“Aydın sanatçı seçimleriyle de değer yaratmalı”
AYKIRI AKADEMİ - SÖYLEŞİ - SERDAR NÂZIM YÜCE
Tiyatrocu Ragıp Yavuz 12 Eylül darbesinin işsiz ve yurtsuz bıraktığı sanatçılardandı. Ülkeye dönmesi yıllarını aldı, bir o kadar süre de Şehir Tiyatroları'ndaki işini geri kazanmak için mücadele verdi. Derken 15 Temmuz'da bir darbe girişimi yaşandı. 12 Eylül'ün "darbe mağduru" sanatçılarından olan Ragıp Yavuz, 15 Temmuz'un ardından kamu kurum ve kuruluşlarında başlatılan tasfiyeden de nasibini aldı. Yavuz, hakkında açılan onca soruşturmanın ertesinde Şehir Tiyatroları'ndan bir kez daha ihraç edilmiş oldu.
Her ne kadar darbe girişimi sonrası başlayan tasfiye operasyonu fırsat bilinerek "bileti kesilmiş" olsa da, Ragıp Yavuz, kendisine herhangi bir "FETÖ'cülük" suçlamasının yapılmadığını ve zaten yapılamayacağını söylüyor. "Bu devlet, kırk yılı aşkın süredir sosyalist olduğunu açıkça belirtmekten çekinmemiş bir sanatçıyı tanır zaten" diyen Yavuz, AKP'nin kendisini ‘böyle bir torba’ya sokmak gibi bir gayreti olduğunu da düşünmediğini söylüyor.
Önce hakkında başlatılan soruşturmalarla, ardından da Şehir Tiyatroları'ndan ihracıyla gündeme gelen Ragıp Yavuz'la hem 12 Eylül'de, hem de 15 Temmuz sonrasında yaşadıklarını konuştuk. Şehir Tiyatroları'nın geleceğine dair düşüncelerini de paylaşan Yavuz, Aykırı Akademi aracılığıyla meslektaşlarına da "Aydın sanatçı seçimleriyle de değer yaratmalı" ifadeleriyle çağrı yaptı.
12 Eylül 1980 darbesi yüzünden çok zorluk yaşadığınızı biliyorum. Uzun bir hukuki mücadele sonucu geri dönmüştünüz ülkeye. Bu kez de sözüm ona darbeyi engelleyenler sizi Darülbedayi kadrosundan çıkarttılar. Darbe olsa da olmasa da "cadı" siz oluyorsunuz, nasıl bir şey bu?
Ülkeye dönüşüm 13 yıl, Şehir Tiyatroları'na tekrar kabul edilmemse 20 yıl aldı. Bunlar gerçekten uzun ve kahırlı süreler... Bu zaman zarfında alışılageldik yöntemlerle ve kişisel bir hukuk mücadelesi verdiğim söylenemez, ama sosyal mücadele aynı zamanda siyasidir de. 12 Eylül döneminde 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası ile Şehir Tiyatroları'ndan ihraç edilip yurtdışına çıktıktan çok kısa süre sonra TCK'nın 141, 142 ve 146’inci maddeleri işletilip siyasi bir suçlu konumuna düşürülerek hakkımda örgüt davaları da açıldı. "Yurda dön!" çağrıları yapıldı ve nihayetinde, 1983 yılında İsveç'in Stockholm kentinde “siyasi mülteci” statüsü ile yaşarken asker kaçağı olduğum belirtilerek vatandaşlıktan çıkartıldığım tebliğ edildi.
Marat-Sade, prova...
Belediye Yirmi Yıllık Sigortamı Yatırmadı
Aradan geçen 13 yılda benim adıma hiçbir avukat, hiçbir davaya girmedi. Bu süre içinde TCK'nın 146’ncı maddesinden açılan bütün davalar düştü, 141 ve 142’nci maddelerse ceza kanunundan çıkartıldı. Zaten bu nedenledir ki, 13 yıl sonra hiçbir soruşturma yaşamadan ülkeme dönebildim. Elbette bu süreçte bulunduğum coğrafyalarda sosyal ve siyasi anlamda bütün gücümle çaba sarf ettim ama bunun adını, alışkın olduğumuz algıda bir hukuk mücadelesi olarak koymak hem yanlış hem yakışıksız olur. Kandırmayı da, kandırılmayı da kendime yakıştırmam çünkü. Nedir? Bu arada birileri kandırmayı denemiş. İhraç edilmemle biten bu son soruşturmalar öncesi, "Yahu yaşım ilerledi, emeklilik durumum nedir acaba?" sorusuyla İ.B.B. Şehir Tiyatroları İnsan Kaynakları Müdürlüğü'ne başvurduğumda, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu affıyla doğan özlük haklarım dahil tam 20 yıllık sigorta primimin belediye tarafından yatırılmadığını öğrendim. Kaldı ki devlet memuru kadrosu almazdan önce sigortalı olarak çalıştığım dönemlerin bile primleri yatırılmamış. Süreç belgeli ve ispatlı elbette. Sorunun çözümlenmesi için dilekçe verdim ama "bugüne dek ne istedilerse verilenlerin" darbe girişimi sonrasında niyeyse ben açığa alınınca hiçbir dilekçemin işlem görmeyeceği, hatta her gün telefonuma gelen üç mesajla “demokrasi nöbeti”ne davet edildiğim belediyenin kapısından bile giremeyeceğim gerçeği ortaya çıktı. Sonrası malum...
OHAL'den önce başlatılan ve sosyalist kimliğim üzerinden açılan soruşturmalar ihraç kararı ile sonuçlandı. Demem o ki, hayatımın en uzun hukuk mücadelesi belki de asıl şimdi başlıyor, başlayacak. Diğer yandan, hiçbir darbenin demokrasisi yoktur ve darbe hukuku da hukuk değildir. O zaman adama sorarlar; bu darbe girişiminin hedef aldığı T.C. Devleti bir hukuk devleti mi idi? Net cevap veririm: Değildi. Bunu da defalarca yazdım, söyledim, söylüyorum. Dileyen bu ülkenin yıllardır süren hukuksal yıpranmışlığını araştırabilir ve çok da zahmet çekmez. Bu nedenle FETÖ darbecileri için de, AKP iktidarı için de, ben, mesleğinde ehil, üretken ve yürekli “cadı”lardan biri olarak hedef alınıyorsam buna şaşmamak gerek. Şaşarak yaşamak ne güzeldir oysa...
Yeni Akit'te epey bir gündem oldunuz bu süreçte. İşin bu noktaya varacağının sinyali gibiydi sanki... O haberlerini görünce ne düşündünüz?
Yaşım altmışa dayandı. Siyasi ve sosyal bilincim doğrultusunda yaşama dair tercihlerim var ve 42 yıldır sahnede bir şeyler üretmek için çabalıyorum. Biz tiyatrocular, kimilerimiz bu tanımlamanın uzağında durmaya çalışsa da, sokağı sahnede yeniden üretiriz aslında. Elbette mesleğimizin kuralları ve öğretisi içinde. Bu nedenle sokak, yani hayat tiyatrocu için çok iyi kavranılması gereken tek gerçekliktir. Kendine gazete adını veren Yeni Akit türü matbuatın misyonu bu kavrayış içinde doğru değerlendirilmelidir aydın sanatçı tarafından. İsim vermekte beis görmüyorum, "Yeni Akit", "Yeni Şafak", "Aydınlık" ve hatta kısa bir süre öncesine kadar hükümetin tavanından tabanına kadar abonesi olduğu ve şimdinin darbecisi olarak kayıt düşülen "Zaman" gibi yayınlar (isimler çoğaltılabilir) bazen iktidarın, bazen de “Derin Devlet”in “operasyon” araçlarıdır. Tıpkı “gladyo”sunu halkına sevdirmek gibi bir misyonla yüklü "Kurtlar Vadisi" ve türevleri TV dizilerinde olduğu gibi. Ülkede MGK toplantısının yapıldığı gün, bu gündemi es geçen Yeni Akit beni manşet yaptığında ardından gelecek yaptırımlar elbette belliydi. Fiziksel saldırı da bekledim, çünkü örnekleri var ve yaşadım; ama faşist 12 Eylül yasalarının sivil uygulamasıyla ihraç ederek sonuç almayı yeğlediler. En azından şimdilik...
Savunma sürecinde neler yaşandı? Size ne soruldu, siz ne yanıt verdiniz?
Yeni Akit tetikçiliğinin hemen ardından ve sosyal medya paylaşımlarım üzerinden çok kısa aralıklarla iki ayrı soruşturma açıldı. Bu arada belirtmeliyim ki, özellikle Şehir Tiyatroları Yönetmeliği'nin 2012'de değiştirilmesinden bu yana, zaten defalarca açılan ve devlet memurluğu kapsamında 'Uyarı', 'Kınama', 'Maaş Kesintisi' gibi 'Sicil' cezalarıyla yaptırım uygulanan pek çok soruşturmam zaten vardı. Soruşturmayı yürüten İ.B.B. Teftiş Kurulu Müfettişi açtığı her iki soruşturmada da yazılı olarak "Sıradan bir vatandaş gibi" paylaşımlarda bulunduğum, oysa Devlet Memuru olduğum için bunu yapamayacağım ibaresine yer vermişti. Avukatımla verdiğim savunmalar dikkate alınmayarak ve aynı müfettiş tarafından dosya bu kez 'ihraç' talebiyle İ.B.B. Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk edildiğinde ise şöyle bir ibare var: "Şehir Tiyatroları'ndaki yönetmen kimliğinizi öne çıkartarak yaptığınız paylaşımlarda Şehir Tiyatroları'nı siyasal ve ideolojik çatışmaların odağı haline getirdiğiniz..." Adama sorarlar; sıradan bir vatandaş gibi mi yazmışım, yoksa Şehir Tiyatrolu yönetmen kimliğimi ön plana çıkartarak mı? Sorduk da; elbette yanıtı yok. Hukukçu Müfettiş'i sevsinler. Bunun dışında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu açıktır; 'ihraç' talebi için bir 'suç' isnadı varsa, suçun oluşumundan itibaren 6 ay içinde soruşturma açılır. Oysa suçlamaya konu teşkil eden örneklerin pek çoğu bir yıl ve öncesi tarihlere ait, yani zaman aşımına uğramış durumda. Zaten içerikleri de suçlama oluşturmuyor. Yetmedi; oluşturulan dosyada tarihlerde oynama yapılmış ve 'güncel' hale getirilmiş. Yine yetmedi, bazı paylaşımlar 'kopyala-yapıştır' tekniğiyle birbirine eklenerek suni içerikler oluşturulmuş.
Marat-Sade, prova...
İşte Böylesi Bir Rezilliktir Yaşadığımız
Kaldı ki, hem Anayasa'da ve hem de Türkiye'nin imza koyduğu uluslararası anlaşmalarda kişinin kendini ifade etme özgürlüğü zaten teminat altında. Bütün bunları hem avukatımın hazırladığı yazılı ve hem de benim bizzat verdiğim sözlü son savunmada da belirttik. Dinleyen kim? Kabaca tavır şu: Ben bu kararı veriyorum. Git mahkemede uğraş... Hangi mahkemede, hangi 'hukuk' devletinde? Nedir? Sağlığım yerinde olduğu sürece peşini bırakmayacağım bu rezilliğin. Bu arada; savunmam için resmi tebligatla çağrıldığım İstanbul Büyükşehir Belediye binasına sokulmadığım ve ancak sendika temsilcisinin İ.B.B. Encümen Müdürü ile görüşmesi sonucu girebildiğim bilgisini de paylaşmalıyım. Telefonuma gelen “demokrasi nöbeti” mesajları da düşünüldüğünde bu trajikomik durumun özeti ne acıdır ki şöyle yapılabilir: "Eyyyy benim memurum, seni gece demokrasi nöbetine çağırıyorum! Yani sen, eğer gerekirse benim, yakınlarım ve yandaşlarımın varlığını, servetini, mevcudiyetini ve iktidarını savunmak için ölmeyi göze almalı ve gerekirse ölmelisin! Ama gündüz seni tanımam. Bu kapıdan da içeri sokmam!" İşte böylesi bir rezilliktir yaşadığımız...
Aydın Sanatçı Şeçimleriyle de Değer Yaratmalı
İhraç edildiğinizi açıkladığınız günden bir gün önce "Sahnede bir karakter (kişilik) yaratabilmek için öncelikle bir karakter (kişilik) olunmalıdır. Korkmayın, kişilikli olun oyuncular..." diye yazmıştınız Twitter'da. Bu öneri, bir ön görü-eleştiriyi de içeriyor sanırım...
Kesinlikle öyle. Arif olan anlar... Sözüm bütün meslektaşlaradır. Aydın sanatçının yalnızca eğitim, birikim ve yetenekleriyle değil, aynı zamanda seçimleriyle de değer yaratması gerektiğine inanan biriyim. Kurucu ustamız Muhsin Ertuğrul'un güzel bir sözü vardır: "Seyirciye istediğini değil, ihtiyacı olanı verin." Bu sözün arkasında durabilmek için seyirci adına sorumluluk almak gerek. Demem o ki, korkunun ecele faydası yok. Karın bir şekilde doyar, gayrısı?
15 Temmuz sonrası on binlerce insan görevden uzaklaştırıldı, binlercesi gözaltına alındı ve tutuklandı. Cemaat ilişkileri bir yana, bu tasfiyede "ateist ve Marksistim" diyen akademisyenler, 'Boyun eğme' tişörtüyle 1 Mayıs'lara katılan eğitim emekçileri vardı. Şimdi de 6 tiyatrocu arkadaşlarınızla beraber size geldi sıra. "Kandırıldık" lafını bir çırpıda dökenler 13 yılını faşizm yüzünden sürgünde geçirmiş bir sanatçıyı nasıl bir cesaretle bu torbaya sokmaya çalışıyorlar?
Bana kalırsa bu torbaya sokulmak gibi bir çaba yok aslında. Şimdiye dek hiçbir merciden bir “FETÖ'cülük” suçlaması da gelmedi. Bu devlet, kırk yılı aşkın süredir sosyalist olduğunu açıkça belirtmekten çekinmemiş bir sanatçıyı tanır zaten. Yaşantım belli, ilişkilerim belli, üretimim belli... Sizin de başta belirttiğiniz gibi, bu durum gerçek anlamda bir cadı avı. Mevcut iktidar, yıllardan bu yana hiçbir konuda sosyal ve siyasal eleştiri ve muhalefete tahammül edemiyor. Sayısız örnek vermek mümkün. OHAL uygulaması da her türlü muhalif unsuru yok etmek için uygun alan yaratıyor. Meslektaşlarımla birlikte önce açığa alınmam, ülke gündemindeki FETÖ soruşturmaları ortadayken eski soruşturmalarımın jet hızıyla karara bağlanması ve ihraç edilmem bu mantık içinde yorumlanmalı bence...
Haziran Direnişi'nin ardından yoğunlaşan bir şekilde saldırının odağında kaldı Şehir Tiyatroları. Yola devam edebilir mi bu şekilde? Şehir Tiyatroları'nı nasıl bir gelecek bekliyor sizce?
Aslında Şehir Tiyatroları'nın yıpranma sürecinin başlangıcı daha eskilere dayanıyor. Uzun tarihsel açıklamalara girmeden söyleyebilirim, bu kurum son 16 yıl içinde 10 kez yönetim değiştirdi. Yalnızca bu bile sanatsal ve idari vizyon anlamında çok büyük bir istikrarsızlık yaratmaya yeter. Harbiye Kongre Merkezi'nin yapımı sürecinde Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin varlığını koruyabilmesi de gerçekten yorucu ve yıpratıcı bir mücadele sonucu gerçekleşti. Yoksa Kongre Vadisi planlanırken sahnemiz sökülüp atılmıştı oradan. Sonradan plana eklenebildi. Ardından yeni yönetmelik tartışmaları gündeme geldi. İskender Pala imzalı ve Mustafa İsen destekli “Muhafazakâr Sanat Manifestosu” öngörüleri havalarda uçuşurken, kamuoyunun da desteğiyle hayata geçirilen protestolar ve yinelenmesi gerçekten çok güç “Sanat Maratonu” ve benzeri farkındalık yaratma eylemleri, özellikle de 102 yıllık “Güzellikler Evi”nin tarihinde önemle anılacaktır diye düşünüyorum. Gezi bu sürecin son halkası olarak düşünülebilir. Bu onurlu Haziran, ruhuyla da, maddesiyle de ülke tarihinde pırıl pırıl bir sayfa olarak yerini almıştır ve böyle anılacaktır. Kendi adıma, tiyatromuzun 'yaramaz çocuğu' Şehir Tiyatroları'nın bir yönetmeni olarak elbette bu süreçten de payıma düşeni aldım. Ağustos 2013'te, "Ateşli Sabır" adlı oyunumla katıldığımız Uluslararası Kıbrıs Tiyatro Festivali'nde, oyun sonrası selam sırasında seyircinin "Her yer Taksim, her yer direniş" diyerek beni selamlamasına "Diren Gezi" diyerek yanıt verdiğim için, İstanbul'a döner dönmez oyunun nöbetçi rejisörüne talimatla yazdırılan bir ek raporla açılan soruşma sonucu verilen sicil cezası nur topu gibi özgeçmişimde yerini aldı.
Sonuçta Perdenin ne zaman kapanacağına yönetmen karar verir
Şehir Tiyatroları'nı nasıl bir gelecek bekliyor? İtiraf etmeli ki, Şehir Tiyatroları'nın direnç potansiyeli, özellikle son iki yılda sıcak suda yıkanıp çekmiş bir pamukluya döndü kanımca. Bu başlı başına incelenmesi gereken bir süreçtir. Zaten birkaç kez yönetiminde görev aldığım ve yeni yönetmelik sürecinde başkanlığını da yaptığım İŞTİSAN'dan (İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği) istifa etmemin temel sebebi de budur. Şeriatla yönetilen Suudi Arabistan'da kral ölünce kiyatro perdelerinin kapatılması, benim defalarca soruşturmaya uğramamın ardından, halen İŞTİSAN başkanlığına yürüten sevgili Levent Üzümcü'nün ihraç edilmesi, hiçbir gerekçe gösterilmeden Çimen Turunç Baturalp'in görevine son verilmesi, mahkeme kararlarına rağmen Özgürefe Özyeşilpınar'ın göreve iade edilmemesi, Arif Akkaya, Kemal Kocatürk ve benim hakkımda sosyal medya paylaşımları üzerinden soruşturmalar açılması, takip eden süreçte 6 meslektaşımla birlikte OHAL kapsamında açığa alınmam ve yine aynı süreçte taşeron şirket sözleşmesi ile çalıştırılan 21 sanatçının (Sonradan 11 sanatçı geri dönmüş olsa da) sözde 'performans yetersizliği' denilerek işine son verilmesi, Şehir Tiyatroları işleyiş ve üretiminde onarılması güç yaralar oluşturmuş ve ortaya basın bildirisi yayınlamak dışında dişe dokunur bir tepki de konulamamıştır ne yazık ki. Nedir? Ben insandan da, sanattan da umudumu kesmem. Sanatçı son sözü karanlığa bırakmaz ve sonuçta, perdenin ne zaman kapanacağına yönetmen karar verir. Gün ola, harman ola diyelim...
Sizin açınızdan yeni bir mücadele sürecinin açılacağını düşünüyorum. Deyim yerindeyse, ne gibi adımlar atacaksınız?
Hukuk devletine inanırım ve bir gün hukuk herkese lazım olur. Şimdi davacı benim. Ama bu arada; daha dünün başbakanı, bugünün cumhurbaşkanı olan bir erkin kefil olduğu bir savcı, bugün kırmızı bültenle aranan bir kaçak haline gelmişse; aynı erk tarafından daha dün, Gezi sürecinde destan yazdığı söylenen vali ve emniyet müdürleri bugünün tutuklu sanıklarına dönüşmüşse; Türkiye'nin ve Türkiye'nin hukuk ve adaletini yönetenlerin hukuk ve adalet anlayışından şüphe duymak hakkına da, haddine de sahibim.
Avrupa’da vatandaşlık alma hakim vardı, almadım!
Önce de belirttiğim gibi; yalnızca Şehir Tiyatroları'ndaki yönetmen kadromun değil, geçmişe yönelik sigorta primlerimin ödenmemişliği konusunda da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne dava süreci başlatacağım ve iç hukuk yollarının sonuna dek gideceğim. Bu yolun bittiği yerde uluslararası hukuk, yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başlıyor. Olabilecek en kötü olasılıkla bu aşamada sonuç alacağıma kesinlikle inanıyorum. Zaten uluslararası medya bu sürece duyarsız değil. Özellikle Almanya, İtalya ve Fransa medyası ülkemizde kültür ve sanata ve kendi özelimde de de bana yaşatılan bu çirkin ve saldırgan süreci takip ediyor. Aslında ne kadar yüz kızartıcı, utanç verici. 13 yıl boyunca sürgünde kaldım. İsveç, Almanya, İsviçre, Fransa, Hollanda ve Yunanistan'dan vatandaşlık alma olanağım vardı; almadım, lakin vardığımız nokta bu işte. Sonra da bütün yönetim erkini elinde tutan birileri kalkacak, yaşadığımız bu kanlı kargaşada "Yerli" diyecek, "Milli" diyecek, kredi kartlarıma, pasaportuma el koyacak, hiçbir eksik ya da yanlışımı bulamadığı mesleğimden beni ihraç edecek, bunca yaptırım uygulayacak ve sıra kendine gelince de "Kandırıldım, Allah affetsin" diye hukuk devleti liderliği yapıp, yetmedi "Tek başıma ben yöneteceğim"in anayasal düzenlemesini isteyecek. Hadi oradan!
Kolumda 800 bin liralık hediye bir saat yok
Nefesimin yettiği yere kadar mücadele edeceğimden kimsenin kuşkusu olmasın. Bunca yıllık devlet memuruyum. Maaşımı kamudan aldım. İktidarı oluşturanların hanımlarının kolundaki bileziklerin ya da çocuklarının sünnet düğünlerinde takılan altınların paydaşı değilim. Maaşımı kamu verdi. Kolumda 800 bin liralık hediye bir saat yok. Evimde boş ayakkabı kutusu bulundurmam ki, içinde milyonlarca dolar olsun. Evim, arsam, arabam, tahvilim, hisse senedim ve hatta bisikletim bile bulunursa namerdim. Yani kamunun hizmetindeyim, iktidarın değil. Çok hazmetmesem de, devlet memuruyum, iktidar memuru değil. Özcesi, hukuksuz hırsızların Türkiyesi'nde, savaş, kan ve ölümün Türkiyesi'nde hem bildiğimi söyleyemeye devam edeceğim, hem de hakkımı gasp edenlerle sonuna dek mücadele edeceğim.
Belki birileri çıkar ve bu yaşananları sahneye taşır, ne dersiniz?
Bu konuda bir gazete haberi okumuştum. Geçmişte, Fettullah Gülen’e bağlılığı zerre kadar tartışılmayan, "Muhafazakâr Sanat Manifestosu" yazarı, İstanbul Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı ve şimdinin Devlet Tiyatroları Edebi Kurul Üyesi İskender Pala ismindeki zat bir oyun yazma hazırlığı içindeymiş. Bilmeyenler için bilgi paylaşayım, Türkiye'de ilk kez İstanbul Şehir Tiyatroları'nda 'Taşeron sözleşmeli oyuncu' uygulaması bu zatın yazdığı "Leyla ile Mecnun" adlı oyunla başladı. Dilerim yaşanan pratik gerçekliğin tiyatrosal metnini sahneye taşımaya kimse soyunmaz. Yazık olur, ayıp olur, tüccarlık olur. Yaşadığımız ve benzeri sosyal ve siyasal altüstlüklerin tiyatrosal metinleri zaten vardır. Ve yeni metinler de aynı mantık ve yöntemle yazılmalıdır. Ben özellikle şu son on yıl içinde "Mefisto", "Marat-Sade", "Ateşli Sabır", "Terzi", "Radyonun İçindekiler" gibi metinleri zaten "yaşananlar" adına seyirciyle buluşturmaya çabaladım, sayısız ödüller aldım, ama Şehir Tiyatrosu yönetimleri ellerinden geldiğince çabuk repertuardan kaldırmaya çabaladı, mümkün olduğunca az oynattı ve yok etti ki? Ve sonunda oyunlar bir yana beni bile ihraç etti! Tiyatro bir ana sanat dalıdır. Saygındır, zordur. "Kurtlar Vadisi Darbe"nin müşterisi olanlar için adres zaten bellidir. Meraklısına kolay gelsin...