Menu
29 Mayıs 2017

“Hiç sekiz yaşında bir çocuk babasız kalır mı?”

Reyhan Karaarslan

“Susmak zorunda bırakılmış olanlara karşı vicdan sahibi olmak yeterli.”-Füruzan

Öykü, roman, şiir, gezi, oyun gibi pek çok farklı türde önemli eserleri olan Füruzan, edebiyatımızın en üretken yazarlarından biri...

 

Küçük bir kız çocuğu… Yaşı yedi ya da sekiz…  Füruzan’ın öykülerinden fırlayıp geliyor sanki yanınıza. Ete, kemiğe bürünüp duruyor karşınızda. Ayağında takunyaları… Kimi zaman eli annesinin elinde kimi zaman da bakışları… Öykülerde bu küçük kızın gözlerinden görürüz sıklıkla yaşanan acıları, sevgiyi, sevgisizliği… Füruzan’ın öykü kahramanlarını annelerden ve kızlarından yaratmasının nedeni belki de sekiz yaşında babasını kaybedip, annesiyle büyümüş olmasıydı. Anneler ve kızları, babasız büyüyen çocuklar, parçalanan aileler, yaşanan maddi sıkıntılar ve bu sıkıntılar içinde sevgiyi görmeyen çocuklar… Tüm bunlar Füruzan öykülerinin bel kemiğini oluşturuyordu.

“İlginç konularla değil, tarihin ilk çağlardan beri kayda düştüğü acılarla ilgileniyorum. Bunların çok bağıra çağıra anlatılması da gerekmiyor bana göre. Susmak zorunda bırakılmış olanlara karşı vicdan sahibi olmak yeterli.”

Füruzan, öykü, roman, şiir, gezi, oyun gibi pek çok farklı türde önemli eserleri olan, Edebiyatımız en üretken yazarlarından. İlk öykü kitabı “Parasız Yatılı” ile 1972 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. 68 kuşağı olarak bilinen, 1947 doğumlu devrimcilerin, 12 Mart’ta gözaltında yaşadıkları işkenceleri ve travmaları anlattığı ilk romanı “Kırk Yedililer” ile de 1975 yılında Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü aldı.

“Parasız Yatılı” isimli öyküsünde “hiç sekiz yaşında bir çocuk babasız kalır mı?” diye soruyordu. Yazdığı tüm öykülerde bu sorunun cevabını arar gibi; hiç sekiz yaşında bir çocuk babasız kalır mı?

“Parasız Yatılı” kocasının ölümünden sonra hastabakıcılık yaparak, kızıyla birlikte yaşayan bir annenin, içinde bulunduğu yoksul hayattan kurtulmak için kızına yüklediği sorumluluğu anlatır. Bu sorumluluk kızın, parasız yatılı sınavlarını kazanıp öğretmen olması ve annesini çalıştırmayıp ona bakmasıdır. Anne ile kız arasında ilişki tamamen beklentiler üzerine kurulmuştur. Annenin tek istediği kocası ölmeden önceki rahat hayatına geri dönmektir. Kendinden istenenleri, üzerindeki sorumluluğun bilincinde olarak yerine getirmeye çalışan küçük kızın istediği tek şey ise annesinin sevgisidir.

“Annesinin ısıtan kokusunu duymak için iyice sokulmuştu sırtına. Geceyi dinlemişti uzun süre. Uyumak istemiyordu. İlk kez gecenin uzunluğunu öğrenmeye başlamıştı.

Okul çantasını alıp odadan çıkarken-hiçbir şey yememişti o sabah- gerisin geri dönüp iskemleye oturmuştu. Sonra da sessiz ağlamaya başlamıştı.”

Öykülerinde, yalın bir dille, tüm ayrıntıları okurunun gözünde canlandırmasını bilen usta bir kalem Füruzan. Gözlerinizi kapattığınızda geçmişte, bilinmeyen bir zamanda yolculuk yaptığınızı düşünüyorsunuz. Solmuş bir fotoğraf sanki renkleniyor onun anlatımıyla.   Füruzan’ın öykülerinde kahramanları pek çok yönden birbirlerine benzerler. Öykülerde anne-kız ilişkisi önemli olduğu kadar, baba figürü de önemlidir. Baba ya ölmüştür ya da çocukları ile arasında duygusal yakınlık kuramamıştır. Kadınların hayatları da çoklukla baba’nın ölümüyle değişmiştir. Baba’nın yokluğuyla kadın, maddi güçlükler ile mücadele edip çalışmak zorunda kalan, yaşadığı zorluklar yüzünden de çocuğuna sevgisini gösteremeyen ya da o zorluklar içinde çocuğunu ayak bağı olarak görendir.

Öykülerini çocukların gözüyle anlatmasının nedenini Füruzan bir söyleşisinde şöyle açıklar: “Çocuk kişiliği benim için en etkili, en temiz öykü kişiliği. Bunun için seçiyorum çoğunluk onları. Okura da o temiz bellekten bir şeyler versinler istiyorum. Okurun belleğini de o yolda hazırlayabilmek için.”

“Gecenin Öteki Yüzü” isimli öyküsünde ise “ Onları kolaylıkla bozmayı başaramıyor büyüklerin dünyası. O dayanıksız, güçsüz bedenlerin olağanüstü gücü, duyarlılıklarında toplanıyor. Hayata alıştıkça onu görmeyen, körleşen bizleriz, büyükler yani” diyerek çocuk kahramanlarının gücünü anlatır okura.

“Gecenin Öteki Yüzü”nde varlıklı aileden gelen bir kadının, ailesinin onaylamadığı bir evlilik yapması ve eşi öldükten sonra kızı ile birlikte tek göz odada geçirdiği yoksul hayatı anlatılır. Füruzan’ın kadın kahramanları çalışmayan, eşlerinin ölümü ile çalışmaya başlayan ve yokluk içinde yaşayan kadınlardır. Çalışmak kadın için yoksulluğun göstergesi gibidir. “Gecenin Öteki Yüzü”nde bir kadının, eşi ölmeden önce kızına sevgi ve şefkat gösteren bir anneden, eşi öldükten sonra yaşanan maddi zorluklar nedeni ile sevgisini gösteremeyen, soğuk, mesafeli bir anneye dönüşünü görürüz. Öyküdeki anne-kız ilişkisinde her iki tarafta kendi yalnızlıkları içinde mutsuzdur. Bu ilişkide küçük kız, annesine hayran olup, onun sevgisini kazanmaya çalışırken, anne ise kızına sadece onu döverken yakın olmaktadır.

“Onu ikinci kez dövdüğünde, yüzüne, ellerine, bacaklarına çarpan vuruşları unutarak annesinin bunca yakınlığına şaşırmıştı. Birlikte yalnız yaşadıkları uzun süreden beri ona böylesine zaman ayırmamıştı annesi.”

“İskele Parklarında” öyküsünde otuz yaşında kocasının ölümüyle, küçük kızıyla birlikte sefaletin ortasında kalan bir kadını anlatır Füruzan. Geçmişten, yaşadığı mutlu günlerden geriye kalan sadece düğün hediyesi yılan tokalı bir çanta ile kumaşı yer yer açılan nikâhlık bir etek-cekettir. Tek odada yoksulluk içinde süren bir yaşam… Kendilerinin dışında akıp giden hayatı uzaktan, iskele parklarından izleyen bir anne kız… Yine ölen koca ile alt üst olan bir hayat… Bu öyküde anne ile kız arasındaki ilişki diğer öykülerdeki ilişkiden farklıdır. Evlilik yaşanan yoksulluktan kurtuluş olarak görülür, küçük kız ise bu kurtuluşun önündeki tek engel, ayak bağı...

“Ne garip, yine yazdı.

Büyüdüğünde ancak saptayabileceği bir durum olacaktı bu, anlatılası şeylerin niçin hep yazlara rastladığı.”

Yazlar, Füruzan’ın öykülerinde bir başka anlatılır. Geçmişin güzel anıları hep yazlarda saklıdır. Yemyeşil bahçeler o küçük kız çocuğunun belki de mutlu olduğu tek yerdir. Bahçe kapılarından sarkan yediveren gülleri, hafif bir esintiyle gelen mimoza kokuları…         “Sevda Dolu Bir Yaz” bu kokular içinde, konakta büyüyen küçük bir kızın hüzünlü hikâyesini anlatır bize. Varlıklı bir ailenin oğlu ile konağa hizmetli olarak yetiştirilmek üzere verilen, fakir genç bir kızın yaşadığı aşk sonrasında dünyaya gelen küçük bir kız… Annesiz ve sevgisiz büyüyen bir çocuk… Babasının sevgisine muhtaç ancak aynı çatı altında babasından çok uzak…

“ Babamın kızı olduğumu sandığım yazlardan başlayarak kuşları, böcekleri, ağaçları, çiçekleri, bir de çocukları sevmeyi öğrendim.”

Füruzan öykülerinde, başımızı çevirip, önünden geçip gittiğimiz hayatların farkına varırız. İnsanı derinden etkileyen, yürekleri burkan hikâyelerdir karşımıza çıkan. Bazen anneliği sorgular, bir kedinin yavrusunu nasıl yiyebildiğini, dünya kurulduğundan beri çocukların nasıl “anne” diye ağlayabildiklerine kafa yorarız. Sevginin ve sevgisizliğin yarattıklarını görüp, Füruzan ile aynı sorunun cevabını öykülerinde arar dururuz; “hiç sekiz yaşında bir çocuk babasız kalır mı?”

 


Herkes bilsin