Madam Anahît
Serdar Nâzım Yüce
O kocaman küçüklükteki ömründe, çalıp söylemeyi en sevdiği şarkılar “Papatya Gibisin” ve “Yıldızların Altında”dır. Belki kendini bulur, belki de kendini unuturdu bu iki şarkıda, bilinmez. Semtin en güzel hanımefendisiydi o; Beyoğlu’nun bitişini uzaklarda değil, Madam Anahît’in hayata gözlerini kapayışında arayın.
Bu okuyacağınız, Beyoğlu’nun yeri en doldurulamaz karakterinin, Beyoğlu kültürünün ve hafızasının taşıyıcısı Madam Anahît’in öyküsüdür…
Sonbahar yağmurları, geçtiğimiz haftalarda İstanbul’a güzel yüzünü gösterdi. Bu şenlikli anların birine Beşiktaş’ta rast geldim, attım kendimi ilk gördüğüm kafeye. Benimle birlikte girenler olmuştu. Hep birlikte üstümüzü başımızı kurutmaya çalışırken gözüm şarkıda geçen sözler yüzünden televizyona takıldı. Ne yazık ki “klasik kafe müziği” diyebileceğimiz şarkıların çaldığı bir televizyon kanalında bir şarkı dönüyordu. Şarkı bir tarafa, dediğim gibi sözlere takıldı kafam. Çok eskiden, çocukluğumdan gelen bir sözdü. “Anahît’in ruhuna” diyordu bir şarkıcı. Kurulanmayı bırakıp telefondan arattım hemen. Şarkıcı İrem Derici, “Düşler Ülkesini Gelgit Akıllısı” da şarkısının ismiymiş. Sözleri tabii ki Sezen Aksu’ya ait. Neden böyle dediğime yazının ilerleyen bölümlerinde girerim.
Yıl belki 2000, belki 2001. O yıllar her pazar günü babamla gezmeye çıkıyoruz. Almanya’dan döndüğünden beri İstanbul’u pek sevememiş olan annem bizi baş başa bırakmayı tercih ediyor genelde. Babam da tatil günü diye dükkânı ya hiç açmıyor ya da erken kapatıyor. İkimiz havanın kararmasına doğru, 4. Levent’teki evimizden çıkıp ya Beşiktaş’a ya da Beyoğlu’na gidiyoruz. Babam Beşiktaş sahilinde şimdi olmayan parkta beni oynatırken oturacak, seyyar çaycıdan aldığı çayını içerken denizi izleyecek. Babamın tercihi Beşiktaş, benim tercihim kesinlikle Beyoğlu. Çünkü Beşiktaş’ta kuru bir oyun parkı var, Beyoğlu’ndaysa atari salonu. Bugün büyük bir sinema tekelinin elinde güzelliğini yitiren Fitaş Sineması’nın ya sağındaki ya da solundaki dükkân kocaman bir atari salonu. Babamın kafasında ayarladığı parayı sonuna kadar bitirme hakkım var, hepsini jetona yatırma planları yapıyorum sabahtan. Evden çıkarken sözü alıyorum, Beyoğlu’na gidiyoruz. İstiklâl’in başında olduğu için atari salonu, ilk oraya uğruyoruz. Babam gide gele artık ahbap olduğu çalışanlarla ‘esnaf’ sohbeti yaparken ben tüketiyorum jetonları. Hep olduğu gibi “Biraz daha oynasam keşke” isteğiyle İstiklâl’de akşam gezintisine çıkıyoruz. Babam “İki jeton daha alalım, söz başka istemeyeceğim” sözlerimin karşısına dondurma teklifini koyuyor, hemen kabul ediyorum. Yakın bir yerden dondurmayı alıp Galatasaray’a doğru yollanıyoruz. Yoruluyorum, İstiklâl’in ilk katledilen güzelliklerinden biri olan ağaçlarının etrafındaki demirlere oturuyorum. Dinlenince devam ediyoruz. Böyle böyle Galatasaray’a varıyoruz. Artık geri döneceğimiz için adımlarımızı yavaşlatıyoruz, o sırada bir pasajdan bilmediğim bir çalgının sesi geliyor, kulak kabartıyorum. Babam “Burası Çiçek Pasajı” diyor. Benim aklımsa o çalgıda hâlâ. Çok geçmeden çalgıyı çalanıyla birlikte görüyorum. Yürürken çalıyor hem de, söylüyor bir yandan. Böyle körüklü bir şey, piyano gibi tuşlara basarak çalınıyor. Ben hayretler içindeyken babam “Ne güzel akordeon çalıyor kadın, değil mi” diyor, “evet” diyebiliyorum gözlerimi ayırmadan. Sonra ilgim akordeondan kadına doğru kayıyor. Yaşlı ama oldukça bakımlı ve şık bir kadın. Büyük bir neşeyle çalıp söylüyor şarkıları. Kocaman güneş gözlükleri, takıları ve kırmızı ruju var. Bizim olduğumuz tarafa doğru her gülümseyişini üzerime alınıp utanıyorum. Derken babam “gidelim” diyor, aklım pasajda kalıyor ve gezintimize devam ediyoruz.
Yıllarca böyle gidip geliyoruz. İlgim atari salonundan Çiçek Pasajı’na doğru kayıyor. Bir daha hiç denk gelemiyorum ama o kadınla. İlk ve son karşılaşmamızdan yaklaşık 4 yıl sonra kendi başıma Beyoğlu’na çıkmaya başlıyorum. Evet, çıkmak. Yukarıda bir yer olduğu için değil, çocuk dünyamın çok dışında büyülü bir dünya olduğu için. Hâlâ daha dilimde öyledir; Beyoğlu’na gidilmez, çıkılır. Büyük şehre gelmiş kişilerin soluğu tanışlarının yanında alması gibi ben de ilk olarak Çiçek Pasajı’na uğruyorum. Atari salonu kapanmış, tek tanıdığım akordeoncu kadın kalmış çünkü. Tüm gün boyunca İstiklâl’de aşağı yukarı geziyorum ama akordeoncu kadınla denk gelemiyorum bir türlü. Eve geri dönüyorum ama içime bir kurt düşüyor. Ertesi gün okul çıkışı internet kafeye uğruyoruz arkadaşlarla. Onlar oyun oynarken ben arama motoruna “Çiçek Pasajı Akordeoncu Kadın” yazıyorum. Karşıma çıkan ilk bilgi, o kadının Madam Anahît olduğu, ikincisiyse Madam Anahît’in artık hayatta olmadığı. Korktuğum başıma geliyor ama pes etmek yok, Beyoğlu’na her çıkışımda Madam Anahît’in izini sürüyorum. O yağmurlu günde bana Madam Anahît’i hatırlatan tesadüf de bu iz sürüşlerde öğrendiklerimi derleyip toplamama neden oluyor.
Anahît 1926’da, kendisinin “Tarlabaşı nahiyesi” dediği Talimhane’de dünyaya geliyor. Kendisi Türkiye’nin tanınan bir Ermeni ailesinin üyesi. Ailesi diğer “gayrimüslim” aileler gibi yazları Büyükadaya’ya göç ettiği için Anahît de ilk yıllarını yarı adalı olarak geçirir. Rum komşularının oğlu Yorgo’ya akordeon çalarken rastlar. Elinde dondurma, artık Yorgo’nun güzelliğine mi yoksa akordeon çalışına mı bilinmez, âşık olur Anahît. Ve annesinin yakasına yapışır “Ben de akordeon istiyorum” diye. Zaten okuduğu lisenin de korosundadır Anahît. Bu arada lise, bugün de eğitim hayatına devam eden Beyoğlu’ndaki Eseyan’dır. Kendisi de piyano çalan annesi ısrarına dayanamaz, bugün de ünlü müzik dükkânlarının bulunduğu Yüksek Kaldırım’ın en ünlü dükkânı Papa Corc’dan 80 liraya Hohner marka beyaz bir akordeon alır ona. Anahît daha 17 yaşındadır. Akordeonu aldığı gibi Saint Antoine’a koşar Anahît, dua eder. Aldığı günden sonra elinden asla düşürmez akordeonunu.
Anahît, ünlü müzisyen Arto Benon’dan ders alır. Nora Dırızyan ikinci hocası ve ilk kocasıdır Anahît’in. Ki o da dönemin ünlü bir müzisyenidir, kontrabas, piyano çalardı. Anahît, kendi deyimiyle “başarılı” bir eğitimin ardından, tanıdıkların düğünlerinde, eğlencelerinde sahne almaya başlar. Derken 20–21 yaşında Hristaki’yle tanışır Anahît. Hristaki, Çiçek Pasajı’nın asıl adıdır, ilginç hikâyesini belki başka bir hikâyede anlatırız. Artık Hristaki’nin Anahît’idir o, sevenleri, sırf onun için şehirlerce mesafe kat edip gelenleri olacaktır.
“En güzel yıllar 30–35 yaşlarında olduğum yıllardı. Bak Ayhan Işık’ın fotoğrafı var duvarda. Bu duvara bak, Zeki Müren, Sadri Alışık, Kemal Sunal, Yılmaz Güney... Hepsi de iyi insanlardı, iyi sanatçılardı, beni de çok severlerdi.”
Anahît böyle anlatır bir röportajında. Beyoğlu’nun en sevilen kadın sesidir, tek kadın sokak müzisyenidir. Sezen Aksu da özellikle Anahît’in Cumhuriyet’te çaldığı dönemlerde sıkı bir takipçisidir kendisinin.
Kendini kabul ettirmesi çok uzun yıllar alır. Mücadelecidir Anahît, doğru bildiğinden şaşmaz. Paraya da tamah etmez, etseydi farklı bir yaşantıya sahip olabilirdi. Tavrını beğenmediği kişiye çalmaz Anahît. Beyoğlu’nun eskileri, Anahît’in böyle insanları “Masana meze olmam” diye terslediğini anlatırlar.
Anahît hayvanları çok sever, kedilerinse onda yeri başkadır. Tarlabaşı Bulvarı açılmadan önce bugün yerinde bulvar olan evinde hayvanları koruma derneği faaliyeti gösterir. 15 yıllık dernek faaliyetinden sonra bölgedeki evler istimlak edilir. Devletten evinin karşılığında herhangi bir şey alamayan Anahît kiracı konumuna düşer, hep yaptığı gibi yine mücadele eder ve hayata tutunur. Yoldaşları vardır Anahît’in. Akordeonu, kedilerini ve sevenlerini böyle tarifler.
Madam Anahît filmlerde oynar. Kendisi bile kaç filmde oynadığını bilmez. 2000’li yıllardan önce Çiçek Pasajı’nda çekilmiş fotoğraflar varsa elinizde, onlara iyi bakın. Onların bir köşesinde akordeonu, makyajı ve dik duruşuyla Madam Anahît’i görmeniz işten bile değildir. Anahît şiirlere, şarkılara konu olur, kitaplarda adı geçer. Ama onu en güzel anlatan İlhan Berk’tir. İlhan Berk, Anahît’in Hristaki’yle tanışmasını “Göğsünün ilk düğmesini o gün açtı, bir daha da kapamadı” cümlesiyle özetler. Anahît’in fotoğraflarına bakın, gerçekten de öyledir. Bu Anahît’in nasıl seviyorsa öyle yaşayışının, rakı sofrasına meze olmayan ama bunu yaparken de kılıktan kılığa girmeyecek kadar iradeli ve mücadeleci oluşunun göstergesidir.
Anahît mücadeleci olmasına mücadelecidir ama düzen de acımasızdır. Hele değişen düzen… Anahît’in son zamanları Beyoğlu’nun da dönüştüğü dönemlerdir aynı zamanda. O yüzden Beyoğlu’nun bitişini uzaklarda değil, Madam Anahît’in hayata gözlerini kapayışında arayın derim.
6–7 Eylül’ün en büyük yıkımlarının yapıldığı Beyoğlu’nun çocuğudur Anahît. Dün gelip onu dinleyip mest olanların bir gece de nasıl kendisine düşman kesildiğine şahit olur. 6–7 Eylül bir uğrak olabilir, hafızalardadır ama Anahît 6–7 Eylül’ü bir ömür yaşayanlardandır. Hele ki son yılları bunun en büyük örneği. Konuştuğum kişiler ve hakkında okuduklarım Anahît’in son yıllarda başının Çiçek Pasajı ve Nevizade esnafıyla dertte olduğunu anlatır. Anahît’in yaşlılığından da güç alan “Yeni tip” esnaf ona pek gün yüzü göstermez. Anahît, “Git buradan kadın. Yaşlısın, ölüp başımıza kalacaksın” şeklindeki tepkilere dirense de artık eskisi kadar rahat edemez. Bir yandan da, 50 yıl emek verdiği Çiçek Pasajı’nda ve Nevizade’de yaşadığı “gâvurluk” baskısı herhalde en büyük acısı olur Anahît’in. O da soluğu Ermeni Boncuk’unda alır. Boncuk Telemak Berberyan'ın işlettiği meyhanenin adı. Orada ‘Cemaat’ten dostlarıyla buluşunca keyfinin biraz olsun yerine geldiğini anlatır herkes. Bu “keyif” anlarında Ermenice şarkılar söyleyip müdavimlerine yine kendi dilinden “sataşması” da cabası…
Sonra bir anda düşer elinden akordeonu, geçen 60’ı aşkın yıldan sonra. 29 Ağustos 2003’tü ve siroz ile kalp yetmezliği onun veda nedeni olur. Cenazesine 30 kişi katılır. Anahît sessiz sedasız toprağa verilir. Her pazar, Çiçek Pasajı’na gider gibi giyimine kuşamına özen göstererek gittiği Üç Horan Kilisesi’nin rahibinin şu sözleri yazar Radikal gazetesinde:
“Artık alkışlar tükendi. Çiçek Pasajı'nın ışıkları söndü onun için.”
Madam Anahît, asıl adı Anahît Yulanda Varan.
Yurdu Beyoğlu, Çiçek Pasajı da evi.
Akordeonu ve dört kedisiyle bir tek kadın.
Beyoğlu’nun çocuğudur, hanımefendisi ama sıklıkla “gâvur”udur.
Şimdi Hristaki’nin gökyüzlü tavanı, Nevizade’nin dar sokakları Anahît’siz. Tam 13 senedir.