Menu
26 Mayıs 2017

Evet evet, Mercan'ın hikayesini okuyor annem. Bitirmek üzere.

Sevinç Erbulak

 

Sevgili Aykırı Akademi'ciler,

Ben bu hafta " bir dakika yahu benim ne eksiğim var Seray Şahiner'in yeni kitabı "Kul''u okuyanlardan" dedim ve tam kitabı alacaktım ki bir öğrencim evime yemeğe geldiği gece, annemin adına imzalı kitabı avuçlarıma bıraktı. Nasıl yani ?

Meğer Seray Şahiner de bana ulaşmaya çalışıyormuş. Böyle tesadüfleri seviyorum. Sonra evime benim adıma imzalı olan kitabı da gelince oldu mu bizde iki kitap aynı evde. Ben anneme imzaladığını, annem de bana imzaladığını okuduk. Çünkü ben öğrencimden aldığım kitabın kapağını annemden evvel açmıştım bile.

Şu an bu satırları Hatay'dan yazıyorum size, oyunumun turnesinden. Annem tam karşımda ve kitap okuyor. Bilin bakalım hangi kitabı ?

Evet evet, Mercan'ın hikayesini okuyor annem. Bitirmek üzere.

Dünyanın en güzel şehirlerinden birinde, Seray Şahiner'in "Kul" adlı kitabını okuyor ve sürekli bana ne olacak diye soruyor. Ama ben söylemiyorum.

Kitapta, apartmanların merdiven ve tırabzanlarını silen Mercan, onun hiç doğmamış oğlu Haydar, gidersen git dediği için giden kocasının ve onların içinde ve dışında olup bitenlerin etrafında dolaşıyoruz.

Seray Şahiner'in kalemi hem keskin, hem bebek yanağı kadar yumuşak, hem gerçek hem de deli dolu. O, çok iyi bir gözlemci. Çok ama. Yani hayata öylesine gelmeyenlerden. Bence bundan sebep yazıyor, bütün bu olanları unutmayalım diye.

Kentsel dönüşüm canavarına çoktan yenik düşmüş bir şehirde bir bodrum katı hayal edin şimdi. Ettiniz mi? İçeride çıplak bile gezseniz kimsenin sizi görmeyeceği camlar...Kimsenin bakmayacağı Çan'ların ardında bir yaşam. Kimsenin eğilmeyeceği o kadar. Siz içeride, yoldan geçen insanların ayakkabılarından neye benzediklerini çıkarmaya çalışın hayalinizde. Kocanız kapıyı vurup çekip gitmiş olsun. 19 gün sonra, aradığınızda sürekli kapalı çıkan telefonunu kanepenin alt minderinin de altında bulduktan sonra çıkın şöyle bir sokağa bir milyoncuları gezin, burçlu kupalardan alın, ihtiyacınız olmayan ne varsa alın yani, artık oraların adı da bir milyoncu değil zaten. Takılmayın.

Sonra televizyonunuza tutulun, evet canım basbayağı aşık olan televizyonunuza; sabah akşam aklınızda eve gidip bir an önce ona kavuşmak olsun. Merdivenlerini sildiğiniz apartman yöneticilerinden doğmamış oğlunuzun veli toplantıları için izinler alıp falcıya gidin.

Sizin tüm bunları yapabilen Mercan'dan ne eksiğiniz var ?

Bence hiç.

"Mercan kendine vakit ayıramazdı. Mercan kendini adamak için yaratılmıştı. Bir kocaya, bir evlada...Bakacak kimsesi olmayınca, Mercan'ın vakit ayıracak bir kendisi de kalmıyordu. Evet. Düşe kalka da olsa kendi ayaklarının üstünde duran bir kadındı Mercan. Ama elinden tutacağı kimsenin olmaması onu böyle ele güne muhtaç ediyordu.

Allahım, Mercan'ı en iyi sen anlarsın. Nasıl ki senin Allahlığın sana muhtaç kullarınla güçleniyor, Mercan'ın da güçlü olmak, kimseye muhtaç olmamak için kendine muhtaç birilerine ihtiyacı vardı.

Arada bir, Mercan'ın sildiği apartmanlarda oturanlar, artık kendi çocuklarına olmayan giysileri Mercan'a veriyordu. Olmuyordu tabii artık giysiler. Doğan büyüyordu. Doğuran büyütüyor, güya iyilik yapacağım diye eski kıyafetleri de Mervan'a verip nispet yapıyordu. "Al, seninkine giydirirsin, bizimki 4-5 kere ya giydi ya giymedi. Yepyeni daha..." Başlarda, yok almıyım...Şey...Benim çocuğum olmuyor da... diye cevapladı Mercan. Tedavi oldun mu'dan, neyse böyle daha rahat geçinirsiniz, Allah'ın bir bildiği vardır'a uzanan elli bin çeşit acımayla karşılaştı. Sıtkı sıyrılmıştı artık.

Halbuki hiçbiri Mercan'ın yanında bir çocuk görmemişti. Ne elinde bir biberon ne beslenme çantası ne bugün Haydar'ın Veli toplantısı var diye izin istediği bir gün...Ama Mercan konumunda bir kadının çocuğu, elbet olmalıydı. Hatta iki üç tane olmalı, Mercan apartman silmeye geldiğinde büyük kız evde küçüklere bakmalı, çocuklar evde düşe kalka, yarı naçar büyümeli, yazları Mercan çocuklarını köye, annesinin yanına göndermeliydi. Mercan statüsünde birine bu yakışırdı.

Mercan, geri çevirmeyip elinde çocuk elbiseleriyle eve döndüğü ilk gün, fakir fukaraya verirdi, artık kendisinden fakirini nerden bulacaksa, poşeti açtı....Bu apartman ahalilerinin pek öyle merhameti yoktur. Kış günü bile yer silmek için verdikleri suyu biraz ılıştırayım demezler. Bir tek öğrenciler sıcak su vermeyi akıl ederler Mercan'a. Ama iş çocuk kıyafeti olunca apartman sakinlerine bir düşünceliyim geliyordu demek. Eh, evlatları daha şimdiden yeni nesillere faydalı oluyordu kolay mı ? Onlar da anne baba olarak üstlerine düşeni yapacaktı tabii...Kıyafetler mis kokulu yumuşatıcılarla yıkanıp ütülenmişti. Kendi de, olsa Haydar'ın kıyafetlerini böyle misler gibi yumuşatıcılarla yıkardı.

Zamanla evdeki çocuk kıyafetleri artmış, Mercan'ın yatak odası, ölmüş bir çocuğun anısına saygı duyularak aynen muhafaza edilen odasına dönüşmüştü.

Allahım şu Mercan'a bir evlat ver, kocası da geri dönsün."

Mercan kocasını o kadar çok bekliyor o kadar çok bekliyor ki:

"Saçları filmlerdeki kadınlarınki gibi göz açıp kapayana kadar bembeyaz olmasa da zaman geçişi efektleri Mercan için de geçerliydi. Saçlarının önündeki beyazlar, Galata köprüsünden denize sallanan oltaların misinaları gibi sıra sıra dizilmişti. Boyaların olduğu rafların önünde durmuş karar vermeye çalışıyordu. Saçını direkt siyaha boyasa ? Yok yok İbrahim Tatlıses gibi olurdu o zaman. Faruk Tınaz kestanesi bir boya seçti Mercan."

Eski bir milyonculara yolum düştüğünde Faruk Tınaz rengi bir boya gördüğüm anda aklıma Seray Şahiner ve onun dünyayı, gözleyen, fark eden, not eden, yazıya döken aklı, ruhu gelecek,

Birini beklerken ve beklemezken de aklıma bu kitap gelecek...

"Mercan. Artık kabullenecekti. Pes etmeye karar vermişti. Umut etmek iyiydi, insanın içinde bir ses oluyordu.

Ama........"

Yazımın başında da dediğim gibi bu satırları size Hatay'dan yazdım. Gözlerimin çektiği kamerada an'lar. Unutulmaz anlar.

27 Mart'a denk gelen bu sendrom karşıtı yazıma bir ek şimdi, umarım bir gün yolunuz buraya düşsün. Hatay'a. Arkeoloji müzesindeki sarhoş Dyonisos mozaiğiyle göz göze kalın. Affan mahallesine uğrayın, sizi çay içmeye avlusuna çağıran birinin misafiri olun. Havra'yı sorun, Haron Cemal oradaysa, size hikayesini anlatsın 270 senenin, dinleyin onu; Dörtayak mahallesine uğrayın, çarşıda kakuleli kahve için ve dünyadaki ilk kilisenin döne döne çıkılan taş yolunda yürürken beni hatırlayın.

Güzel bir haftamız olsun.

 

 


Herkes bilsin