“Mesele McCarty dönemindeki cadı kazanında Elia Kazan gibi birinin çıkıp tüm arkadaşlarını satmasıdır.”
AYKIRI AKADEMİ - SÖYLEŞİ - Cansu Fırıncı
Anlatılan Senin Hikâyendir…
Faşizm karşısında sessiz kalanlardan, Berkin Elvan’a, Ali İsmail’e sahip çıktığını unutturmak isteyenlerden, tiyatronun kara gömleklilerinden, içimizdeki İngilizler’den bahsetti bize. İrlandalılar’a laf etmedi nedense. Biraz da Osmanlı’dan ve tiyatrosu’ndan konuştuk. Ha, hep kötülerin iyileri harap etmesinden yakındı, ama yelkenleri sulara indirmedi. Ege gibiydi konuşurken, iki yakası bir araya gelmeyen iki halk gibiydi. Yine de umutluydu ve son sözü; mücadele etmeli, oldu.
Söz, Levent Üzümcü’de…
Oyun cumhuriyet dönemine, o dönemde yaşanan trajedilere, tutulamayan yaslara, memleket hikayelerine odaklanmış daha çok ama rejide orta oyununa, meddaha, yani Osmanlı tiyatrosuna yaslanmışsın. Şimdiki hükümet Osmanlı’yı bu kadar övüyorken, Yeni Osmanlı nidaları havada uçuşuyorken nanik yapmak olmuyor mu seninki?
Anlatı tiyatrosu dediğin zaman, bizdeki karşılığı meddah geleneğidir. Osmanlı küt diye bitti de cumhuriyet başladı diye bir şey yok ki; sonuçta cumhuriyeti kuranların hepsi Osmanlı vatandaşıydı. Benim derdim Osmanlı’daki sanatla değil ki. Üç tane Osmanlı padişahının adını arka arkaya sayamayacak olanların ‘Biz Osmanlı torunuyuz’ diye ortalarda gezinmeleri. Osmanlı’nın neden battığına, yıkıldığına dair en ufak bir bilgisi olmayan cahillerin çıkıp, biz Osmanlıcıyız, demeleri. Osmanlı İmparatorluğu, gider fetheder, vergiye bağlar, büyüdükçe yaşardı. Fetheder, toprağını alır, devşirir, vergiye bağlar, büyür. Ne oldu? Sanayi devrimini ıskaladı; kapitalizmin kullandığı dincilik, milliyetçilik akımlarıyla paramparça oldu. Kendi içindeki farklı dinden, milliyetten unsurları yitirdi. Kapitalizmi ıskaladığı için yok oldu. Son Padişah ülkenin anahtarını İngilizlere teslim etti. Peki, cumhuriyet kurulduktan sonra borçlar dışında ne kaldı Osmanlı’dan cumhuriyete? 2 testi 1 basma fabrikası! Sanayisi olmayan bir devlet nasıl ayakta duracaktı ki? Musul’dan petrol çıktığını, o petrolle makinelerin çalıştığını keşfeden İngilizler oldu. Hiçbirinin hiçbir şey okuduğu yok, atıp tutuyorlar, Evlad-ı Osmanlıyız, cart curt.
Biraz erken atıldın Şehir Tiyatrosu’ndan. Zira tiyatroda muhalif duruşu olan kimi kadrolu oyuncular ve muhalif olsun ya da olmasın kimi sözleşmeliler performans düşüklüğü gerekçesi ile ama FETÖ’cü oldukları bilgisi de alttan alta yayılarak açığa alındılar ve FETÖ çuvalının içine tıkıştırıldılar. Sen de bu çuvalın içinde olurdun sanırım.
Kesinlikle. Darbe girişiminden sonra kollarına siyah bant takarak, atılan ya da açığa alınan arkadaşlarımıza müdürün odasında ayar vermeye çalışan oyuncular, böylesine şerefini ve haysiyetini pazarlamış insanlar var bu tiyatroda. Biz bunlarla mı Türk Tiyatrosu’nu bir yerlere getireceğiz? Biz bu insanlarla mı aynı sahneleri paylaştık?
Peki, son yaşananlardan önce bu siyah bantlılar renk veriyor muydu?
Her zaman varlardı. Ragıp Yavuz’un ikinci atılışıdır bu tiyatrodan. 1402’liktir Ragıp. 1402’liklerin listesini hazırlayıp, muhbirlik yapanlar da bu tiyatronun oyuncularıydı. Neden 1980’de Devlet Tiyatrosu’ndan hiç oyuncu atılmadı? Devlet Tiyatroları’nın o dönemki genel müdürü Cüneyt Gökçer, kendisine sunulmuş 1402’likler listesinin başına kendi adını ekledi ve “Buyurun bu listedeki herkesi atabilirsiniz” dedi. Genel müdürdü ve kendi adını yazdı en üste. Pek çok insan ileri geri konuşur Cüneyt Gökçer hakkında ama böyle delikanlıca bir tavrı olmuştur. Ama 1402’likler listelerini hazırlayanlar da o listelerin tiyatrolardan atılmalarına yol açanlar da bu tiyatronun oyuncularıydı. Böyle bir geleneği var bu tiyatronun maalesef.
Senin sürecinde de sana sahip çıkan tavırlar sergileyen yönetici-sanatçılar vardı ama aynı zamanda seni disiplin kuruluna sevk eden evrakların altına da imza atmışlardı. O evrakın altına imza atıp sonra senin boynuna sarılması arasında bir çelişki yok mu?
Ben kimseye bir hata yapmadım; adilik, şerefsizlik, hırsızlık, terbiyesizlik, namussuzluk yapmadım. O yüzden de gece yastığa başımı koyduğumda çok rahat uyuyorum. Kimseye haksızlık yapmadım, kimseye yalan da söylemedim. Ben, etrafta beni görmekten hoşnut olmayan insanların arasında yaşıyorum. Çünkü onurumu hiçbir şeye satmam. Ailemin adını hiçbir şeye satmam. Bunlar benim için çok önemli. Bunları feodal değerler olarak görme ya da eskide kalmış değerler olarak görme.
Cadı Kazanı’nda Proctor hikâyesini hatırlatmak isterim. Suçsuz yere yargılanmıştır, herkes onun suçsuz olduğunu bile bile onun ölümle cezalandırılmasına sessiz kalmıştır. Hâkim sonunca yaptığı hatayı fark eder ve cadı olduğunu kabul eden bir kâğıt imzalamasını ister. Kâğıdı kilisenin kapısına asacaktır. Proctor’u affedecek, kendi adını temize çekecektir Proctor imzayı atar, hâkim kâğıdı alır, kilisenin kapısına asacaktır, Proctor hâkimi durdurur. “Gördün kâğıdı imzaladım. Bırak bir tek adım var benim dünyada onu da kirletme” der kâğıdı yırtıp atar ve idama gider.
Bir tek adımız var şu hayatta bizim. Neyimiz var başka! Tiyatro dediğin nedir, o koca koca kurumları var eden kimdir, o kurumların isimlerini yaşatan kimdir? Biziz.
Sen oynamıştın Sabahattin Ali’nin hayatını anlatan oyunda. Onu ormanın birinde katledenler şimdi neredeler? Bu ülkede hep mi iyiler ceza görecek? Hep mi iyiler harap edilecekler? Hep mi kötüler kazanacak, hep mi be arkadaş!
Mesele McCarty dönemindeki cadı kazanında Elia Kazan gibi birinin çıkıp tüm arkadaşlarını satmasıdır.
Milliyetçi-Muhafazakâr biri gibi sorayım o zaman. Neden konuşma yaptın Sosyalist Enternasyonal’de. Ülkeni yabancılara şikâyet etmeye utanmadın mı? Şimdi düşününce yaptığını doğru buluyor musun yoksa pişman mısın?
Evet, doğru buluyorum, çünkü bu öyle bir şey değil. Bu aynı dünya görüşüne inanan insanların birbirlerine kendi ülkeleri hakkında bilgi vermesi. Kapitalizme geçildiğinden beri dünya nüfusu 6 kat arttı. Yüz yıl önce dünya nüfusu 1.2 milyarken şu anda 7 milyar. Neden? Kapitalizm daha fazla tüketim istiyor. Daha ucuza çalıştırıp, bol bol öldürecek. Bunun sorumlusu komünizm mi, sosyalizm mi? Üstelik ben yaptırım gücü olan insanlara bir şey söylemedim ki. Bu ülkenin cumhurbaşkanının karısı dava açtı bu ülkenin aleyhine, hiç kimse gıkını çıkarmadı, ülkemizi yabancılara şikâyet ediyor, demedi.
Sosyalist Enternasyonal’de kapitalizmle derdi olmayan önemli isimler de var ama…
Ayala vardı mesela orada, Sosyalist Enternasyonal’in başkanı ve kapitalizmle barışmak üzerine bir konuşma yaptı. Kapitalizmle nasıl barışılabilinir ki? Hepimizin yüzü burada, kapitalizmle nasıl barışıyoruz biz? Ama kapitalizm böyle bir düzen işte. Mesela Gezi Parkı’na gelenler, oradaki direnişe destek verenler, bugün kayboldular ortadan, hiçbiri isimlerinin bile anılmasını istemiyor bu olayla, hatta unutulsun istiyorlar.
Kalabalık olanın haklı olduğunu düşünüyorlar. Oysa, doğru bildiğinden nasıl şaşar insan? Ne bırakacaklar çocuklarına? Oraya yerleşirim, buraya yerleşirim. Yerleşirsin de rahat edebilir misin? Bu kadar rahat yaşayabilir misin kendi ülken dışında bir yerde. Sonuçta bir başka ülkeye yerleştiğinde bu tanınırlıkta olmayacaksın, orada hiç kimsesin, bunu kaldırabilecek misin? Hani, kafalarında hep kaçıp gitmek var ya hep, kendi ülkelerinden umudu kesmişler, o bakımdan söylüyorum!