerimizde yangın çıkaracak cinsten.

Semtimizi kalbimize gömdük ve yeni şehirlere uzadık mecburen.

Az gittik uz gittik, 50 emlakçı, 30 mütaahit, bir o kadar da toprak sahibi boyu yol gittik ve buraya konuşlandık. Masalkent Yaşam Rezidııns. Masalın neresindeyiz bilmem ama kentin uzağında olduğumuz kesin. İstanbul bir bütün olarak kent kavramını karşılamıyorken biz bu daraltılmış alanda nasıl kentte olacağız ki zaten. Alayı içi boş kavram salatası. Benim sigarayla arama koyduğum mesafe gibi şekilsel.

İşte burası bile bile yaptığınız şeyler ülkesi. Siteleri sevmez orada yaşarsınız. Eğitimin parasız olması gerektiğini savunurken çocuğunuzu özel okula verirsiniz. Sağlık işini devletin yapması gerekir dersiniz, ilk öksürükte özel hastanenin yolunu tutarsınız. Siz salak mısınız?

Hayır değilsiniz.  Siz bu grubun içinde kendini salak gibi hisseden küçük bir topluluk olabilirsiniz ama salak değilsiniz. Mecbursunuz. Okul vermezler, semtinizi yıkarlar, hastane bırakmazlar mecbur kalırsınız.

Yemek yandı bu arada.

Yazının içeriğinden yayılan kokuşmuşluk sandım ama baya bir yanık kokusuymuş. Olsun ilk defa yakmıyorum. Hem düşünüp hem yazıp hem de yemek yapma zorunluluğunu yerine getirirken oluyor böyle şeyler. Çocuk da kariyer de yapanlar var ama ben onlardan olamadım. “Ev kadını” tamlaması da çok yersiz. Evde kadın dışarıda başka bir şey olmayı çağrıştırıyor. Ben “ev işçisi”yim, ve her yerde kadınım. Neyse...

Tabi zamanla bu mecburiyetler, öööle düşünüp böööle yapmalar, beni biraz yordu. Her şeyin bana karşı yapılmış bir hareket olduğunu ve büyük bir komplonun içinde olduğumu düşünür oldum. Hafif paranoid haller içindeyim şu sıralar.

Bu ülkede yaşamıyor olsaydım paranoyak olmayacaktım.

Doktorum geçici bir durum olduğunu söyledi.

Alkolle arama mesafe koymamı söyledi. Belki de pipet kullanmalıyım. Pipetle içilen içkiler insanlara mesafeli mi acaba? 

Bir de sakinleştirici. Hafif bir şey. Pasif çiçeklerden imal edilmiş. Bir yemek kaşığı sabah bir yemek kaşığı akşam. Sabahkini henüz almadım. Belki içseydim gözkapaklarım biraz kalkardı. Akşam içtiğim de, birkaç duble rakıya meze ettiğimden midir bilinmez, kafası güzel uyanıp ya da uyanamayıp, görevini yapmaya gelmemiş olabilir.

Yani benim pasif çiçek, kafası kıyak asi bir çiçek bu sabah...

 

 

Kapakta kullanılan kolaj: Miles Aldridge'in fotoğrafı üzerine kolaj çalışması yapılmıştır.

 

 


Herkes bilsin