Menu
12 Mayıs 2015

Hayalet'in Türkiye Macerası

Işıl Gerek

Işıl Gerek

Perde açılır… Paris Opera Evi’nin eşyaları açık arttırmayla satışa çıkarılmıştır. Takvimler 1911 yılını göstermektedir. Müzayede katılımcıları arasında artık 70 yaşına gelmiş,  tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş Raoul de vardır ve Raoul iddialı bir teklifle bir müzik kutusu satın alır. O sırada müzayede yöneticisi diğer adıyla ‘münadi’, Opera Evi’nin avizesini satışa çıkarır ve Opera’daki Hayalet efsanesini anlatmaya başlar. Bir şimşek belirir ve bir anda kendimizi geçmişte, Paris Operası’nın Hannibal provalarında buluruz. Christine rolündeki Emilie Lynn’in duru ve güçlü sesini ilk kez o sırada “Think of Me” ile duyarız. Christine’e bu kusursuz yeteneği bahşeden Müzik Meleği (Angel of Music) ise hiç kuşkusuz ona büyük bir saplantıyla aşık olan Phantom’dur…
Efsanevi İngiliz besteci Sir Andrew Lloyd Webber’in tüm dünyada bir fenomene dönüşen eseri The Phantom of the Opera aşk, tutku, kıskançlık, saplantı, seçimler ve yüzleşmeler üzerine kurulu iki perdelik bir müzikal. Bu dev prodüksiyon, 25 yılı aşan geçmişiyle Broadway’in en uzun soluklu müzikali olmasının yanı sıra beyazperdedeki uyarlamalarıyla Gerard Butler ve Sarah Brightman gibi ünlü isimleri de film ve müzik dünyasına kazandırdı.
Hafızalara kazınan müzikleri, ihtişamlı dekoru, incelikli kostümleri ve oyuncularının kusursuz performanslarıyla izleyenlerini yaklaşık üç saat boyunca etkisi altına alan The Phantom of the Opera’nın Türkiye macerasını başrol oyuncuları Anthony Downing ve Emilie Lynn, sanat yönetmeni Arthur Masella ve müzik direktörü Guy Simpson ile Aykırı Akademi için konuştuk.
 

Londra’daki prömiyerinin üzerinden henüz 30 yıl geçmiş olmasına rağmen, The Phantom of the Opera adeta kökleri yüzlerce yıl öncesine dayanan bir fenomen algısına sahip. Tüm dünyada müthiş ilgi görüyor ve müzikali izlemeyenler dahi şarkılarına, esere aşina. Bu gösteriyi bu kadar büyüleyici yapan ne sizce?

Arthur Masella / Eş Yönetmen: Her şeyden önce hikâyesi çok güzel ve insanlar güzel hikâyeleri seviyorlar. İkinci olaraksa bence müzikleri… Bence The Phantom of the Opera müzikleriyle en’ler arasında yerini alıyor. Tabii arka planda müthiş bir de prodüksiyon olduğunu söylemeliyim. İstanbul’daki temsillerde seyircimiz orijinal dekoru ve kostümleri görecekler. Yani iyi metin, etkileyici bir müzik, detaylı bir sahneleme ve titiz bir çalışmanın sonunda aslında böyle bir başarıyı yakalıyorsunuz. Bu hiç de kolay değil elbette. İnanılmaz bir emek var, oyuncusundan müzisyenlerine, sahne tasarımcılarından kostümcülerine, ışıkçılardan bu prodüksiyonun gerçekleşmesine katkı sağlayan idari personeline kadar herkes çok çalışıyor. Böylece ortaya mükemmel bir gösteri çıkıyor. İnsanlar hikâyeyi bilmelerine rağmen, defalarca izliyorlar.

Guy Simpson / Müzik Direktörü: Ben bu başarıyı oyunun içinde yer aldığım pozisyon itibariyle müziklere bağlasam da, müthiş bir görsele sahip olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Ama Andrew Webber gerçekten muazzam besteler yapmış. Romantizm, tutku ve heyecan dolu melodiler… Aynı zamanda müthiş bir bütünlüğe de sahipler. Ne çok klasik, ne çok modern. Zamansız derler ya hani, gerçekten öyle.

Metin Fransız yazar Gaston Leroux’ın aynı adlı romanına dayanıyor ve zamanında beyazperdeye de uyarlanmış. Webber’in bestelerinde ise operayı andıran bir taraf olsa da gösterinin bütününde müzikli oyun yapısını ve biçimini görüyoruz. Siz nasıl bir yorumla sahneliyorsunuz? Yani, müzikale getirdiğiniz farklılıklar var mı?

Arthur Masella / Eş Yönetmen: Haklısın, form olarak sadece bir kısmı operayı andırsa da müzikalin büyük bölümü diyalogsuz bir şekilde ve şarkılarla ilerliyor. Ve bu şarkılar hem beste hem de güfte anlamında izleyiciye çok rahat ulaşıyor. İzleyici hikâyeyi şarkılardan takip edebiliyor.

The Phantom of the Opera hem görsel hem de müzikal anlamda müthiş bir uyuma sahip. Sahne arkasında büyük bir ekip olduğunu söylediniz. Bu büyük prodüksiyonla ilgili ilginç detayları bizimle paylaşır mısınız? Bir de birbirini takip eden sahnelerde o ihtişamlı dekor nasıl oluyor da bir film karesi gibi yumuşak geçişlerle değişiyor?

Arthur Masella / Eş Yönetmen: (Gülüşmeler) Çok haklısın, birçok kişiden duyuyoruz bunu aslında. Çok pratik olması amaçlanan dev bir prodüksiyon olduğunu söylemeliyim. Oyunda yirmiyi aşkın sahne değişimi var. Dekor ve kostümler hem çok ihtişamlı hem de çok detaylı. Bu değişimler sırasında zamana karşı yarışıyoruz aslında. Çünkü oyun bir yandan akıyor ve izleyici de bu akışa şahit oluyor. Işıkla, oyuncularla mükemmel bir zamanlamaya sahip olmak çok çok önemli. Bu yüzden dekorun, kostümlerin o ihtişamına rağmen mümkün olduğunca pratik olması gerekiyor. Sahne tasarımcılarımızın mükemmel bir iş çıkardığını söylemeliyim. Tabii arkada haftalar süren bir hazırlık ve kurulum aşaması var. Bize buradaki performanslarımız sırasında yardımcı olan müthiş disiplinli bir ekip var. Ama söylediğin gibi izleyenlerin birçoğu o şaşaalı dekorun sahne geçişlerindeki kolay değişimine gerçekten şaşırıyor.

Turnelerinizde gittiğiniz ülkelerdeki müzisyenlerle, ekiplerle çalışıyorsunuz bildiğim kadarıyla. Haftalar süren seçme sürecinin ardından burada da Türkiye’den müzisyenlerle çalışıyorsunuz, öyle değil mi? Nasıl, iyi bir uyum yakalayabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Arthur Masella / Eş Yönetmen: Kesinlikle. Biz turnelere şefimizle gidiyoruz ve o ülkeden müzisyenlerle yeni bir orkestra kuruyoruz. Birlikte çalışacağımız isimleri çok titiz bir seçme sürecinin ardından belirliyoruz. Şunu dürüstlükle ifade etmeliyim. Bazen ne kadar titizlenseniz de istediğiniz sonucu alamayabiliyorsunuz. Ama Türkiye’de birlikte çalıştığımız müzisyenler gerçekten inanılmazlar. Bunu samimiyetle söylüyorum.  Eserlere o kadar hakimlerdi ki fazladan bir çabaya hiç gerek kalmadı.

Guy Simpson / Müzik Direktörü: Bu belki biraz klişe olacak ama müzik “evrensel” bir dil. Ama bence doğru. Güzel ve duygulu bir müzik bence herkese dokunabilir. Sonuçta az önce Arthur’un da söylediği gibi bizler gittiğimiz ülkelerde yerel müzisyenlerle çalışıyoruz. Türkiye’de de seçmelerin ardından 2,5-3 haftalık bir prova sürecimiz oldu. Bu süreçte hepimizin ortak dili “müzikti” aslında. Farklı dil ve kültürlerden müzisyenlere legato, forzato ya da kreşendo dediğimde hepsi beni anlayabiliyorsa, bu müziğin yarattığı ortak dil sayesinde… Dolayısıyla hiç zorlanmadığımızı, çok iyi bir uyum yakaladığımızı söyleyebilirim.

Gittiğiniz yerlerde birden fazla temsil gerçekleştirdiğiniz ve uzun süre kaldığınız için şehri keşfetme fırsatınız oluyordur diye tahmin ediyorum. Türkiye’ye ilk gelişiniz mi?

Guy Simpson / Müzik Direktörü: Evet, ama ben ekibin birçoğundan önce geldim. 3- 4 ay kadar önce. Burada seçmeler yaptık. Eşim birkaç yıl önce bir konferans için gelmişti İstanbul’a ve anlata anlata bitirememişti. Gerçekten haklıymış! Hatta şimdi eşim, kızım ve kızımın erkek arkadaşı da benimle birlikte burada. Yani burada ailece çok keyifli zaman geçiriyoruz.

Siz İstanbul’a gelmeden önce şehre dair araştırmalar yaptınız mı?

Anthony Downing / Oyuncu (Raoul): (Gülüşmeler) Aslında erkek kardeşim bir yıl önce gelmişti, dolayısıyla o birkaç şey söyledi. Boğaz’ı, balıkçıları, şehrin tarihi bölgelerini… Şimdiye kadar burada bizi çok güzel ağırladılar, ilerleyen günlerde şehrin turistik bölgelerinin dışında daha farklı yerlerine de gitmeyi umuyorum. Çünkü biz gittiğimiz yerlerde uzun süre kalıyoruz ve aslında o şehrin yaşayanları gibi yaşamaya başlıyoruz. Ben böyle olmasını seviyorum. Ne mutlu ki farklı ülkeleri gezebileceğim, farklı kültürleri tanıyabileceğim bir işim var.

Emilie Lynn / Oyuncu (Christine): Biz aslında gelmeden önce tüm ekiple konuşuyoruz. Herkes o şehirle ilgili öğrendiklerini birbiriyle paylaşıyor. Pazartesileri boş günümüz dolayısıyla şehri keşfetmek için zamanımız oluyor.

Siz aslında kompozisyon mezunusunuz. Lisansınız müzik alanında yani. Tiyatro ya da müzikaller sizin için farklı bir deneyim olmalı…

Anthony Downing / Oyuncu (Raoul): Evet ben aslında kompozisyon mezunuyum, Cape Town Üniversitesi’nden müzik diplomam var. Bu açıdan arka planını bilsem de müzikaller benim için yeni bir deneyim. Çok heyecan verici olduğunu söylemeliyim! Çünkü kompozisyonda eserin yaratım aşamasında yer alırsınız. Burada ise icra kısmı söz konusu. Üstelik şarkı söylüyorum. Bir de canlandırdığım bir karakter var. Onun ruhunu yansıtan bir performans sergiliyorum. Dolayısıyla her anı çok değerli olan bir tecrübe benim için.

Sizin müzik ve tiyatro kariyeriniz nasıl başladı?

Emilie Lynn / Oyuncu (Christine): Küçük yaşlarımdan itibaren şarkı söylemeyi çok seviyorum. Benim büyükannem de şarkı söylerdi, aynı zamanda da aktristi. Ben onu izleyerek büyüdüm. Sonra okul zamanım geldiğinde ben de bu alanda bir şeyler yapabilirim dedim. Sonrasında da hem şan, hem de oyunculuk eğitimi aldım. Ne şanslıyım ki her iki becerimi de kullanabildiğim bu özel projenin bir parçasıyım.

İnsanların müziğe ya da performanslara karşı ilgi ve algıları ülkeden ülkeye değişiyor mu?

Anthony Downing / Oyuncu (Raoul): Bence kesinlikle değişiyor. Gittiğimiz her yerde çok olumlu tepkiler alıyoruz genelde ama bazı ülkelerde gerçekten çılgınca bir ilgi oluyor. Biletler haftalar öncesinden tükenmiş oluyor. İnsanlar dakikalarca salonu terk etmiyorlar ve alkışlamaya devam ediyorlar. Hatta gösteri sonrası fuayede saatlerce bekliyorlar. Bu tabii çok mutlu ediyor. Açılış gecesinin ardından Türkiye’de de müthiş bir izleyici olduğunu söylemeliyim bu arada.

Peki, Raoul karakterinin sizin için nasıl bir önemi var? Kendi kişiliğinizle örtüşen yanları var mı Raoul’ün?

Anthony Downing / Oyuncu (Raoul): (Gülüşmeler) Raoul her şeyden önce bir aristokrat, ben bir aristokrat değilim. Ama olmayı isterdim! Şaka yapıyorum, halimden gayet memnunum. Ama Raoul sevgiye önem veren bir adam, bence bu yüzden izleyen herkesle bir yakınlık kurabiliyor. Bazen kibirli olsa da ya da istediğini almak için inat etse de temelde sevgi söz konusu olduğu için bence herkes ona karşı anlayış gösteriyor. Ben de böyle bir prodüksiyonda bu karaktere hayat verme şansını bulabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Sizin için The Phantom of the Opera’da yer almak ne ifade ediyor? Birgün Christine karakterini canlandıracağınız aklınıza gelir miydi?

Emilie Lynn / Oyuncu (Christine): Bence müziği ve şarkı söylemeyi çok seven her küçük kızın hayalidir bu! (Gülüşmeler) Benim için de öyleydi elbette! Şimdi bu hayalin gerçek olmasının tadını çıkarıyorum ve rolün hakkını vermek için her defasında elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ediyorum.

Arasında seçim yapmak zor olabilir belki ama en seslendirmekten büyük keyif aldığınız ya da yeri sizin için ayrı olan bir eser var mı?

Anthony Downing / Oyuncu (Raoul): Söylediğin gibi ayrım yapmam çok zor ama şunu söyleyebilirim. Bu müzikaldeki şarkıların birçoğunu ben çok çok önceden biliyor ve seviyordum. Bir gün Raoul karakterini canlandıracağımı hayal dahi edemezken, bu eserleri dinliyordum. Benim babam da müzisyendi ve beni bu eserlerle aslında o tanıştırmıştı. Piyano çalmayı öğrendiğimde bu eserleri çalmayı denediğimi hatırlıyorum.

Emilie Lynn / Oyuncu (Christine): Sanırım benim de temsil esnasındaki ruh halime göre değişiyor. Eğer çok duygusal bir anımdaysam Wishing You Were Somehow Here Again beni çok etkileyebiliyor. Ya da sevgili arkadaşım Brad ile seslendirdiğimiz Think of Me beni çok duygulandırabiliyor. O anki ışıklar, sahnedeki ambiyans seyirci kadar bizleri de etkiliyor.

Sahnedeki partnerlerinizle ve müzisyenlerden sahne arkasındaki ekibe kadar nasıl bir işbirliği var aranızda?

Emilie Lynn / Oyuncu (Christine): Bu klişe gibi gelebilir ama gerçekten bir aile gibi olduk artık. Zaten böylesine büyük bir prodüksiyonun aradaki bu kuvvetli bağ olmadan bu kadar iyi olması mümkün olmazdı. Işık teknisyenlerinden, kostümcülerine, sahne tasarımcılarından, müzisyenlere inanılmaz bir emek var. Zaten bizim performanslarımızı öne çıkaran da onların emeği. Ne kadar iyi şarkı söylerseniz söyleyin, iyi bir orkestra eşlik etmiyorsa size istediğiniz sonucu alamazsınız. İyi çalan bir orkestra sahnede bizim de motive olmamızı sağlıyor.

Hazırlıklar sırasında ya da performans esnasında bu müzikalin en zor yanı ne oldu sizin için?

Emilie Lynn / Oyuncu (Christine): Bence işin en zor kısmı fiziksel yorgunluk. Çünkü Christine rolü gereği neredeyse her bölümde sahnede oluyorum. Bir yandan şarkı söylemek, bir yandan karakteri canlandırmak… Üstelik dinamiği çok yüksek bir oyun… Sürekli dekor ve kostümler değişiyor, üstelik müthiş bir hız ve zamanlama gerektiriyor. Bize yardımcı olan müthiş bir ekip var elbette sahne arkasında, işlerimiz onlar sayesinde çok kolaylaşıyor ama yine de işin sanırım en stresli kısmı bu. Tabii değişik bir adrenalin de oluyor. Kusursuz bir performans için biraz strese girsek de ben bu heyecanı seviyorum sanırım.

Anthony Downing / Oyuncu (Raoul): Bence en zor yanı karakteri çıkarmaktı. Onun duygularını, kişiliğini yansıtmak. Çünkü Raoul karakterinin duygularının abartısız bir gerçeklikle izleyiciye geçmesi öncelikli hedefimdi. Aynı zamanda bu aşk üçgeninde Raoul’ü doğru konumlandırmak da çok önemliydi. Bence müzikaldeki rolüm açısından taşıdığım en büyük sorumluluk buydu. Bunun yanı sıra, siz de izlediniz, çok dinamik ve değişken sahneler var. Çok iyi bir beden, ses ve kondisyon bütünlüğüne sahip olmanız gerekiyor. Birçok kez aynı rol ile sahneye çıkmış olsam da, her seferinde daha iyi olmak için gerçekten çok çalışıyorum, çalışıyoruz.

Müzik çalışmalarınıza devam ediyor musunuz bir yandan?

Anthony Downing / Oyuncu (Raoul): Fırsatını bulsam edeceğim. (Gülüşmeler) Kompozisyonu bitirdikten hemen sonra bu projeye dahil oldum ve gerçekten çok yoğun bir turne programımız var. Bestecilik zaman ve kendine kalmayı gerektiriyor. Benim şimdilik buna çok vaktim olmuyor haliyle. Ama çok önem verdiğim bir projede yer alıyorum, dolayısıyla bu durum beni üzmüyor. Şunu biliyorum ki müzik her zaman hayatımda ve benimle. İleride bestecilik anlamında daha üretken olacağım zamanların geleceğini biliyorum.

Sanatla iç içe bir hayatınız var, çok farklı kültürleri tanıma, farklı ülkelerden insanlarla çalışma fırsatı buluyorsunuz. Beste yaparken nelerden esinlenirsiniz?

Anthony Downing / Oyuncu (Raoul): Son Uzakdoğu turnemizin beni çok etkilediğini söyleyebilirim. Japonya’da Sakura’lar (kiraz çiçeği) açmıştı ve müthiş bir hava vardı. Yürüyüş yaparken birden içimden bir melodi yükseldi, kendiliğinden. Hemen otele döndüm ve kaydetmeye çalıştım. Yani hayatın kendisi bence çok etkileyici, yaşadığımız her şey, her an. Bazen temsil sırasında ya da sonrasında yaşadığım bir şey… Umarım İstanbul’da da bana ilham verecek güzelliklerle karşılaşabilirim.

Fotoğraflar: Mert Gerek

 


Herkes bilsin