Menu
26 Mayıs 2017

Dünyanın Asi Kızlarına...

Sevinç Erbulak

 

Şöyle bir hayal edin bakalım şimdi, internet üzerinden kaynak oluşturma tarihinde en fazla maddi destek alan özgün kitabın iki yazarından birinin siz olduğunu...

Güzel bir hissi var değil mi ?

"Asi kızlara uykudan önce hikayeler" adlı nefis kitap, internette 1 milyon doların üzerinde destek almış evet.

Hala güzel şeyler olmaya devam ediyor sanırım dünyada.

Ve bu kitapta yer alan dünya güzeli kadınların bu kadar muhteşem bir hayatı olmamış hiç. Kendi zamanlarında elbette.

Bazılarını tanıyoruz, bazılarıyla ise ilk defa tanışıyoruz. Ama bilemem şimdi bunu, belki hepsini tanıyan bir okur çıkıverir. Ve de ne muhteşem biri olur öyle bir okur değil mi ?

Önsözde şöyle bir satır var bakın:

"Kızların önlerindeki engelleri anlamaları önemli. Ama bu engellerin aşılabileceğini bilmeleri de bir o kadar önemli. Yalnızca bunların üstesinden gelebilecekleri bir yol bulmakta kalmayacak, arkalarından gelenler için de bu engelleri kaldıracaklar, tıpkı buradaki büyük kadınların yaptığı gibi. Bu kitaptaki yüz öykünün her biri, inanan bir kalbin dünyayı değiştirme gücünü ortaya koyuyor. Artık elinize bu kitabı aldığınıza göre, tek hissettiğimiz birlikte kurmakta olduğumuz dünyaya karşı umut ve heyecan olmalı. Ne kadar büyük hayallerinin olabileceğini, ne kadar uzağa gidebileceğini cinsiyetinin belirlemediği bir dünya. Her birimizin büyük bir güvenle, "özgürüm" diyebileceği bir dünya.

Bu yolculuğa katıldığınız için teşekkürler.

Elena Favilli.

Francesca Cavallo.

Kitapta yüz kadın hikayesi ve yüz tane de illüstrasyon var.

Kadınlar kadınları yazmış ve çizmiş belli ki...

Her gece birkaç kadını Kavin'e okurum mutlaka, bence çok hoşuna gider diye almayı düşünürken, Ankara'daki oyun turnemizde bir arkadaşım bana hediye getirdi. Böyle şeylerin tesadüf olduğunu düşünmüyorum artık. Bu, başka bir şey.

Evimden uzakta, Kavin'den uzakta başladım okumaya. Gecenin çok geç bir saatinde gözlerim kapanıp kapanıp açılırken başladım ama sonra kaçıverdi uykum.

Önce sırasız bir okuma yaptım.

Adını duymadığım kadınlardan başladım.

Sonra mı? Sonra, eve döndüm; çok yoğun bir kaç günün ardından yeniden turneye çıktık ve her gece, otel yataklarındaki loş ışıkta okudum hikayeleri.

Siz Akademi'cilere hiç tanımadığım kadınlardan alıntılar yapacağım şimdi.

Bu defa da sırasızca, benzeştikleri ve ayrıldıkları yerlerinden...

Kitabın içindeki pek çok hikaye "bir zamanlar" diye başlıyor ve meraklı, yaşadığı çevredeki diğer kadınlardan farklı, baskı altında, bazen yüzlerce yıl öncesinden gelen, bazen yüzyıllar öncesine hapis, bazen de halen hayatta olan bu kadınlar birbirine hakikaten çok benziyor.

"Bir zamanlar çok kötü bir savaşta anne ve babasını kaybeden bir kız vardı. Bir zamanlar çalar saatlerin nasıl çalıştığını gerçekten anlamak isteyen, Grace adında küçük bir kız vardı. Bir zamanlar kıvırcık saçları olan ve çizim yapmayı çok seven bir kız vardı. Bir zamanlar Hindistan'daki Jhansi eyaletinde savaşmayı çok seven bir kız vardı. Bir zamanlar Londra'da yaşayan küçük biz kız ailesi hakkında bir gazete hazırladı. Bu kızın adı Virginia'ydı. Bir zamanlar Alabama Montgomery'de ayrımcılık vardı. Siyahlarla beyazlar ayrı ayrı okullara gider, farklı kiliselerde ibadet eder, farklı dükkanlardan alışveriş yapar, farklı asansörleri kullanır ve farklı çeşmelerden su içerlerdi. Herkes aynı otobüse binerdi ama oturma yerleri ayrıydı. Beyazlar önde, siyahlar arkada otururdu. Rosa Parks işte böyle bir siyah beyaz dünyada büyüdü. Bir zamanlar gizli ajan olan bir kız vardı. Bir zamanlar davul çalma hayalleri kuran ufak bir kız vardı. Müzik, renk ve lezzetli papayalarla dolu bir adada yaşardı. Bir zamanlar dövmeleri çok seven bir kız vardı, adı Maud'du ve bir sirkte çalışıyordu. Bir zamanlar ne istiyorsa onu giyen Mary adında bir kız vardı. Bir zamanlar Antik Mısır kenti İskenderiye'de çok büyük bir kütüphane vardı. Bir zamanlar Mexico City yakınlarındaki parlak mavi bir evde Frida adında ufak bir kız yaşardı"....

Bu kızların ortak özelliği neden diye sormalarıydı.

Bu kızların ortak özelliği, kendilerine inanmalarıydı.

Bu kızlar, koşulları değiştiremeseler bile onlarla baş etme yöntemlerini değiştirdiler.

Yarışmayı aşık olmaya yeğlediler.

O kadar temiz ve masum bir vicdanları vardı ki korkacak hiçbir şeyleri yoktu.

Bu kızlar düşünme haklarına sahip çıktılar çünkü yanlış düşünmek bile hiçbir şey düşünmemekten çok daha iyiydi.

Bütün dünya sessiz kalsa bile tek bir sesin gücüne inandılar.

Bunun peşinden koştular.

Yaşamdaki tek misyonlarının hayatta kalmak olmadığını biliyorlardı. Bu kadar basit olamazdı. Aynı zamanda gelişmek istediler ve bunu biraz tutkuyla biraz sevecenlikle ve biraz mizahla yapmak istediler.

Çünkü Miriam'ın dediği gibi, pata pata çalmaya başlar başlamaz herkes biraz kıpırdanmaya başlar. Dünyanın neresinde olursa olsun.

Bu kızların pek çoğu, uğruna mücadele verdiği şey yüzünden ülkesinden sürüldü.

Pek çoğu bir daha hiç geri dönemedi.

Mücadelelerinin sonucunu göremedi.

Ama hiçbiri vazgeçmedi.

Bir tanesi bile.

Taşları kaldırıp, altlarına çiçek tohumları diktiler.

Gülün goncasını görmek için değil, elbette görebilme ümidiyle ama şart değil diyerek toprağa ektiler.

Bazısı gördü, bazısı göremeden.....Gitti. Yok oldu.

Özgür olmak isteyen kadınlar olarak hatırlanmak istediler çünkü bu sayede diğer insanların da özgür olabileceğine inandılar.

Biliyorum şu an zor zamanlardan geçiyoruz.

Bile bile yazıyorum ya zaten bu yazıları. Bile isteye öneriyorum ya bu nefes paylarını...

İlk fırsatta alın "Asi kızlara uykudan önce hikayeler"i.

Tanıyın köklerinizdeki bu kadınları. Hepimiz pek çok kadınız aslında. Ya da şöyle yazayım, hayatınıza giren kadınlar pek çok kadın aslında. Aynı anda. Tanıyın bütün bu büyük kadınları.

Meraklı, ufak, inatçı, inançlı kadınları...

Hepkitap hakikaten çok güzel bir armağan veriyor okuruna.

Kitaplardan kitaplara, kadınlardan kadınlara geçeceksiniz...

Bu kitabı okumasaydım Manal Al- Sharif'i tanıyamayacaktım mesela.

"Manal, dini kuralları gereği kadınların araba kullanmasının yasak olduğu Suudi Arabistan'da yaşıyordu. Bir gün kurallara karşı çıkmaya karar verdi. Erkek kardeşinin arabasını ödünç alıp yaşadıkları şehrin sokaklarında bir süre araba kullandı. Onu görerek aynısını yapma cesareti bulacak daha fazla insana ulaşmak için YouTube'a direksiyon başında çektiği bir video yükledi. Manal videoda şu soruyu sordu : " Erkekler araba kullanabildiğini göre, kadınlar niye kullanmasın ?"

Alt tarafı basit bir soru sormuştu ancak dini yetkililer bundan hiç hoşlanmadı. "Ya diğer kadınlar da araba kullanmaya başlarsa? Kontrolden çıkacaklar" diye bağırdılar. Bunun üzerine bir kaç gün sonra Manal tutuklanınca bir daha araba kullanmamaya söz vermek zorunda kaldı. Bu sırada, videosu binlerce kişi tarafından izlenmişti. Birkaç hafta sonra yüzlerce cesur Suudi Arabistan'lı kadın dimi yetkililere meydan okumak için arabalarıyla sokağa çıktılar.

Manal yeniden hapse atıldı, ancak Ne düşündüğünü dile getirmeye, kadınları araba kullanmaları ve hakları için mücadele etmeleri için cesaretlendirmeye devam etti.

Yasağın Ne da an kaldırılacağını sormayın. Hemen dışarı çıkıp araba kullanın".

Bu rengarenk kitap şöyle başlıyor daha kapağını açar açmaz :

" dünyanın asi kızlarına:

Daha fazlasını hayal et

Daha fazlasını iste

Daha çok mücadele et

Ve kuşlu duyduğun zamanlarda, unutmaktadır

Sen haklısın".

Hep daha fazlasını hayal edenler için bir rehber, bir renkli yaşam kılavuzu bu güzel kitap.

En kısa sürede edinmeniz ve yavaş yavaş, tadına vararak okumanız dileğiyle...

Bu yazıyı okuyan bütün asi kızlara, aklımda hala Hatay'ın asi nehri, taş sokakları, insanı; yolcu ederken bile hoş geldiniz diyen o güzel insanı ve bütün bunların özlemiyle; güzel sendromsuz, bol oksijenli bir hafta dilerim.

Kitaplardan yana şansınız açık olsun...

* * *

Uzun zamandır film önerisi yapmamışım. Nedeni, uzun zamandır film izleyemiyor oluşum. Fakat geçenlerde bir tavsiye üzerine Hacksaw Ridge'i seyrettim. Beni çok iyi tanıyan birinin tavsiyesi olduğu için, emin misin yahu savaş filmi diye sorduğumda, eminim dedi Nihan. Haklıymış.

Yönetmenliğini Mel Gibson'un yaptığı film, biyografik bir savaş filmi. Savaş filmlerini çok sevmeyen, tercih etmeyen bir seyirci olarak bu filmin bende özel bir yeri olduğunu yazmak istedim size.

Hikayesinin.

Desmond' un inancının.

İkinci Dünya Savaşı sırasında ateşli silah taşımayı reddeden, barış yanlısı Amerikalı savaş doktoru Desmond Doss'un hikayesi film.

Kasabasındaki bütün erkekler, kardeşi dahil savaşa kaydolurken, vicdani redci olan Desmond, doktor olarak hizmet vermeye karar verir.

Savaşın çok başka bir yüzünü de izlediğimiz filmde, geceyarısı, toz toprak ve kan içinde, savaş meydanının ortasında "bana bir tane daha ver nolur" diye gökyüzüne bakarak yalvaran Desmond, yaralı bir askeri daha kurtarmak için saatlerdir üzerinde savaşılan toprakta yürümektedir. Bulduğu yaralıları halatlara bağlayarak yamaçtan aşağıya indirirken hep aynı şekilde seslenir, " bana bir tane daha ver nolur"...

Filmin sonunda, 2006'da hayatını kaybetmiş olan Desmond (kendisi), birden bu cümleyi kameraya bakarak bize söylediğinde hissettiğim şeyi anlatabilmem mümkün değil şimdi.

Ya da kör olduğunu zanneden bir askere sakin olmasını söyleyip, başından aşağıya su döktükten sonra onun yüzünü sildiği anı. Karanlıkta beliren bir çift şaşkın gözü.

Filmin sonunda bu gözlerin gerçek sahibini görüyoruz. Bize o anı anlatıyor. Sonra Desmond'a dönüyor kamera, " bütün bunları neden yaptığımı, neden yaralı tek bir asker daha bulmak için bu kadar direndiğimi soranlara hep aynı cevabı verdim, gözü açıldığında; kör olmadığını anlayan askerin yüzündeki gülümseme için".

Lanet olsun dünyadaki tüm savaşlara, silahlara, bombalara ve onları üreten, kullanan, satan herkese...

Hacksaw Ridge'i en çok savaştan beslenenlere öneririm ama korkarım ki onlar Aykırı Akademi'deki yazılarımı okumuyorlardır.

Sendromsuz, silahsız günlere...

 

 


Herkes bilsin