Kitap bitince "ortalığı kaybolan şeylerin varlığını hatırlatan derin bir sessizlik kapladı."
Sevinç Erbulak
Bazı yazarlar öyle bir yazıyor ki, beyaz gömleğinin ucu rüzgarla sallanan bir çocuğun peşinden dünyanın etrafını bin kere yürüyebilirmişsiniz, buna gücünüz yetermiş gibi hissettiriyorlar.
Sevgili Akademi'ciler,
İçinde olmadığımız, yaşamadığımız bir anıyı birine tekrar tekrar anlattırdığımızda o anın içine mi giriyoruz acaba ?
Bilmiyorum.
Ama bu sorunun cevabını çok merak ediyorum.
Aklımda, ağzımda, geceleri yastığımda Hasan Ali Toptaş'ın "Kuşlar yasına gider" i var şimdi. Bazı satırlarında uzun durup sustuğum, döne döne okuduğum o güzel kuşları Toptaş'ın.
Şöyle diyor bak bu içinde olmadığımız anlarla ilgili :
" Sen de Ankara'yla Denizli arasında kaldın dedi kederli bir sesle, ne yapsak bilmiyorum ki oğlum; ne yapsak bilmiyorum ki. Babanın vaziyeti ortada, günden güne kötüleşiyor. Dün gece geç vakit lafı evirdi çevirdi, Suat'a getirdi yine. Onun nasıl hastalandığını, nasıl öldüğünü, ölünce cenazesinin nasıl kaldırıldığını, en küçük ayrıntısına varıncaya kadar bana bir kere daha anlattırdı. Garibim, ben anlatırken kendini cenaze merasimine katılmış gibi mi hissediyor bilmiyorum."
Roman boyunca Ankara ile Denizli arasında mekik dokuyoruz, yazarla beraber diyemiyorum çünkü evet belki ilk başlarda yazarla beraber dokuyoruz o mekiği ama sonra biz okur değil yazarın ta kendisi oluyoruz, daha doğrusu yaşayan oluyoruz, babası babamız oluyor, annesi annemiz, çaresizliği çaresizliğimiz...
Evin içindeki çaresiz akrabalar, üzüm bağlarına dadanarak omçalara zarar veren gözü dönmüş domuzlardan konuşurken biz de döşekte onlarla oturuyoruz. Onlar, kasabada bet bereket kalmadığından, küllenmiş husumetlerden, eski hikayelerden ve insanın içine korku salan acayip acayip rüyalardan bahsederken oradayız, babaevimizin kapısındaki arsız asmalar sebebiyle kafamızı eğip, bükülerek girdiğimiz kapısının açıldığı misafir odasındayız. Sessizce oturuyoruz.
Gömü kasabasının hiç bilmediğimiz o harika hikayesini, oradan geçerken arabanın neden yavaşladığını anlıyor ve ilk fırsatta gitmek istiyoruz Gömü'ye. Dünyada hala güzel insanların topluca yaşadığı bir yerin kaldığında dair bir inançla ve merakla. Ve minnetle Gömü'lülere...
Basit, hepimizin başından geçmiş veya geçecek bir hikayeyi o kadar ince, o kadar naif anlatıyor ki Toptaş'a aşık oluyoruz biz de ince ince. Beni bu benzersiz yazarla tanıştıran Emir Çubukçu'ya teşekkür ederim yeri gelmişken.
"Bir vakit ikimiz de sustuk. Neden sustuğumuzu bilmiyorum ama o an telefondaki sessizlik ikimizden doğmuyormuş gibi geldi bana. Sessizlik kılığına bürünmüş başka bir şey vardı sanki, aramızda, öylece duruyordu'"
Babanız bir gün öylece ansızın durmaya başlasa ne yaparsınız ? Babanız bir gün konuşamamaya, yürüyememeye başlasa ne yaparsınız ? Bir yarası, bir sakatlığı olsa?
Yoksa Zübeyir'in dediğine mi inanırsınız siz de hayatta?
" Öyledir, dedi Zübeyir; bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor."
Muhatapsızlığı bilir misiniz ?
Peki bir hastane bahçesinde babanızın hayatından ümidinizi kestiğiniz bir anda birden, allı yeşilli insanlar, salkım saçak insanlar, çoluk çocukları hatta bohçaları, sepetleri ve kucaklarında karpuzlarıyla sizin olduğunuz bahçeye gelse gülebilir misiniz onlara veya hayata ?
" Efkarı parıltılı bir top gibi hop hop zıplatarak hayatla dalga geçen, keskin yanı içe kıvrılmış tuhaf bir havası vardı bu insanların. Bu nedenle onların gelmesiyle birlikte hastane bahçesi hastane bahçesi olmaktan çıkmış, neredeyse cıvıltılı seslerle dolup taşan bir mesireliğe dönüşmüştü. Sonra işte ben böyle düşünürken bu insanlar karpuzlarını kestiler, bohçalarını açıp peynir, ekmek çıkardılar ve hiç acele etmeden, güle oynaya karınlarını doyurdular."
Kendinizi, çok sevdiğiniz birinin kolları, bacakları gibi hissettiğiniz bir roman "Kuşlar Yasına Gider", içinde kelebekler uçuyor, otobanda atlar koşuyor, babalar hasta oluyor, oğullar da yol üstüne yol yapıyor.
Elimden bırakamadığım kitap bittiğinde, benim için yeni bir yazarla tanışmanın mutluluğu vardı içimde.
Kitap bitince "ortalığı kaybolan şeylerin varlığını hatırlatan derin bir sessizlik kapladı."
Tıpkı baba oğulun telefon konuşmasında aralarına giren o sessizlik gibi.
Bazı yazarlar çok özel.
Bazı yazarlar çok aşk.
Bazı yazarlar öyle bir yazıyor ki, beyaz gömleğinin ucu rüzgarla sallanan bir çocuğun peşinden dünyanın etrafını bin kere yürüyebilirmişsiniz, buna gücünüz yetermiş gibi hissettiriyorlar.
Size Zeynep Kaçar'ın güzelim "Kabuk" undan sonra, önerim "Kuşlar Yasına Gider".
Hepinize iyi yolculuklar, evet bayağı yol yapacaksınız çünkü.
Hamiş: efkarınızı parıltılı bir top gibi hop hop zıplatan dostlarınıza da alın hediye edin bu kitabı. Onlar olmasa hayat çekilmez bir yer olurdu hakikaten.