Menu
18 Ekim 2017

“(Filmi) İzlemedim. İzletmiyorlar.”

Son günlerde içeriği ve Oscar aday adaylığı kadar senaristi ile yapımcı arasındaki gerilimle öne çıkan Ayla filminin tartışılan ismi Yiğit Güralp ile konuştuk. Söyleşinin bir kısmı yazılı olarak bir kısmı telefonda gerçekleşti. Konunun sıcaklığından kaynaklı olarak bizim eksik bıraktığımız kimi yerleri senarist Yiğit Güralp tamamladı.
Konunun bizi ilgilendiren tarafı bir yaratı sürecinin sonucunda eser sahibinin kim ya da kimler olduğunun açığa çıkması, hem estetik hem de etik yönden sinema dünyamıza bir ölçü getirilebilmesidir.
Yakın tarihimizin önemli bir olayının sinema gerçekliği içerisinde anlatılması bu disiplinin farklı sanat türlerinden oluşmasıyla elbette karmaşık bir denklem ortaya çıkardı. Uzun zamandır eserlerin ya da yapıtların niteliğiyle değil, içinde bulunduğumuz sanat ortamının tuhaflıklarıyla gündeme gelen sinemaya dair ufuk açıcı bir söyleşi olduğunu umuyoruz.
 

AYKIRI AKADEMİ – SÖYLEŞİ - Selnur Aysever

Ayla filminin sosyal medya hesaplarının sizi aylar önce engellediğini Twitter’da duyurdunuz ve kamuoyu Ayla filmini ve bu olayı daha yakından takip etmeye başladı. Sinema kolektif bir sanat denilir hep ama bu tanıma uygun da hareket edilmediğinin örneklerini sıkça görüyoruz, size yapılanların da perde arkasında bu var sanırım.

Tam olarak dediğiniz gibi. Külkedisi masalı da bunu anlatır özünde biliyor musunuz? Külkedisinin bütün hünerlerinden yararlanalım ama sonra işi bitince Külkedisi tavan arasında kilitli kalsın, onu kimse görmesin, bazı önemli hünerlerin, güzelliklerin ona ait olduğu anlaşılmasın, onlar da bizim hünerlerimizmiş biz akıl etmişiz Külkedisi de bize hizmet etmiş, zaten o bu evin öz kızı değilmiş de hizmetçimizmiş gibi gösterelim, ilgi onun üzerinde toplanmasın, o yüzden baloya da gelmesin, her yere biz gidelim.

Senaryo yazarı yasal eser sahiplerinden biridir, belli bir bedel karşılığında maddi haklarını devreder ama manevi hak devredilemez. Manevi hakların çiğnenmesi de suçtur. Burada benim manevi haklarım ihlal edilmeye başlanmıştı.

Kimsenin geri planda kalmayacağı bir formül yok mu sizce?

Olmaz olur mu, hem de çok basit bir formülü var. Bu bir gösteri ve gösteri dünyası bunun çözümünü uzun yıllar önce ortaya koymuş. Bütün gösterilerin sonunda tüm ekip çıkar ve el ele selam verir. El ele verilen bir selamda ne kimse geri planda kalır ne de kimse öne çıkar. Gelenek budur.  Yapımcı ve yakın çevresi uzun zamandır bu selamı bensiz vermeye başlamıştı. Oscar aday adaylığının açıklandığı andan itibaren de bu konuda vites arttırdılar. Benim itirazımdan sonra insanların da yoğun tepkisiyle karşılaşınca da geri adım atmak zorunda kaldılar. 

Sanırım 2017 yılında, geçen yüzyılın klasik medya yöntemleriyle algı inşa etmek pek mümkün değil, sizin yaşadıklarınız da bunun bir ispatı oldu. Yapımcıların bunu görmemesi biraz tuhaf değil mi?

Maalesef yapımcıların adına şirket dedikleri bir villası oluyor. O villada ve etki edebildiği belli bir çevrede de kimse yapımcının sözünden çıkmıyor. Kapılar açılıyor, önler ilikleniyor. Bu güç sarhoşluğu onlara, o villadan tüm dünyaya şekil verebileceklerine inandırıyor. Bu çok gerçeküstü bir durum çünkü artık bilişim çağındayız. Bu yüzyılın bile ilk çeyreğini geride bırakmak üzereyiz. Artık herkesin bir medyası var. Kaldı ki o villalarda bile şu an sesini çıkaramasalar bile bizleri tanıyan, seven insanlar da var. Sonuçta herkes her şeyi biliyor.

Sosyal medyanın konuyu sahiplenen ve sizi destekleyen bir tavrı oldu bu süreçte, böyle bir geri dönüş bekliyor muydunuz?

Biriyle sorunların olabilir ama onu sosyal medyadan engellemek çok çocukça, hırslı ve problemli bir davranış. Bu engelleme konusu insanların çok dikkatini çekti. Sonra olayı kendileri incelemeye başladılar. Baktılar ki hiçbir mecrada benim ismim de yazmıyor. Bunu sorgulamaya başladılar. “Parasını verdik” diye bir cevapla karşılaşınca, bizi aptal yerine mi koyuyorsunuz dercesine kızdılar ve seslerini yükseltmeye başladılar. Hani klasik bir söylem vardır, biz filmleri seyirci için yapar, seyirciye hediye ederiz diye. Bu film onun güzel örneklerinden biri çünkü seyirci bu filmi sahiplendi. Filmi, filmin meseleleriyle birlikte sahiplendi. Film Oscarı alır ya da alamaz, o ayrı bir konu ama benim gözümde seyirci “En İyi / En Bilinçli Seyirci Oscar”ını çoktan aldı bu filmde. Onlara bu bilinçli ve duyarlı tavırları için buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim.

Yapımcı geri adım attı dediniz. Nedir şu an son durum?

İlk olarak bir parça font oyunları yaparak da olsa yeni afişleri künye ile yayınladılar.  Künyede haliyle benim de ismim var.  Dün yeni bir fragman yayınlandı, orada da ismim olması gerektiği gibi geçiyor. Official web sayfasında adım yoktu. Oraya da birkaç gün önce eklediler. Ama filmi izleyenler de filmin başındaki jeneriğe adımı yazmadıklarını söyleyerek beni arıyorlar.

Nasıl yani, kendi filminizi siz henüz izlemediniz mi?

İzlemedim. İzletmiyorlar. Yakın çevremden eşi dostu arayıp şirkete davet edip izlettiriyorlar sanki nispet yapar gibi, tuhaf davranışlar. Bir yapımcı dostumu da hiç diyalogları olmadığı halde arayıp şirkete filmi izletmek için davet etmişler. O da “Siz önce Yiğit’e izletin” deyip kapatmış.  Tanıdığım yapımcılar da bu işten hoşnut değil, çünkü bir kişinin davranışları yüzünden tüm yapımcıların kötü algılanıyor olmalarından çok rahatsızlar. Buradan onu da belirtmekte fayda var. Bizim yaşadığımız sorunların benzerleri sektörde rastlanan sorunlar ama tüm yapımcıları da suçlamak etik olmaz.

Peki filminizin size izlettirilmiyor olmasına karşı yasada bir yaptırım yok mu?

Var. Mesela sırf bu yüzden ben şu an “filmimi izlemedim, senaryomda neleri değiştirdiler bilmiyorum” diyerek verdiğim muvaffakatı geri alıp filmin yayınını durdurabiliyorum. Ama bunu yapmıyoruz. Çünkü seyircinin filmi izleme hakkını elinden almak istemiyoruz. Sağda solda filme zarar veriyor diye söylemler üretiliyor. Filme zarar vermek isteyen biri böyle bir sağ duyu göstermez. Ben hakkımı ararken son derece ölçülü ve etik hareket ediyorum.

Yapımcı izletmiyorsa mesela yönetmen size 'filmimizi beraber izleyelim' demedi mi?

Bu konuları Can ile çok konuştuk ama onun da evinden tüm hard discleri almışlar, öyle söyledi. Evine davet edebilir orada izleyebilirdik filmi ama o konuda da önlemler alınmış anlaşılan.

Bu aşamada isminizi fragmana yazdılar ama aynı uygulamaya devam ediliyor diyebilir miyiz?

İsmimi yazdıkları fragmanı ben de kendi hesaplarımdan gururla yayınladım zaten. Ama sosyal medya hesaplarından şu an halen engelliyim. Filmin yurt içinde ve yurt dışında çeşitli organizasyon ve festivallerde gösterimleri oluyor. Bunlara gelmem halen istenmiyor.  Film dünyayı gezerken külkedisi evinde oturuyor yani. “Senaristin adını yazmamışlar diyordunuz yazdık işte, bizim senaristle ne sorunumuz olabilir ki” gibi bir yola evrildiler şu an. Ama işin aslı öyle değil elbette. Tüm bunların yasal zeminde takipçisiyiz. Film vizyona girdikten sonra çiğnenen her manevi hak için yargıya başvurumuzu yapacağız zaten.

“Tüm bu festivalleri filmin yazarı gibi değil de sıradan bir seyirci gibi basından ya da çevremden duyuyorum” demişsiniz. Oscar’a Aday Adaylığını haber aldığınızda sıradan bir seyirci olmadığınıza göre filmin yazarı olarak ne hissettiniz?

O gün sinemadan çıkmıştık, yürüyüşteydik. Telefonuma hiç alışık olmadığım üzere çevremden ve sosyal medya hesaplarından art arda onlarca mesaj düşmeye başladı. Öyle öğrendim. 2013’de bu hikayeyi film yapmak için harekete geçmemi sağlayan kişi abim Oğuz Güralp’dir. Hikayenin Güney Kore Televiyonu tarafından yapılan bir belgeseli vardı, benimle o belgeseli ilk o paylaşmıştı. Paylaşırken de “baksana tam Oscarlık film olmaz mı?” diye bir cümle yazmıştı. Maili halen duruyor. Abim o maili göndermiş gülümseyerek. Bizim ailede beklenen bir durumdu yani. Mutlu olduk.

Sizin ilk tepkiniz de “önemli olan aday olmak” şeklinde olmuş.  Bu aday olma ve aday adayı olma işi de sıkça karıştırılıyor sanırım. Bu konuya da biraz açıklık getirir misiniz?

Evet asıl hüner diğer ülkelerden de Oscar Aday Adayı olarak yollanan 92 filmden biri olmaktan çok, bu kategoride yarışacak son 5 film arasına kalıp Oscar Adayı olabilmek. Dilerim ülkemiz bu mutluluğu da yaşar. Şu anda sadece aday adayıyız. Bunun global ölçekte olmasa da yerel olarak şöyle bir manevi mutluluğu var. Bugüne kadar ülkemizi temsil için gönderilmiş Eşkıya, Uçurtmayı Vurmasınlar, Susuz Yaz, Piano Piano Bacaksız, Bir Zamanlar Anadolu’da, Üç Maymun gibi o unutulmaz filmler arasında anılacak Ayla’mız da. Bu başlı başına gurur verici bir olay zaten.

Eğer “Ayla” ülkemizi temsilen seçilmemiş olsaydı, sizin bir favoriniz var mıydı?

Adaylar arasında değilmiş sanıyorum ama ben Ceyda Torun’un “Kedi” filmini çok beğeniyorum. Birleşik Devletlerde de hayli ilgi görmüştü.  Onun da temsil edebilmesini çok isterdim.

Sizce Ayla’nın En İyi Yabancı Dilde Film ödülünü alma şansı nedir?

Ben bu şarkıların ve filmlerin yarıştırılması işine pek sıcak bakanlardan değilim. Rahmetli Barış Manço da şarkıların yarıştırılmasından pek hoşlanmazdı.  “Düşünsenize Mozart, Beethoven bir yarışmada ve içlerinden biri diğerlerinden daha iyi seçilecek, hiç olacak iş mi” derdi. Bu örneğe katılıyorum. Filmlerin ödüllerle onure edilmesi güzel ama en büyük ödül kalıcılıktır. Neyin iyi neyin kötü olduğuna zaman karar verir. Ben buna inanıyorum. Oscar da son derece eğlenceli bir organizasyon. Ben her yıl çok eğlenerek takip ediyorum. Her şeyden önce güzel bir gösteri. Bu gösterinin tadını çıkarmak ve çok da hırs yapmamak lazım. 

Külkedisi misali evden mi takip edeceksiniz bu önemli geceyi? 

Bakın o konuda belirleyici olan nedir biliyor musunuz? Mesela geçenlerde Bodrum Film Festivalinde bu yıl benim yazdığım 1 değil 2 film gösterildi ve ben oraya davet edilmedim. Ayla’nın da hem Bodrum Trafo’da Türkiye ilk gösterimi hem de Kos Adasında Avrupa Premieri yapıldı. Bensiz yapıldı. Ben bu davet edilmeme skandalını paylaşınca bazıları zannediyor ki “davet edilmediği için üzülüyor”. Benim böyle bir üzüntüm yok. Ben bunları paylaşıyorum çünkü insanlar bilsin, film festivali adı altında nasıl bir ahbap çavuş ilişkisi yürüyor görsünler. Eser sahiplerini davet etmeyen bir organizasyon; tüm saygınlığını ve ciddiyetini yitirmiştir. Ben böyle bakarım. Oscar’a da böyle bakıyorum. Ben davet edilmişim, edilmemişim, adım öyle yazmış, böyle yazmamış bunlar bende üzüntü oluşturmaz. Oscar’ın da bir anlamda Bodrum Film Festivalinden farkı yok demek ki der, hayatıma devam ederim.

Akademi yazarlarından Tuğçe Madayanti Dizici ile BirGün röportajınızı okudum sizinle konuşmadan önce. Kültür Bakanlığı, yaşananları öğrendiğinde filme yapılan ödeneğin son taksitini ödemeyebiliriz, dediklerinde siz itiraz etmişsiniz. Ve orada filme emeği geçenleri düşünerek bu cevabı vermişsiniz. Sizce film emekçileri sizin hakkınız konusunda yeterince hassas davrandı mı?

Bir filmin fikrine sahip kişiyle, filmi hayata geçiren sermayeye sahip kişinin aynı kişi olmamaları konusundaki çatışma sinemanın tarihiyle yaşıttır. Emek ve sermaye çatışmasına çok benzer. Bu çatışma sırasında pek az insan emeğin, fikrin, bilginin yanında yer alır, büyük çoğunluk da sermayenin yanında yer alır. Bu konuda şaşırılacak bir durum yok o yüzden.  Ben kendi davranışlarımdan sorumluyum. Yastığa kafamı nasıl koyduğum kısmıyla ilgileniyorum.

Filmin kadrosunda tanınmış ve sevilen epey oyuncu var. Fahir Atakoğlu müziklerini yapmış. Hiç tepki verdiler mi duruma?

Sevgili Fahir Atakoğlu gerçek bir sanatçı duyarlılığı ile bu konuda bana çok zarif bir mesaj gönderdi. “Bana bu senaryoyla ilham verdiğin için teşekkür ederim” demiş; çalışırken yan yana getirilmeyişimiz ile ilgili üzüntülerini de bir cümleyle kısaca dile getirmiş. Sadece Fahir değil ekipteki aklı başında, emeğin, senaryonun, tasarımın ne anlama geldiğini bilen pek çok isim de beni aradı sordu ve üzüntülerini dile getirdiler.  Ben bu konularla ilgili İsmail ve Can dışında kimseyi aramadım bugüne kadar. Arayan herkes sağ olsunlar kendileri aradılar. Her birinin de adı, yeri kalbimde en güzel haliyle kayıtlı. 

Ayla filminin sadece senaryosunu yazmadınız sanırım. Biraz o süreci de anlatır mısınız?

Bu ilk değil aslında. İlk projem olan Sınav'da da filmin tasarımını yapan kişiydim. Şu an Ayla'da da öyle. Bir filmi meydana getiren tüm elementleri tasarlayan ve bunda ortak söz sahibi olan kişisiniz yani. Gülse Birse var mesela ilk akla gelenler arasında. Buna dünyada creative producer, written by(yazan) ya da created by deniyor. Bizde de konsept tasarım gibi isimler veriliyor ama doğru karşılığı “Yazan” artı “Yaratıcı Yapımcı”dır. Ben mesleğimde ilk günden beri bunu oturtmaya çalıştım.  Projeyi hayata geçirene kadar perde arkasında tüm oyunu kurdum, ama iş seyirciyle buluştuktan sonra künyeden yaratıcı yapımcı kimliğim çıkarılarak bütün tasarımın kendilerine ait olduğunu söyleyen insanların mobbing ve lobileriyle karşı karşıya kaldım. Bunu yapan bazen yapımcı, bazen yönetmen, bazen de yapımcılık yapan yönetmenler oldu. Tasarımı bana ait olmayan Uzun Hikaye gibi işlerde yalnızca senarist kimliğimle de üretim yaptım ama ben çoğunlukla projelerimin hem yazarı hem de Yaratıcı Yapımcısıyım.

“Gerçek hayat hikayesinin nesini yarattı, hikaye zaten gerçek” gibi yorumları var yapımcının, doğru mu bilmiyorum. Ama bunlar bu işi bilen insanlar özelinde geçerli yorumlar değil. Narcos da gerçek hayat öyküsü ama sadece senarist değil “created by” olarak anılıyor işin yazarları. Binlerce örnek sayabiliriz böyle. Sonuçta bu hayat hikayeleri, Kore Savaşına dair tüm yaşananlar, yapılan o belgesel ve yapılan diğer tüm belgeseller. Hepsi orada duruyordu ama kimse bunu bir sinema filmi yapmak üzere yola çıkmadı. Ben yola çıktığımda da herkesin bazı tereddütleri vardı. Süleyman Amca bu kızı bulmuş, ona kendi canından bir parça gibi bakmış, sonra ayrılmış ve sonunda da kavuşmuşlar. “İyi de Yiğit, bu bir haber, bir belgesel. Bundan bir film çıkmaz ki” diyorlardı. Şu anki yapım ekibinin bile aradaki boşlukların nasıl dolacağına dair tereddütleri vardı.  Şimdi filmde tüm bunların nasıl birleştiği ve nasıl etkileyici bir sinema eseri olduğu görülmüş oldu.

“Ayla”nın öyküsünde sizi çeken ne olmuştu?

Dünyada trendler vardır. 2010'lu yıllar dünyada moda dahil pek çok alanda 1950'li yıllara yönelen eğilimlerle başladı. Örneğin hiç anlatılmayan Kore Savaşı Marvel çizgi romanlarında mekan ve fon olarak görünmeye başladı. Eş zamanlı olarak Güney Kore film ve dizileri ülkemizde de olmak üzere pazarda büyük hakimiyet göstermeye başladı. Ben de boğazda çift taraflı akıntıya inanırım. Güney Kore’den buraya bir akıntı varsa bizden ortak bir hikayeyle karşı tarafa da bir akıntı olabilir. Güney Kore ve ülkemizin ortak noktalarını araştırmaya başladım. Bu süreçte 2013 Mayısında bahsettiğim üzere abim Oğuz Güralp “Ayla Koreli Kızım” isimli Güney Kore MBC Televizyonunda yayınlanan bir belgesel gönderdi. İşte doğru hikaye bu dedim ve hikayenin film olarak tasarımı için düğmeye bastım. Bu noktada Oğuz Güralp'e de hepimiz bir teşekkür borçluyuz. Sonra önemli bir Güney Kore şirketi, Türkiye’nin en büyük sinema zincirini satın aldı. Bu ve bunun gibi “Ayla” ile ilgili ön görümüzde ne kadar doğru yolda olduğumuzu gösteren pek çok gelişme oldu.

Gerçek hayat öykülerinden yola çıkan sinema filmlerinde her türlü değişiklik yapılabilir mi? Burada ölçüt nedir?

Burada ölçü gerçek karakterleri rencide edecek değişikliklerden kaçınmaktır. Onun dışında bir filmi film yapacak her türlü değişikliği yapmakta özgürsünüz. Biliyorsunuz Alfred Hitchcock’un “gerçek çok sıkıcıdır” diye bir sözü vardır. Bazen gerçeği daha da masalsı hale getirmek için onu süslemeniz gerekir. Mesela Zülfü Livaneli “Ray” filmini izledikten sonra bir gün Ahmet Ertegün ile yan yana geldiğinde, filmde izlediğimiz her şey gerçekte de oldu mu diye sormuş, Ahmet Ertegün de “her şey bizim yaşadığımız gibi aktarılsaydı onun adı film olmazdı” diye yanıtlamış. Dünyada bunun pek çok örneği var.

1950’lerde Güney Kore savaşına gitmiş pek çok insan var. Ayla filmi ile ilgili o insanlardan ya da hayatta değillerse ailelerinden de geri dönüşler alıyor musunuz? Ne hissediyorlar?

Hem de müthiş geri dönüşler alıyoruz. Ayla filminde Sevgili Süleyman Astsubayımız ve Kim Eunja yani Ayla bir çatı ve bir sembol. Ordumuz Güney Kore’de pek çok yetim ve öksüz çocuk bulmuş ve onlara kol kanat germiş. Kore’ye gitmek isteyenler kadar gitmek istemeyenler de olmuş. Gitmeyi kabul edenler arasında farklı dünya görüşünden insanlar da olmuş. Senaryoda tüm bu geniş yelpazeyi anlatırken Süleyman Dilbirliği ve Ayla'yı birleştirici bir çatı olarak kullandım. Buna tarihler örtüşmese bile Mariliyn Monroe gibi evrensel öğeleri, 99 depremi ya da 2002 dünya kupası gibi iki halkın iyi ve kötü günde birbirine destek verdiği olayları da ekledim. O yüzden buna bir tasarım diyorum. Üç ülkeyi birleştiren her unsur bu filmde var. Filme dair sadece bizim ülkemiz değil bu 3 ülkenin insanları da müthiş duygular besliyorlar şu anda. Ekip olarak aramızda problemler olsa da bu filme emek veren her birimizin çok mutlu olduğumuz tarafı da bu.  Kore Gazi ve Şehitlerimiz için bir şeref madalyası, bir saygı duruşu gibi olacak bu film. Dilerim kabul buyururlar ve gururla izlerler.

Son olarak geçtiğimiz günlerde tüm bu olanlara kızıp bu mesleği bırakacağınızı açıklamıştınız. Nedir son kararınız, yeni projeler var mı?

Evet öyle bir kararım oldu. Ama çok duygusal bir anımda ani verilmiş bir karardı. Teoman’ın müziği bırakması gibi bir maceraya da ben imza atmış oldum yani. Sağ olsun basın da, sizinle röportajımızın başından beri anlattığım pek çok detaya yer vermediği halde bu mesleği bırakma kısmına hemen ilgi gösterdiler ve iştahla haberler yaptılar. Şu an mesleğime devam ediyorum. İçlerinde yine gerçek hikayelere dayanan projeler de var, kitap uyarlaması da var, tamamen kendi kurgum olan farklı türlerde filmler de var, hepsi ayrı ayrı kollardan yürüyor. Ayla 4 yıldan fazla zamanımı almıştı. Bunlar da zaman alıyor. Yakın zamanda her biri ile ilgili bilgi paylaşmaya başlayacağız. Dilerim sinema severler hepsini heyecan ve ilgiyle karşılarlar.

 

 


Herkes bilsin