DAHA: Bir vur bin say!
Tuğçe Madayanti Dizici
3 yıldız
Daha, bu senenin en iyi yerli filmlerinden biri. Filmi, Adana Film Festivali'nde izledikten hemen sonra 'Bir ilk film olamayacak kadar iyi bir filmle yeni bir yönetmeni müjdeleyen Daha filmi, büyüme hikayesinin yanına güncel sorunlardan mülteci kaçakçılığını da meselesine ekleyerek hepimizi sersemletti' demiştim. Aynen öyle. Hakan Günday’ın romanından uyarlanan film oyunculuğu ile tanıdığımız Onur Saylak'ın ilk uzun metraj yönetmenlik filmi. Romanla ortak yanları ve aynı çıkış noktaları olmasına karşın romanda olmayan filmde, filmde olmayan da romanda var.
Gerilimi başlatıp tümüne yayamayan pek çok filmin aksine Daha'nın sahip olduğu ton tutarlılığı filmin en başarılı yönlerinin başında geliyor. Buna en büyük katkıyı sağlayan unsur ise, harika performanslarıyla baba ve oğlu canlandıran Ahmet Mümtaz Taylan (Ahad) ve Hayat Van Eck (Gaza) ikilisi arasında kurulan tekinsiz ilişki. Tam da bu asap bozucu gerilim sayesinde film oldukça sert ve rahatsız edici bir ruha sahip. Ailede anne figürünün eksikliği ile baba figürü ahlaksız bakış açısına daha rahat yayılmacı bir ortam bulmuş. Hatta bu yayılmacılığı küçük bir aile şirketine dönüştürerek illegal bir sistem kurmaya kadar vardırmış. Erkeklerde gözlemlenen bu sistemli ahlaksız yayılmacılık bana kalırsa bir virüs. Ve bu virüsün hikayede gördüğümüz kaynağı ise baba. Oğul ise bu aile içinde, bu şirket içinde hapis. Oğul Gaza’yı suçlu bir aileye doğan bir genç olarak, bir yandan sosyoekonomik anlamda da sıkışmışlığın ete kemiğe bürünmüş hali olarak görmek mümkün. Tüm bunlar seyirciye yeni gelmeyebilir ancak Gaza'nın bu sıkışmışlığı seyirciye iyi geçirilmiş ki bu zor bir meziyettir. Bunu nereden anlıyoruz? Film seyirciyi Gaza'nın içinde bulunduğu kötü durumdan nasıl kurtulması gerektiği ile ilgili olarak organik düşünceler geliştirmeye teşvik ediyor yani meselesine seyirciyi de dahil ediyor.
Daha filmi, iki kişilik bir aile üzerinden geniş bir toplum okuması hatta toplumlar üstü bir okuma yapmamıza da fırsat veriyor. Bu sebeple ana damarı, büyüme-kurtuluş-arınma olan esas hikayesinin içine yerleştirilen göçmen kaçakçılığı meselesi, o günkü konjonktürel suç ve ahlaksızlık koduyla uyuşmasından öteye geçmiyor. Kısacası işlenen suç bu değil başka bir şey de olabilirdi. Zaten benim gözümde filmi mükemmel yapmaktan koparan şey biraz da bu oldu. Özellikle mülteci meselesinin, seyirci üzerinde etkisini arttırmak için eklenen bazı küçük yan hikayeleri, haberlerde içimizi acıtan can yelekleri sahtekarlığı gibi, büyük lige soyunan bir film için yerli sinemanın bilindik kolaycılığı olarak görüyorum.
Görüntü yönetimi ile Feza Çaldıran'ın, kurgusuyla Ali Aga'nın, müziğiyle Uğur Yiğit’in, Daha filmini kademe olarak yukarılara çektiğini de söylemem gerek. Onur Saylak’ın bundan sonra da iyi filmler çekeceğine inanıyorum ancak bu filmden yola çıkarak yönetmen hakkında henüz kapsamlı bir yorumda bulunamayacağım çünkü Daha filmi kolektif bir ürün gibi geldi bana. Bu kötü bir şey değil ama Saylak'ın yönetmenliği hakkında konuşmak için bir sonraki filmini beklemeyi daha doğru buluyorum...Hem festival seyircisini hem gişe seyircisini tatmin edebilecek kalibrede olan bol ödüllü Daha filmi pek çok şehirde vizyona giremeden kendine Türkiye genelinde sadece 36 lokasyon bulabilirken, BKM komedisi Deliha2'nin 374 lokasyonda tüm sinemalarda sloganıyla vizyona giriyor olması çarpık sistemin göstergelerinden biridir. Salon tekelleri, nitelikli sinemanın seyirci ile buluşmasındaki engellerden biri olmaya devam ediyor. Bu tersliği, arz talep olarak açıklamak, bu tekelin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramamaktadır. İşin ilginç yanı, Daha filminin yapımcısı Ay Yapım ki güçlü olduğu bilinen bu yapım şirketi bile böylesine iddialı filmini ancak bu denli az salonda vizyona sokabiliyorsa savaş büyük demektir. Üzerine konuşulmayı, yazılmayı ama daha da önemlisi izlenmeyi hak eden bu filmi izleyin derim.