Çağının kabına sığmayan kadın: Simone
Sevinç Erbulak
fotoğraf: 1947, Charles Hewitt/Picture Post/Getty Images
YKY'nın yepyeni çehresini gördünüz mü siz de Beyoğlu'nda? Düştü mü yolunuz o beton yığını beye Hala var orada güzel bir yerler... Keşfedin. Yalnız bırakmayın Beyoğlu'nu Akademi'liler. Çünkü yalnız bırakıldıkça daha da betonlaşıyor muhitler ve kalpler...
Geçen günlerde Yapı Kredi Yayınlarının yeni ve nefis yerinde ''James Joyce'un doğumgünü'' nü kutladık. Gelenlerle beraber, çok güzel bir öğleden sonraydı. Joyce'u okumak ve hissetmek için bir araya geldik. Yazarın olağanüstü dünyasını Fuat Sevimay'dan dinledikten sonra, ben müzisyenler Jenny Miller ve Aidan McMahon ile, Dublinliler ve Ulysses'ten bölümler okudum izleyenlere...Sonra da Fainche Egan şiirlerini okudu.
Böyle bir güzel gün hayal edin, bu hayal, gerçek oldu.
Sonra ben YKY'nın kitap katında kayboldum biraz. Canavarlar Tarihi, Mitoloji derken gözüme ''Genel Kültür Dizisi'' çarpıverdi, iyi ki!
Ben kendimi bildim bileli annemden dinlediğim, Simone de Beauvoir'ın hayatı hakkında olan kültür serisini de alıp çıktım oradan.
Kendi hayallerimde eve döndüm. Sonra araya başka kitaplar, filmler filan girdi, geçen gece açabildim kapağını. Kapatamadım sonra.
Bu, çağının çok ilerisinin kadını, bu eşsiz Simone; 1908 yılında doğuyor, babası ve kız kardeşiyle çok mutlu bir çocukluk dönemi geçiriyor. 1929'da tanıştığı Jean Paul Sartre'dan sonra ise yaşamı, daha doğrusu ikisinin de yaşamları kesin bir biçimde, kopmamak üzere birbirine bağlanıyor.
Zaten Beauvoir adını duyduğumuzda Simone'den başka bir şey gelmiyor aklımıza... Daha önce Sorbonne koridorlarında yolları kesişmiş olan bu olağanüstü ikiliden Sartre, Simone'ye bir anlaşma yapmayı öneriyor. Aralarındaki zorunlu aşka sadık kalmaya and içecekler ama öte yandan olumsal aşklar yaşamayı birbirlerine yasaklamayacaklardır. İki yıl boyunca ikisi de kendini karşısındakine adayacak, sonra, gündelik rutine düşmemek için kendi yollarına gideceklerdir. Dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşacaklardır nasıl olsa. Söz konusu elli yıl, elli bir yıl sürecek bir birlikteliğe, bir ayrılmaz ikili ilişkisine dönüşecektir.
Simone de Beauvoir ve Jean-Paul Sartre, Paris,1945. Fotoğraf:RDA.
Sadece Sartre mı ?
Hayır.
Beauvoir'ın hayatta en çok sevdiği ve çok erken kaybettiği Zaza'sı.
Sartre'ın Le Havre lisesinden eski öğrencisi Laurent Bost ve onun kusursuz gülümseyişi...
1939 Eylül'ü, savaşın ilan edilmesi.
Cepheye, hem Sartre'a hem Bost'a yazılan mektuplar, onları ziyaret etmek için uydurulan kurnazlıklar...
Ah o Saint-German-des-Pres'deki kahveler, sığınılan köşeleri...
Kendisine Chicago'yu gezdiren ve umulmadık bir tutkuyu paylaştığı yazar Nelson Algren...
Yazar Simone de Beauvoir'ın doğum tarihinin 1943 Ağustos olduğu söylenebilir. “Konuk Kız”ın yayımlanmasıyla gençliğinden beri heves ettiği o edebiyat dünyasına girer.
Birçok romanın yanı sıra bir tiyatro oyunu yazan, eleştiriler ve felsefi denemeler kaleme alan Beauvoir, 1954'te Goncourt ödülü kazanır. 1949'da rahatsız edici olan ama parlak bir gelecek vaat eden yapıtı ''İkinci Cins'' yayınlanır. (Aradığım bütün kitaplarını Kadıköy'de İmge Kitabevinde buldum, benim kadar yorulmayın diye hemen ekliyorum bu satırın altına.)
Üçüncü romanı 1946'nın kasımında yayımlanır. Tarz değiştirerek tuhaf bir kurmaca yaratır, sağın varoluşçu romanlarda eleştirdiği sefalet konularını işleme eğiliminden çok uzaktadır bu yapıtı. ''Sevenler de ölür'' fantastik bir öykü, felsefi bir masaldır. 13. yüzyılda İtalya'da doğmuş kahraman Fosca, sihirli iksiri içer ve ölümsüz olur. Belli ki umulmadık bir şans eseri, her insanoğlunun hayal ettiği en üstün niteliğe sahip olur. Ölümden kaçış. Ama bu imrenilesi ayrıcalık bir lanete dönüşecektir. Sadece tek bir hayat yaşayacağına üzülmüş olan Fosca, gözünün önünde sayısız hayatın gölge gibi belirip kaybolduğunu gördükçe, birkaç yüzyıl sonunda bütün o hayatların birbiriyle uyuşmadığını anlar ve hiçbirini yaşama isteği kalma içinde. Beauvoir için bir büyü müydü bu? Çocukluğundan beri onu dehşete düşüren o yok oluşun doğrulanması mıydı? Yapıt ilk yayımlandığında şaşkınlık uyandırmıştı ama günümüzde değeri çok daha iyi bilinmektedir.
Çağının kabına sığmayan bütün güzel insanların kaderi bu mu gerçekten, bilmiyorum. Ama bu kitap nefis bir kitap bunu biliyorum. Simone de Beauvoir müthiş bir kadın.
Hakkında benim kadar az şey biliyorsanız da, YKY'ndan çıkan bu kitap nefis bir başlangıç. Evet başlangıç çünkü sonra bir daha kopulamıyor Beauvoir'dan...
1947 Eylül'ünde yeniden buluştuğu Algren'le Atlantik aşırı bu yolculuklar dışında sürekli olarak mektuplaşırlar. Beauvoir mektuplarını ingilizce kaleme alır, Algren ise daktiloda yazar ve bazı desenlerle süsler yazıklarını... Desenlerden bazılarında bir timsah görülür. Çünkü Paris'li ''kurbağa''sı ona böyle bir isim takmıştır. Fakat Beauvoir'ın kendisini Sarte'a bağlayan kopmaz bağı kopartarak Algren'in dilediği gibi kesinkes Amerika'lı yazarla olması söz konusu değildir.
Simone de Beauvoir ve Nelson Algren, Fotoğraf: Chigago Sun Times
Size bütün kitabı alıntılamak istiyorum ama imkansız bu, hangi birini yazsam. Çin seyahatini mi ? Ötekilere hiç benzemeyen bu yolculukta Beauvoir, operayı seviyor, insan seslerini, sonbaharın görkemini...Pekin'in lekesiz gecelerini...Şöyle diyor bakın;
'' Bazen tiyatroda, bazen bir sokağın başında nesneler içimi kaplıyordu, kendimi unutuyordum. Ama genellikle oradaydım, karşımda anlamaya çaba harcadığım ama içine giremediğim bir alem duruyordu. Kavranması kolay değildi. İlk kez dokundum Uzakdoğu'ya. 600 milyon kişilik yoksulluğun ne demek olduğunu öğrendim. İlk kez gördüm o zorlu çabayı, sosyalizmin kuruluşunu...”
Latin Amerika'ya hemen hemen resmi nitelikte iki büyük yolculuğa davet edilir. 1960 Şubatında Küba'da neredeyse devlet başkanı gibi karşılanır. Che Guevara'yla ve başka devrim önderleriyle tanışır. Yolculuk Beauvoir'ın hiç vazgeçemeyeceği bir tutkudur. Sonsuz bir değer atfeder yolculuğa. Açınlayan, açınlanan bilinci değişik yerleri keşfederken, kendini de keşfeder. Bir tür misyondur onun için yolculuk.
Simone de Beauvoir, Jean-Paul Sartre ve Fidel Castro, 1960 Fotoğraf:?
Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir Lithuania Nida Plajı'nda 1965 Fotoğraf: Antanas Sutkus
Sonra kendine, kendinden söz etmek istediği yıllar başlar.
Otobiyografi çağı.
''Yaşamımın en ufak ayrıntısına kadar dev bir teyp şeridine kaydolduğunu ve günün birinde bütün geçmişimi ortaya dökeceğini düşünmüşümdür hep içten içe. Elbette bu metaforu sözcüğü sözcüğüne almamak gerek. Bir kayıt mekanizması yazmaz anıları, yazma olanağı sağlayan bir koşuldur o sadece. Yaklaşık elli yaşındayım. Hile yapmak için çok geç. Yakında her şey yok olup gidecek. Yaşamım ancak ana hatlarıyla saptanabilir, kağıt üstünde ve benim elimle; dolayısıyla bir kitap yapacağım bundan. On beş yaşındayken bir gün insanların biyografimi heyecanlı bir merakla okumasını arzu ederdim. Tanınmış bir yazar olmak isteyişim bu umut yüzündendi. O zamandan beri sık sık kendim yazmak istedim o biyografiyi. Geleceği benim geçmişim haline gelen küçük kız artık yok. Onu hiçlikten nasıl çekip çıkarmalı?”
Simone de Beauvoir çalışma odasında, Montparnasse, Paris, Mart 1986, Fotoğraf: Bettina Flitner/National Museum of Women in the Arts
Kendi kişisel seçimlerinde, benmerkezci kadın kahramanlarının içe kapanışından çok uzak olan Beauvoir, yaşadığı çağ ile her zaman tutkulu bir iletişim içindedir ve çağının dramlarını dert edinir. Sartre ile birlikte, Batı'ya karşı Doğu tarafını, bolluk ülkesi Kuzey'e karşı yoksul Güney'i tercih eder, hep.
''Yutturmacaları dağıtmak, gerçeği söylemek, kitaplarımda en çok direterek izlediğim amaçlardan biridir. Bu inadın kökleri çocukluğuma dayanıyor. Yaşamı ve yaşamın zevklerini önyargılar, tekdüzelikler, aldatıcı görünüşler, kof talimatlar altında boğmaktan nefret ederdim. Bu baskıdan kurtulmak istedim, bunu ifşa edeceğim konusunda söz verdim kendime. Buna karşı kendimi savunmak için dünyadaki varlığıma ilişkin bilince yaslandım erkenden.''
Çünkü;
''Her bilinç, ötekinin ölümünün peşinden gider.''
Jacques Deguy ve Sylvie le Bon De Beauvoir'ın kaleme aldığı ''Özgürlüğü yazmak'' kitabını umarım benim kadar seversiniz.
İnsan, her haftaya bir kitap sığdırabilse keşke, içe içe, içine çeke çeke o kitabı. Merak ettiği her şeyi okuyabilse...
Güzel, umutlu, özgür günlerine dünyanın...
Özlemle...
Haftaya başka bir kitap, oyun veya film ya da bir objeyle tanışmak üzere sevgili Akademi'lilerim benim.
Sevinç.