Menu
14 Mayıs 2017

Hürlüğün Havası

Onur Bayrakçeken

“Türkiye'de mahpusta bir adam vardı, ama mahpusta bu adam Hiroşima'yı duydu ve bir şiir yazdı… New Yorklu birisi bu şiiri İngilizce’ye çevirdi ve ben de bir başkasından duyduğum, şimdi dinleyeceğiniz melodiyi bu şiire kattım.” Pete Seeger, Nâzım’ın “Kız Çocuğu” şiirini bir İskoç türküsünün melodisiyle bir araya getirişini bu sözlerle anlatır.

Müzik de şiir de kuş familyasındandır, önüne ne koyarsanız koyun elbet göğü bulur ve mevsimine göçer.

 

Verlaine, şiir için "Musiki, her şeyden önce musiki" der. Der ama, bu biraz 'aşırı' bir tanımdır. Şiir, 'her şeyden önce' musiki değildir, ancak musiki şiir için çok şey demektir. Tabiri caizse, şiirdeki Maradona demektir; musiki olmazsa da olur, ama olursa? O zaman bambaşka!.. Çünkü Maradona'sız da çok büyük bir takım olabilirsiniz, ancak sahada Maradona varsa artık oyunu kalbinizle izlersiniz. 'Müzikli' bir şiir de aynı böyle, insanı bambaşka çeker içine, bir golün sadece gol olmadığı şutlar gibi mısraların sadece mısra olmadığı şiirlerdir onlar.

Nâzım'ın "Bahr-i Hazer"ini ilk okuduğum anı hatırlıyorum: Bir orkestra şefiydim; "Çıkıyor kayık/iniyor kayık" derken kemanlar bağırıyordu. İyi bir besteci olmayı ne çok istemiştim! Sanırım, Nâzım kalbime ilk defa bu şiirle saplanmıştı, ve 'bağır bağır bağıran' kemanlarla.

Sonraları, yetenekli bestecilerin elinden çıkma çok güzel Nâzım şiir-şarkıları dinledim. Bir kısmı için "Hayır, bu şiirin şarkısı bu değil!" dedim, birçoğu ise beni şiire ikinci kez hayran etti. Fuat Saka'dan dinlediğimde "Bahr-i Hazer"in benim besteciliğime hiç de ihtiyacı olmadığını gördüm mesela. Zaten "Hazerde doğanın/Hazerdir mezarı" diyen bir şiir Karadenizlidir. Fuat Saka ‘hemşerisini’ söylemişti ve ben İstanbul'un orta yerindeki ufak odamda bir balıkçı takasıyla seyahat ediyordum.

Nâzım şiirlerini yorumlamak denince akla ilk gelenlerden biri de şüphesiz Zülfü Livaneli. Konserlerini bilen bilir… Onun konserlerinde Nâzım'ın mısraları hep bir ağızdan söylenir. Cemal Süreya'ya göz kırpar gibi, hep bir ağızdan söylenen 'hürlüğün havası'dır. Bu öyle bir havadır ki, hürriyet rüzgârının estiği her toprağa ulaşmıştır. Yunanistan'da cunta karşıtı mücadele etkin bir şekilde yer alan sanatçı Maria Farantouri'nin diline de...

Müzik ve şiir arasındaki ilişkinin en ilginç boyutu bence burada başlar: Müzik de şiir de doğduğu toprağa çok bağlıdır; ayağını toprağına basmayan müzik ve şiir yurtsuzdur, yersizdir, cansızdır. Ancak öte yandan müzik de şiir de kuş familyasındandır, önüne ne koyarsanız koyun elbet göğü bulur ve mevsimine göçer. Nâzım diyoruz mesela: Nâzım Türkiyeli bir kuştur ve bi bakmışsınız Ankara’da bağımsızlık savaşı veriyor, bi bakmışsınız faşizme karşı Yunan dağlarında, bi bakmışsınız Fidel ve Ernesto’yla Havana’ya giriyor…

Nâzım bir kuştur ve nerede bir özgürlük ve insanlık kavgası varsa hep oraya uçmuştur. En heyecan verici olan tarafıysa şudur: Her ülkenin kavga verenleri, ona avuçlarını bir çocuğun güvercine açışı gibi açmıştır. En çok da Yunanlar açmıştır avuçlarını bu “Türk şairi komünist Nâzım Hikmet”e. Belki tarihsel ortaklıktan, belki coğrafi ve kültürel yakınlıktan, her kavgada onun mısralarına sarılmışlardır. Birçok Yunan sanatçı da Nâzım şiirlerini söylemiştir.

Maria Farantouri dedik… Livaneli’nin bestelerini söyler, çok da güzel söyler. Ancak beni ondan daha çok etkileyen iki başka Yunan sanatçı vardır: Manos Loizos ve Maria Dimitriadi.

Yeni Türkü’nün de birçok bestesini (“Olmasa Mektubun”, “Telli Telli”, “Maskeli Balo”) yorumladığı Manos Loizos, 1983 tarihli “Karıma Mektuplar” albümünde Yannis Ritsos’un çevirdiği Nâzım Hikmet şiirlerini bestelemiş ve söylemiştir. Hapishane duvarları Yunanistan’da farklı değil, özgürlük de! Bu yüzden Nâzım’ın Piraye için yazdığı şiirlerdeki aynı keder ve ümit, Loizos’un şarkılarında da vardır. Aynı öfke ve heyecan da, “Kerem Gibi”yi söylerken Loizos içinizi kabartır.

Maria Dimitriadi’nin 1975 tarihli “Siyasi Şarkılar” albümünün kapağında ise iki isim yazar: Wolf Biermann ve Nâzım Hikmet. Albümün bir yüzü, Alman şair Wolf Biermann’ın, diğer yüzüyse Nâzım Hikmet’in şiirlerinden oluşur. Maria Dimitriadi’nin bu albümde okuduğu şiirler arasında “En Güzel Deniz”*, “Şeyh Bedrettin Destanı”, “Karanlıkta Kar Yağıyor” gibi şiirler vardır; ama bence en çarpıcı olanı “Mikrokozmos”dur. Nâzım’ın en güzel şiirlerindendir “Mikrokozmos” ve Maria Dimitriadi’nin de en güzel şarkılarından… “Yıldızlar bizden uzaktadır/ama ne kadar uzak, ne kadar uzak/Yıldızların arasında toprağımız ufaktır/ama ne kadar ufak, ne kadar ufak” der ve sanki bizi dürter, uyarır gibi, bize ‘gerçeği’ hatırlatır gibi “Bilmiş olun ki benim için/daha hayret verici, daha kudretli/daha esrarlı ve kocamandır/Yolu üstünde durulan/Zincire vurulan/İnsan,” diye bitirir. Sonra Maria Dimitriadi’nin sesinden dinlersiniz bunu ve birden yüzünüzde toprağı, toprakta açlığı, açlıkta kanı hissedersiniz. “Kalküta Hindistan’da bir şehirdir/Benerci Kalküta’da bir insan” der Nâzım bu şiirinde; zincire vurulmuş Benerci’dir o, ve Benerciler her yerdedir. Yunanistan’da da tabii! Maria Dimitriadi, ‘Yunan Benerciler’e Nâzım ile seslenmiştir.

İnsanlara Nâzım ile seslenen, sadece Maria Dimitriadi ve Yunan sanatçılar değildir elbet. Nâzım’ı, Hiroşima’yı bombalayan ABD’nin en güzel yurttaşı da duymuştur: Pete Seeger. Gelmiş geçmiş en önemli protest folk müzik sanatçılarından biri sayılan, ABDli komünist Pete Seeger. Pete Seeger, Nâzım’ın “Kız Çocuğu” şiirini bir İskoç türküsünün melodisiyle bir araya getirişini, The Sands Family adlı İrlandalı bir grupla verdiği konserinde şu sözlerle anlatır: “Türkiye'de mahpusta bir adam vardı, ama mahpusta bu adam Hiroşima'yı duydu ve bir şiir yazdı… New Yorklu birisi bu şiiri İngilizce’ye çevirdi ve ben de bir başkasından duyduğum, şimdi dinleyeceğiniz melodiyi bu şiire kattım.” Çok hüzünlü bir melodidir, Hiroşima’da ölüm gibi bir melodidir, tıpkı şiirin kendisi gibi. Bu melodiyi duysa Nâzım’ın ilk söyleyeceği şey herhalde “Şeker bile yiyemez ki/kâat gibi yanan çocuk.” olurdu.

Pete Seeger’ın bu şarkısı daha sonra pek çok ünlü sanatçı tarafından da yorumlanmıştır. Bu sanatçılar arasında, daha sonra birçok meşhur rock grubuna ilham verecek olan The Byrds de vardır. Şarkı, The Byrds’ün 1966 tarihli ikinci albümü “Fifth Dimension”da yer alır. Albümün çıktığı tarih, Vietnam Savaşı’nın dağdağalı zamanları ve 68’e iki kaladır. Hürlüğün havasının bütün dünya şarkılarında, gençliğin dilinde dalgalanacağı o güzel yıla The Byrds, Nâzım ile yaklaşmaktadır!

Şiir ve müzik, konuşmakla bitmez… Hele Nâzım da giriyorsa işin içine, hiç bitmez. Nâzım Hikmet, ‘her şeyden önce musiki’ diyen bir şair değildir, ancak şiirlerine bir tohum gibi bırakmıştır müziği. Sonra birçok büyük sanatçı almış onu kendi topraklarına ekmiştir. O tohumdan yükselen ağaçlar bugün bütün dünya insanlarının diline düşebiliyorsa, bunun sebebini nerede bulmak lazım? Herhalde, özgürlüğün ve eşitliğin, bütün insanlığın en büyük özlemi ve kavgası olduğu gerçeğinde bulmak en doğrusu olacaktır.

Selam olsun insanlığa, büyük insanlığa!

 


Herkes bilsin