Eski İstanbul Plajlarının Öyküleri
Dört tarafı betonlarla çevrili İstanbul daha düne dek sayfiye yerleriyle meşhur, denizi, mevsimi ile yaşama keyfi veren bir şehirdi. Eski İstanbul’un plajlarından yetişmiş bir nesle gıpta ile bakıyoruz maalesef. Artık sadece fotoğraflarda kalan yazlık istanbul yaşantısı, eğer tatlı bir rüyaya dönüşmüşse bunun üzerinde de düşünmek gerekir.
Gezi Parkı'nda bir avuç kalmış yeşilin canına kıyılmaya çalışılırken, İstanbul'dan hoş bir esintiyi evinize getirelim istedik...
Önce Deniz Hamamları ve Deniz Banyosu vardı...
1867 yılında İstanbul’da irili ufaklı, 34’ü erkeklere, 28’i kadınlara ait 62 deniz hamamı bulunuyordu. Haziran ayı geldi mi birkaç kıyı üzerinde tınazlar gibi tahta yığılır, çoğu çürük çarık, rengi kararık; bazıları da bıçkından yeni çıkmış, sapsarı, mis gibi çam kokan kaplamalar... Denize kazıklar çakılır, kayıklarda çıplak çıplak adamlar habire keser sallardı. Bunlar bir mevsimlik salaşpur deniz hamamlarını hazırlardı.
Kadınlar hamamının çevresi, üstü sımsıkı örtülü; tahtaların budakları bile iyice tıkalı idi. Buranın biletçisi, eğri, büğrü, gacır, gucur esniyen iskelenin başındaki klübede bulunurdu. Giriş ücreti 60 para, loca 100 para, lüks localar 5 kuruştur. Hamamın bakıcıları hep Ermeni bayanlardandı. Bunların çoğunlukla belleri peştemallı idi.
(http://psychedelicnews.blogspot.com.tr/2006)
- 1962, Hayat Dergisi
Kadıköy’ün ilk deniz hamamı, Moda Plajı’nın bulunduğu yerde Hayik adında birinin babası tarafından kurulmuştu. İleriki yıllarda hamam Hayik’in kardeşi Ardaş’a kaldı. Kadınlar ve erkekler olarak iki ayrı hamamdı. Kadınlar hamamının ilk müşterileri Hıristiyan ailelerin hanımları idi. Sonradan Müslüman ailelerin hanımları da gelmeye başlamışlardı. Kadınlar hamamının etrafında polisler ve bekçiler sandalla dolaşır, sarkıntılıkları önlerlerdi.
Moda Deniz Hamamı’nda mayoları kiraya veren Agop Ağa isimli iri yarı bir Ermeni vardı. Çok iyi yüzer, aynı zamanda cankurtaran olarak görev yapardı.
Moda Deniz Hamamı’ndan sonra Hayik’in kardeşi Aşot, Kalamış’ta ikinci bir deniz hamamı açmıştı. Burası da kadın ve erkeklerden oluşan iki bölümdü. İlkbaharda yapılan bu hamamlar sonbaharda sökülür, tahtaları gelecek yıl tekrar kullanılmak üzere istif edilirdi.
(Araştırmacı-yazar Dr. Müfid Ekdal’ın kaleminden Kadıköy’ün plajları-eski adıyla deniz hamamları)
Cumhuriyetle Birlikte Plajlar Hayatımıza Girdi...
20. yüzyılla birlikte deniz hamamlarının yerini plajlar almaya başladı. İstanbul’un ilk plajı Florya’da açıldı.
İstanbul’un farklı bölgelerinde halkın gereksinimlerini karşılamak için pek çok plaj açılmıştı. Henüz mayoyla denize girip, orada birkaç saat geçirme kültürü yaygın değilken, bu etkinliğe Deniz Banyosu adı veriliyordu. En büyüğü Florya Plajı olan, Büyükada Yörük Ali, Caddebostan, Moda, Fenerbahçe, Salacak, Tarabya plajları dolup taşıyordu.
(Alıntı/Kaynak: “Bir Semti Kendince Yazmak” Enver Aysever, Heyamola Yayınları, s.81-84)
Florya plajı
"Marmara'nın berrak mavi sularının yarattığı" iki kilometre uzunluğundaki 'müstesna Florya Plajı'; ince, doğal, açık renk kumu ve temiz deniziyle, şiddetli lodos fırtınası da olmayan bir İstanbul sahiliydi.
Florya, 20. Yüzyıl'ın başında, İstanbullularla deniz banyolarını tanıştıran bir semt olarak gündelik yaşam tarihimize girdi.
Willy Sperco'nun 'Yüzyılın Başında İstanbul' adlı kitabında, İstanbul'un ilk plajının tarihini anlattığı bir alıntı ile başlayalım yazıya:
"İstanbul’un eski Bizans surlarından on iki kilometre ötede Marmara Denizi'nin güzel bir koyunda, 1920 yılından beri Wrangel Ordusu'nun subaylarıyla Türkiye'ye sığınan Rus kadınlarının başarılı bir şekilde işlettikleri ince kumlu bir plaj uzanır. (...) Güzel Moskovalıların kendilerini gösterdikleri bu yerlere, 'Cuir de Russie'nin ('Rus Derisi' anlamına gelen bir parfüm adı) sarhoş eden kokusunun cazibesine kapılan Türk ve yabancı erkekler akın akın gelmeye başladılar. Az sonra buralarda açık hava koltuk meyhaneleri ile banyo kabinlerine benzer tahta yapılar belirmeye başladı."
1935 yılına dek, 'Solaryum Plajı' ve 'Haylayf Plajı' ile serinlemek isteyen İstanbulluların sıcak günlerde akınına uğrayan Florya, Atatürk için İstanbul Belediyesi tarafından yaptırılan 'Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü' ile, modern bir sahil beldesi olmaya başlamış.
- Florya Plajı, 1921
Sonraki yıllarda da Florya, yaz günlerinde plajları, koruluk alanları ve Atatürk Ormanı ile tercih edilen bir sayfiye semti görünümünü sürdürmüş.
1950’li yıllarda en parlak dönemini yaşayan Florya Plajı'nın öyküsünü, İstanbul Belediyesi tarafından 1949 yılında basılan 'Cumhuriyet Devrinde İstanbul’ kitabından izleyelim bu kez:
"İki kilometre uzunluğunda bulunan plaj üzerinde, şimdiye kadar, Belediye'ce 600 metre uzunluğunda yeni kabinler ile modern bir gazino binası yaptırılmıştır."
Florya Plajı'nın günübirlik İstanbullu ziyaretçilerinin o günlerdeki sayısı, sizlere bugün için bile, abartılı gelebilir:
"1948 yılının yalnız Temmuz ayında, Sirkeci'den Florya'ya kesilen bilet sayısı 122.856'dır. Bu yekûna, ara istasyonlardan binenlerle otobüs, kamyon, otomobil ve araba yolcuları dahil değildir..."
(Popüler TARİH / Temmuz 2003 / Feza Kürkçüoğlu)
Ataköy Baruthane Plajı
16 Ağustos 1957 tarihli Hayat Mecmuası arka kapak konusu yaptığı bu plajlarla ilgili müjdeli bir haber veriyordu:
“Yaz başlangıcında İstanbul halkı denize girecek plaj bulamamak endişesinde iken, Bakırköy’de eski Baruthane sahasında tesis edilen modern plaj sitesi Florya’daki diğer tesisle beraber halkın imdadına yetişti. Şimdi İstanbulluların akın akın koştukları Baruthane Plajı’nın inşaası tasavvur olunan sitenin ilk kısmıdır. 250 metre uzunluğunda, 50 metre genişliğinde bir kum sahaya yapılan plaj 400 kabinesi ve 1250 kilitli dolabı ile her gün on bin şehirlinin denize girmesini temin etmektedir.”
Bu plajda dönemin büyük yıldızları Göksel Arsoy – Belgin Doruk’un fotoğrafları çekilmiş, Tarık akan’ın cankurtaran olarak burada çalıştığı da magazine bir not olarak akıllara kazınmıştır...
Ben Ataköy’de denize girenlerdenim. Elbet plaj devrine yetişemedim. Ancak Emlak Kredi Bankası bölgeyi uydu kent yaparken çalışanlarını da düşünmüş, Anadolu’da olanları İstanbul’la buluşturmak, İstanbul’da yaşayıp da tatil yapmaya gücü yetmeyenler için kentin içinde bir dinlence alanı yaratmak için, plajın olduğu yere çağdaş bir kamp alanı kurmuştu.
Ataköy’de yaşayanlar burayı bir tür yazlık olarak kullanırdı. Özellikle hafta sonları dolup taşardı kamp. İçinde oyun alanları, yemekhanesi, güneşlenmek için plajı, küçük diskosu vardı. Denize grime koşulları ortadan kalkınca, bir de havuz yapıldı.
80 öncesinde, altı-yedi yaşlarındayken uzun iskelesinden denize girdiğimizi anımsıyorum Ataköy Kampı’nın… Ördekli bir deniz simidim vardı. Çoluk çocuk aileler doldurmuştu sahili. Sığ bir denizdi. Sahili kumla kaplıydı. İstanbul içinde bir yerden denize girdiğim son yıllardı… Ne zaman sonra Beykoz açıklarından tekneyle denize girdiysem de, ayaklarımı sahile değdirdiğim bir başka örnek yok. Garip, annemlerin ballandırarak anlattığı Marmara’nın buz gibi sularını ben şöyle böyle anımsıyorum, çocuğum belki hiç bilmeyecek…
“Bir Semti Kendince Yazmak” Enver Aysever, Heyamola Yayınları, s.81-84
Büyükdere Plajı
Büyükdere’de gazinosu ile meşhur Beyazpark Plajı 1926 yılında Rasim Kayra tarafından kurulmuştur. Önce hanımlara ve beylere mahsus deniz hamamları halinde çalışırken, Atatürk’ün müdahalesiyle haremlik selamlık ayrımından kurtulmuş, plaj olma yolunda dev bir adım atmıştır. Plajın üç kademeli atlama kulesi de tarihimizde bir ilk örnek olarak yerini alır!
(Gramofon Çağı, Ivır zıvır Tarihi, Gökhan Akçura)
Büyükdere deyince akla Beyaz Park gelir. Bunu belirttikten sonra deriz ki Beyaz Park’ta yüzmeyen bir Büyükdere’li, Ben Büyükdereli’yim diyemez. Beyaz Park Plajı açıldığında yer yerinden oynadı. Nasıl olur da erkek-kadın aynı yerde yüzerler? Olur mu hiç? Tövbe tövbe diyenlere yanıtı Atatürk verdi. Büyükdere’ye Tahsin Uzel’e ziyarete gelen Atatürk’e Beyaz Parkı işleten Rasim Kayra tarafından durum anlatıldı. Atatürk “Kadın erkek ayrımı da ne oluyor? Burada doğru olan şey, aradaki mesafenin azlığı değil, deniz hamamına hala haremlik selamlık aranmasıdır” demiş ve böylece plajda kadın-erkek bir arada yüzmesinin de önü açılmıştır. Türkiye’nin en önemli plajlarından biri olan Beyaz Parkın diğer yanı da Gazino idi! Türkiye’nin en namlı ses sanatçılarının sahne aldığı Beyaz Park’ta tarihte kaldı. Yerinde şimdi Liseliler çay bahçesi var...Hatırlatalım Beyaz Park Plajının hemen yanında Büyükdere Denizcilik Yüzme İhtisas Kulübü’nün yüzme tesisleri vardı. Bu tesisler de Beyaz Park yıkıldıktan sonra ortadan kaldırılarak spora da ağır bir darbe vuruldu. Tesis olmayınca dernek de ortadan kalktı.
(Günboyu Sarıyer'de Dolaşmak, İbrahim Balcı, Sarıyer Times)
Tarabya Plajı
Şimdiki Tarabya Oteli’nin karşısında ise Tokatlıyan Konak Oteli’nin Konak Plajı bulunmakta. 4-5 kişilik 85 kabinesi, 500 kişilik gardrobu bulunmakta. Pazar günleri plaja gelenlerin sayısı ise 1500’ü buluyor. Özellikle sanatçıların rağbet ettiği bir plaj olarak ünlü.
(Gramofon Çağı, Ivır zıvır Tarihi, Gökhan Akçura)
Moda Plajı
Moda İskelesi’nin sol tarafındaki koyun kıyı şeridi ve gerisinde kalan setin üstü Franckenstein adında Avusturyalı bir aileye aitti. Küçük Moda denilen geniş, ağaçlı ve son derece güzel bir manzarası olan bu arazi, Sultan Aziz dönemi sarraflarından Lorando’ya hibe edilmişti. Lorando, İtalyan asıllı Fransız uyruklu bir Levantendi. Zamanla araya giren evliliklerle Lorando adı kaybolmuş, Avusturya uyruklu Franckenstein’ler Lorando’nun mülkü olan Küçük Moda’nın ve saray yavrusu Lorando konağının varisi olmuşlardı. Bu arada Moda İskelesi’nin sol tarafındaki sahil de bu ailenin mal varlığına katıldı.
Bir zamanlar Moda’da oldukça fazla olan İngilizler, Lafontaine’ler ve diğer Levantenler çok temiz denizi ve kumu olan bu küçük koyda bütün yaz mevsimi denize girerler, sandallarını bağlarlardı.
1923 yılının başında kaptan ihsan Akdağ ve ortağı Moda Koyu’nda deniz hamamı ve sonradan “Moda Plajı” ismini alacak olan tesisi kurmak için müracaat ettikleri zaman, plajın sahibi Mari Frankcenstein’dı. Daha sonraki yıllarda Mari Frankcenstein bir trafik kazasında öldü ve İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 948/210 sayılı kararı ile plajın 72 hissedarı olduğu anlaşıldı.
İhsan Kaptan, Moda Plajı’nı işletirken plajın hissedarları arasında dava sürüp gidiyordu. Plajın erkek tarafına atlama kulesi yapılmış, hanımlar için etrafı kapalı bir deniz hamamı kurulmuştu Yıllar ilerledikçe bu tesis çok verimli bir hale geldi.
Su sporlarını öğreten hocalar, gençlere ders veriyor, bugün olimpiyatlarda görülen yüzme şekilleri Moda Plajı’nda daha o yıllarda uygulanıyordu. Genç kız ve erkeklerden oluşan kulüp üyeleri gece-gündüz nezih bir arkadaşlık çerçevesi içinde spor ve eğlence faaliyetlerini sürdürüyorlardı.
1937 yılında ilk defa Macarlarla Türkler arasında yüzme müsabakaları kalabalık bir seyirci kitlesi önünde bu plajda yapıldı. İbrahim Sulu isimli bir genç, bu müsabakalarda şampiyon oldu ve Atatürk kendisine ödül verdi.
Plajın hareketli görüntüsü Moda Koyu’na bir canlılık getirmiş, her yaz askeri ve sivil gemilerin iştiraki ile kabotaj bayramı düzenlenmeye başlanmıştı. Çeşit çeşit kayıkların iştirak ettiği yarışlar, renk renk yelkenli kotralar, o yıllara göre çok süratli deniz motorları, Kalamış ve Moda’da heyecanlı günler yaşatır, çevre halkı bu eğlenceleri görmek için iskeleleri, kıyıları doldururdu.
1950 yılında Almanya’dan “Su Perileri” isimli bir yüzme grubu Moda Plajı’na davet edildi. Bütün plaj reflektörlerle aydınlatıldı, süslendi, seyrine doyulmaz gösteriler yapıldı.
Plajın kabinlerini Marika temizler, arap Burhan bekçiliğini yapar, yandaki kayıkhaneyi Kadir Efendi işletir, setin üstündeki plajı ve Moda Koyu’na bakan Bomonti gazinosunu Pandeli yönetirdi.
Her şeyi zevkli, uyumlu ve neşeli günlerin birinde Küçük Moda’daki Frankcenstein’lerin Lorando’lardan kalan muhteşem malikâneleri tutuştu, içinde bulunan av malzemelerinin patlamasıyla etrafta korku ve heyecan yarattı. Bina temellerine kadar yandı, enkaz uzun müddet olduğu gibi kaldı. Daha sonra oturulabilecek kadar tamir edildi ise de büyük bir varlık döneminin ürünü olan Lorando Malikânesi’ni yeniden eski haline getirmek hiçbir zaman mümkün olamadı. Önceden de söylendiği gibi bu mirasın 72 hissedarı vardı.
Plajın yüzme hocası Hakkı isimli bir gençti. Hocalıkta ve yüzmedeki ustalığı, Allah vergisi acı kuvveti ile öğrenciler arasında hem hayranlık hem de saygınlık uyandırmış, kısa zamanda plajın ‘Hakkı Ağabeyi” olmuştu. Öğrenciler arasında uzun boylu, atletik yapılı, yüzme sporunda gelecek vaad eden Mekin adında bir genç de vardı. Zamanla Mekin, gittikçe zayıflamaya, rengi solmaya, enerjisi tükenmeye başladı. Çok geçmeden hırpanî bir kılığa bürünerek okulu da sporu da bıraktı. İnanılmaz bir perişanlık ve sefalet içinde ölüverdi. Ölüm sebebinin anlaşılması pek çabuk oldu. Hakkı Ağabey gençleri önce uyuşturucuya alıştırıyor, sonra onlara yüksek fiyatla mal satarak büyük paralar kazanıyordu.
Polis, Hakkı’nın peşine düştü, bir yerde kıstırıldı. O da üzerindeki uyuşturucuyu olduğu gibi yuttu. Koma halinde hastahaneye kaldırıldıysa da aynı gün öldü.
Bu olumsuz olay sporcular üzerinde çok kötü bir etki yaptı. Hakkı’nın uyuşturucuya alıştırmakta olduğu gençler birer ikişer plajdan ayrıldı.
İhsan Akdağ, 1 Kasım 1975’de vefat etti. Oğlu Fahiman aynı heves ve inançla plajı işletti. Belediye, Moda sahilini doldurup yol geçirme projesinin uygulayıncaya kadar, yaz aylarında Kadıköy’ün en hareketli ve eğlenceli yeri Moda Plajı’ydı. Bu projenin uygulanmasıyla Moda Plajı gibi güzelim koy da yok olup gitti.
(Araştırmacı-yazar Dr. Müfid Ekdal’ın kaleminden Kadıköy’ün plajları-eski adıyla deniz hamamları...)
Fenerbahçe Plajı
Fenerbahçe’de Pyramid (Artık yok, yıkıldı, yerinde Kadıköy Belediyesi Khalkedon Fenerbahçe Restoranı var) kompleksinin bulunduğu koyda Fenerbahçe Plajı açılmıştı.
Kapıların altları açık bir sıra kabinlerden meydana gelen plajın ortasında bir de gazino vardı. Gazinonun önünden denize uzanan tahta iskeleye kayıklar ve küçük motorlar yanaşırdı.
Fenerbahçe Plajı ilk defa altmış yıl kadar önce açılmıştı. Kadın ve erkek deniz hamamı olarak küçük etrafı hasırlarla çevrili, sonbaharda sökülüp, ilkbaharda yeniden kurulan bu tahta hamamların sahipleri Zühtü Paşa ve Burhan Bey’lerdi. Bu Zühtü Paşa’nın, Zühtü Paşa Camii’nin sahibi ve Maarif ve Bayındırlık Nazırlığı yapmış olan Osmanlı devri paşası Zühtü Paşa ile alakası yoktur. Plajın sahibi Zühtü Paşa, Kızıltoprak Depo durağındaki evde oturan, şişman, oldukça iri yarı bir zattı. Burhan Bey de Zühtü Paşa Camii’nin karşısında yolun çatallaştığı yerin üzerinde ahşap, biraz harap binada yaşardı. Bu iki zat Fenerbahçe Plajı’nın kurucusu olmuşlar, gittikçe gelişen plajı halka açık hale getirmişlerdi.
Bir efsaneye göre bir zamanlar Fenerbahçe’de sarayı olan Bizans İmparatrou Justinyanus’ün eşi Theodora da bu plajın bulunduğu yerden denize girermiş.
Fenerbahçe Plajı ilk yıllarında rağbet görmemişti. Gerek Zühtü Paşa gerekse Burhan Bey civarda yaşayan gençleri bedava plaja girmeye teşvik eder, bu suretle bir hareket yaratmaya çalışırlardı.
Kısa süre sonra plaja rağbet öyle arttı ki bazı günler, özellikle Pazar günleri yer bulunamaz oldu ve bu durum yıllarca sürdü, tâ ki, Pyramid komplesi yapılıp, plaj yıkılıncaya kadar...
(Araştırmacı-yazar Dr. Müfid Ekdal’ın kaleminden Kadıköy’ün plajları-eski adıyla deniz hamamları...)
Caddebostan Plajı
Ragıp Sarıca Paşa Konağı’na bitişik, içinde incir ağaçları olan plajı, Reşit Bey işletirdi.
Arkası yola dayalı, kabinlerden başka, iki katlı uzunlamasına yapılmış binalar yazdan yaza kiraya verilir, İstanbul ve Ankara’dan gelen müşteriler bütün mevsim ailece kalırlardı.
Plajın restoranı olduğu için yemek sorunu da halledilmişti. Günün kalabalığı dağılıp, akşam olunca pansiyonlarda kalan müşteriler grup grup otururlar, geçe saatlere kadar eğlenirlerdi. Tiyatro ve ses sanatçılarının, müzisyenlerin kaldığı bu plajın geceleri bir başka olurdu.
Piyanist Fevzi Aslangil hemen hemen her yıl ailesiyle gelir, en uçtaki iki odayı kiralar, bütün yazı geçirirdi. Selahattin Pınar onu yalnız bırakmaz, Çiftehavuzlar’daki evinden her gece gelir, Aslangil’in türlü muziplikliklerine yarı kızıpı yarı gülerek katlanırdı.
Plajın sahibi Reşit Bey, hafifçe öne eğik bir vücut yapısına sahip, sessiz, terbiyeli, daima siyah elbise giyip, kravatsız dolaşmayan bir İstanbul efendisiydi. Çok kere kışları bile plajın içindeki evinde kalırdı. Kız kardeşi Naciye Hanım kapıda bilet keser, hemen bütün müşterileri tanırdı.
Sıcak yaz günlerinde plajı dolduran kadın, erkek ve çocukların sesleri akşam güneşi batarken kaybolur, yerini bitişikteki Caddebostan Gazinosu’ndan gelen müzik sesi doldururdu. Plajın içi geniş bir aile topluluğunu hatırlatır, herkes birbirini tanır, aileler arasında yemek ikramları yapılırdı.
Mevsimin ilerleyen günlerinde Naciye Hanım devamlı kapıya gelecek olan üzümcüyü gözler, ”Üzüm küfesi görülünce plaj mevsimi biter!” derdi.
Caddebostan Plajı her yıl daha gelişerek yeni odalar, kabinler ilave edilmiş, plaj müşterileri arasında dostluklar, arkadaşlıklar kurulduğu gibi ailelerin dağılmasına sebep olan aşkların doğmasına da sahne olmuştu.
Bütün bu hızlı plaj yaşantısı Reşit Bey’in zamansız ölümüne kadar sürdü.
Reşit Bey’den sonra Naciye Hanım birkaç yıl daha kuruluşu sürdürdü ise de artık yorulmuştu. Geceli gündüzlü yüzlerce insanın bulunduğu bir müesseseyi idare etmek tek başına bir kadının başa çıkabileceği durum değildi ve plaj kiraya verildi.
Fakat eski havası kaybolmuş, müşteriler değişmişti. Günün birinde yol genişletildi. Bitişikteki Caddebostan Gazinosu’nun çam ağaçlarıyla dolu bahçesi yok edildi. Plaja ait bütün binalar yıkıldı.
Böylece Reşit Bey’in plajından en küçük bir iz bile kalmadı.
(Araştırmacı-yazar Dr. Müfid Ekdal’ın kaleminden Kadıköy’ün plajları-eski adıyla deniz hamamları...)
Caddebostanı’nın öyküsünü ise Refik Halit Karay aktarır. Aziz devrinde buranın adı, “Cadıbostanı”dır. “Bostan ta denize kadar iğde, hünnap, incir ağaçlarıyla uzanmaktadır; yani bugünkü plajın ve Ragıp Paşa köşkünün olduğu yere kadar…” Hamit devrinde ise, artık semtin adı “Caddebostanı” olmuştur…
Bostanın denize inen kısmı çoktan uydurma bir plaj haline getirilmiştir. Cadıbostanı o derece değişmiştir ki, ismin başındaki “Cadı” sabahlara kadar yollarda dolaşan yarı çıplak karaltı ve kafilelerden dolayı adeta “Cin”e tahavül etmiştir; “Cin bostanı” ele avuca sığmaz, denize dalar, ağaca fırlar, bisikletten kayığa, kayıktan kotraya atlar, pür hareket mahluklar ülkesidir”
1940’lı yıllarda bir yarımadaymışçasına içeri dolan denizin bir yanı Marmara Yat Kulübü, öte yanı ise, çamlık bir dil olarak uzanan Caddebostan Gazinosu. Önü adalara kadar açık. Tam bir aile plajı burası.
(Gramofon Çağı, Ivır zıvır Tarihi, Gökhan Akçura)
Suadiye Plajı
1929 yılının yaz akşamlarında deniz kenarından Suadiye tren istasyonuna doğru bir insan selinin tarlalar arasından ağır adımlarla geldiği görülür, küçük istasyon binasının peronu dolar taşardı.
O yıl Suadiye Plajı açılmış, denizi, gazinosu, oteli, cazı, lokantası ile Kadıköy’ün olduğu kadar, İstanbul’un hayatına da değişik ve kaliteli bir yaşam tarzı getirmişti.
Suadiye tren istasyonundan denize kadar olan ve bugün apartmanlarla dolmuş bulunan arazi, boş tarlalardan oluşur, demiryolundan bütün deniz görünürdü.
Kadıköy’le Suadiye arasındaki incecik yola yol demek mümkün değildi. Ulaşım sadece trenle yapılır, plajdan çıkan ve güneşten yanmış halk uzun bir şerit halinde istasyonunun yolunu tutardı.
Plajın sahibi olan Aydınlı, sağlam yapılı Mustafa Güler Bey, jandarma binbaşılığından emekli olmuş, ticari hayata atılmış, ticaret için gittiği Bakü’de evlenmiş, Suadiye’de seksen dönümlük bir araziyi Mediha Öztoprak Hanım’dan satın alarak büyük bir tesisin yapımına başlamıştı.
Plaj olarak seçilen kıyı ve denizin içi çok kayalıktı, işçiler günlerce büyük kayaları parçaladı, sahile kamyonlarla kum getirildi. Sosyal tesisler tamamlandı ve 1929 yılında plaj halka açıldı. Bundan sonra her yıl biraz daha gelişerek çalışan Suadiye Plajı ve tesisleri büyük bir isim oldu ve bu yüzden civar arsalar çok kıymetlendi.
Bu arada Mustafa Bey’in Belçika’da öğrenimde bulunan oğlu Murat Güler, Manş denizini geçen ilk Türk yüzücü olmuş, bizim kuşak Suadiye Plajı’nın ihtişamı ile sporcu Murat’ı bir bütün olarak tanımıştı.
Mustafa Güler Bey, 1952 yılında vefat etti. Murat Güler işbaşına geçti; fakat olmadı, iş yürümedi. 1962 yılında otel de plaj da satıldı.
Plajın bulunduğu yerden sahil yolu geçti. Otelin ismi Princess’e dönüştü ve böylece bir dönemin pek revaçta olan Suadiye Plajı, tarihe karıştı.
(Araştırmacı-yazar Dr. Müfid Ekdal’ın kaleminden Kadıköy’ün plajları-eski adıyla deniz hamamları...)
Suadiye Plajı bir dönemin en muteber plajlarından. Trenle, tramvayla ya da otobüsle gitmek mümkün. Ama hepsi hıncahınç dolu, aynı plajdaki gibi, kolay adım atmak mümkün değil. Plaja giden yol, iki tarafı ağaçlı güzel bir asfalt… Lakin daha kumsala varmadan, ortaya dikilen direkten canhıraş bir ses, hoparlörden etrafa yayılıyor. Antre, yani giriş, 1940’lı yıllarda 35 kuruş. O zaman için bayağı pahalı! En önemli özelliği ise denize merdivenle inilmesi. 1950’den sonra yapılan 66 odalı otel, Suadiye’yi daha da çekici hale getirdi. Bu sayede İstanbul dışından da plaja gelmek olanağı ortaya çıktı.
(Gramofon Çağı, Ivır zıvır Tarihi, Gökhan Akçura)
Maltepe Süreyyapaşa Plajı
Süreyya Plajı’nın öyküsü ise 1939 yılında başlar. Kadıköy’e yaptığı hizmetlerle tanınan Süreyya Paşa’ya, Kartal Kaymakamı ve Maltepe Reisi’nden bir rica gelir. Paşa’nın Maltepe’ye bağlı Küçükyalı mevkiinde deniz kenarındaki bostan yerine bir plaj kurması istenmektedir. Süreyya Paşa teşebbüslükleri ve reislikleriyle meşhur. Kadıköy’ün en şık sineması onun adını taşıyor. Yine onun kurduğu Süreyya Opereti, yıllarca gözlere ve kulaklara deva olmuş. Balat’ta bir mensucat fabrikası açarak sanayimize katkıda bulunmuş. Maltepe’deki bostanı da kırk yıl önce satın almış. Yılda yüz lira gelir getirmekte, beş on lira da vergi ödenmektedir. Paşa, diğer yatırımlarına maliyece çıkarılan zorluklardan gözü yılmış vaziyette. Ama gönlü heveskar olduğu için plaj projesine, hayır diyemez.
Bostanın plaja dönüştürülmesi için inşaat 20 Haziran 1939 tarihinde başlar. Yapı çalışmaları savaş yıllarına rastladığı için pek uzun sürer, tam yedi yıl! Resmi açılış tarihi 8 Haziran 1946,2dır. Bir sonraki sezon ise plaj, Fenerbahçe’de daha önce ün kazanmış Belvü tesislerinin yöneticiliğine teslim edilir. Karaköy’den direkt motor, Kadıköy’den de otobüs seferleri yapılarak, dönem için çok uzak sayılan Maltepe’de olmanın dezavantajı giderilmeye çalışılır.
Süreyya Plajı’nın simgesi, şimdi sahile yol yapıldığı için içeride kalan ve heykeli kayıp olan “Bakireler Mabedi”ydi. Süreyya Paşa anılarında bunun öyküsünü şöyle anlatır: “Eski Yunan tarihinde, bir Bakireler Mabedi (Temple de Vierges) ve bu mabedi ziyaret ve tavaf eden genç ve gelinlik kızların çabuk koca buldukları efsanesi mevcut olduğu cümlece malumdur. Elyevm Avrupa parklarında ve sular kenarında ve sinema filmlerinde tesadüf edilmekte olan mabedin şekli hoşumuza gittiği cihetle, biz de sahilden elli-atmış metre uzakta ve deniz altında mevcut üç, dört büyük kaya parçası üzerinde plajımızın sembolü olmak üzere bu mabed şeklinde altı direk ve bir kubbeden bir deniz mabedi inşa ettik, plajımızı süsledik.”
(Gramofon Çağı, Ivır zıvır Tarihi, Gökhan Akçura)
20 yıl içinde önce deniz kirletildi, sonra denizin ortasındaki kayalık adacıkta Kubbeli estetik yapıda Bakireler Tapınağı (Bakireler mabedi) bulunan bronz Venüs heykeli dolgunun altında kaldı, sonra otoyol, yol yapmak için sahil dolduruldu otel ve plaj tesisleri yıkıldı. Bugün bu kubbeli yapı; Migros' un otoparkının ortasında duruyor.
Tabi plajda yüzen insanları tasvir eden kabartmalı pano duvarlarına sahip plaj tesisleri yıkılarak yerlerini estetik yoksunu market yapılarına bıraktı.Bu panolar Süreyya Plajının Tren İstasyonuna bakan cephesini süslüyordu. Yıkım tarihinin 1992 olduğunu bazı kayıtlardan anlıyoruz. Trenle geçerken hep izlerdik bu naiv güzel duvar resimlerini. Birileri de herhalde çok rahatsız oldu. Plaj kapandıktan sonra bu panolar uzun süre yerlerinde duruyordu. Sonra yıkılarak, un ufak edilerek molozları bile ortadan kaldırıldı.
(Erkmen Senan.blogspot.com.te)
Salacak Plajı
Üsküdar’ın içindeki tek plaj Salacak Parkı Aile Gazinosu’nun bulunduğu yarın tam altında, Kızkulesi’nin tam karşısındaydı. Şimdiki “Kızkulesi Villaları’nın önüydü. Tahtadan,salaş soyunma kabinleri vardı. Plajın kumu, taşıma kumdu. Kabinlerle kumun bulunduğu betondan alan arasında bulunan toprak yoldaki ağaçlar güneşe fazla maruz kalmış olanlara nisbi bir gölgelik sağlardı. Üsküdar ile Beykoz’un tam hududundaki Küçüksu Plajı da Üsküdarlıların bir bölümünün müdavimi olduğu ve Salacak Plajı’ndan hem daha büyük ve hem de daha tertipli bir plajdı...
Salacak Plajı’nın iki ucunda da denize doğru betondan iki uzantı vardı. Sağdaki uzantının ucu deniz seviyesinden yaklaşık 1,5 metre, soldakinin ki ise yaklaşık 50 cm yukarıdaydı. Sağdakinden denize ya balıklama atlayarak ya da ters parende atarak girerdik...
Plaj her yıl haziran ayında açılır ve eylül ayının sonunda da kapanırdı. Plaja Salacak Parkı Aile Gazinosu’nun içinden geçip yaklaşık 80 basamaklık bir merdivenle inilirdi...
(Hasretini Çektiğim Üsküdar, Ahmet Yüksel Özemre)
Küçüksu Plajı
Küçüksu Plajı o civardaki en muteber denize girme bölgelerinden biridir. Gazinosuna tiyatrolar şehir içi turnelerinde mutlaka uğrarlar...
Küçüksu Plajı yaklaşık 1940'lı yıllarda Aleksandır adındaki beyaz Rus tarafından, gayet düzenli bir planlama ile, kabinleri, duş sistemi, gazinosu, barfiks ve traplenl ile birlikte inşa edilerek toplum hizmetine sunuldu. Plajın Küçüksu deresine yakın olan kısmında yüzme bilmeyenler için adam boyunu geçmeyen sığlık yeri vardı.Tramplene doğru devam eden kıyı boyu ise rıhtımdı.
Küçüksu plajı Anadoluhisarı, Kanlıca ve Kandilli halkı ile birlikte Boğaz'ın Üsküdar ve Beşiktaş'tan itibaren Kavaklara kadar civar semt halklarını da kucaklayan ve tıpkı bir tiryaki gibi müdavimi olunan sosyal bir tesis işlevini görmüştür. Yaz sezonları boyunca herkezin herkezi tanıdığı, kaynaştığı ve mutluluklarla dolu ortak bir yaşamın müştereken paylaşıldığı mekandır Küçüksu Plajı.
Öğle yemeği zamanı geldiğinde civar semtlerden gelenler beraberlerinde getirdikleri piknik sofralarını açarlarken semtin yerli halkı ise plajdan çıktıklarında kızgın güneşin altında, mısır yemek, çingenelere fal baktırmak gibi eğlenceli bahanelerle ağaç gölgeliklerinde molalar vererek evlerine dönerlerdi.
Yaz gecelerinin en renkli yaşandığı mekanlardan biri de Küçüksu Plajı'nın gazinosudur. Akşam yemeklerinden sonra, Hisar, kanlıca ve Kandilli halkı için Küçüksu Plaj Gazinosu'nda buluşulması ortak yaşamın bir geleneği haline gelmişti. Plaj yönetimi programlarında kaliteli müzik topluluklarına yer vermekte titiz davranırdı. Mehtaplı yaz gecelerinin sessizliğinde orkestranın kalitesi ve ses yeteneklerinin güzelliği, karşı sahillerden duyulur ve sandalları ile Arnavutköy'lerden, Bebek'lerden Plaj gazinosuna müşteriler gelir, gecenin geç saatlerine kadar danslar ve çeşitli eğlenceler yaşanırdı.
Anadoluhisarı İdman Yurdunun yazlık baloları da bu mekanda yapılırdı. Bilhassa düzenlenen Sandal süsleme yarışmaları yaz gecelerine ayrıca renk katardı. Balıkçı, bahriyeli, korsan gibi tiplemelerin canlandırılıp dekore edildiği sandallar numara sırasına göre teker teker Plaj gazinosunun önündeki rıhtıma yakın mesafede sıra ile geçiş yaparlar ve gazino halkı tarafından ayrı ayrı alkışlanırlardı. Aynı zamanda yarışmaya katılan her sandal jüri işlevini gören gazino halkı tarafından derecesine göre ödüllendirilirlerdi. Semt halkı arasından ön plana çıkmış tuluat sanatının Allah vergisi doğal yetenekleri tarafından geceye renk katılmakta idi. Ayrıca plaj gazinosu Türk Sanat Musikisi topluluklarının rağbet yeri haline gelmişti. Bazen musiki zevkinin doyumsuz etkisi altında kalan semt halkının evlerine gitmeyip Küçüksu Plaj Gazinosunda sabahladıkları geceler dahi olmuştur. Şafak sökerken doğanın dinlendirici sükunetinden etkilenerek cebinden neyini çıkartıp üflemeye başlayan üstat Süleyman Erguner'in dağlarda yankılanan musiki ziyafetinin sesi halen dahi o günleri yaşayanların kulaklarında çınlamaktadır.
1975 /1976 yıllarına doğru Hekimbaşı yolu üzerinde yoğunlaşan çarpık yapılanmadan kaynaklanan atık suların giderek Küçüksu Deresini kirletmeye başlaması, Küçüksu plajını olumsuz etkilemiş ve bu sebeple plaja rağbet gözle görülür bir şekilde azalmaya başlamıştı. Nihayet aynı yıllar esnasında plaj kabinleri de yıkılmak suretiyle halkın yaşam alanı anlamsız bir arsa durumuna dönüştü.
(http://www.ahisar.com/kucuksu-belgeseli/kucuksu-plaji-ve-plaj-gazinosu)
Adalar Plajları
Adalardaki en ünlü plaj (orjinal adı) Yorgoli olan, Yörükali Plajı’dır. Değirmen Plajı’ndaki eski fabrika yıkılmış, yerini özel plajlar almıştır. Aya Yorgi’deki eski çöplük ise halk plajı olarak yeniden tedavüle girmiştir.
- Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Ailesi, Burgazada
Fotoğraflar pinterest.com adresinden 'İstanbul Plajları' bölümünden alıntılanmıştır.(Oğuz Topoğlu,Kasımpati Adali,İstanLOOK, vb)
Ayrıca Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu'na ait fotoğraflar bulunmaktadır.