Bir Ruhi Su-Asım Bezirci Anısı...
Serdar Nâzım Yüce
Ruhi Su kahkahayla gülerken Asım da beni sakinleştirmeye çalışıyordu; ‘Korkma Refik korkma! Öküz balkona çıkar mı hiç.’
Dönemlerine şan olan, aradan bin sene de geçse unutulmayacak iki aydın; Asım Bezirci ve Ruhi Su. İki aydın ve iki sıkı dost. Bir çırpıda “kader” deyiveriyorlar ya hani, diyenlerin deyişiyle kaderleri de aynı…
Artık iknayım. O dönemin insanlarıyla bu dönemin insanlarını karşılaştırmıyorum ama o dönemin insanlarında ortak karakter özellikleri olduğunu düşünüyorum. “Umut” meselesi böyle. İnanç hâl ne olursa olsun canlı, diri. Örneğin dostlukları. “Düşenin dostu olmaz” belki yüz yıl önce söylenmiş bir laf ama o dönem görmezden gelmiş bizim solcular bunu, en zor zamanlarda bile nasıl birbirlerine kenetli olduklarına baksanıza… Gülüşleri örneğin. Başı dik tutabilmek, gülebilmek; bir tür “yenilmezlik” timsali her biri. Müziğin, şiirin, romanın, tiyatronun, sinemanın muzaffer sıra neferleri onlar.
Bunlardan ikisi; Asım Bezirci ve Ruhi Su. Biri Sivas’a gitti geri dönmedi. Dönseydi ‘Refik’le hayatlarını birleştirmelerinin 30’uncu yılını ve çıkan 71’inci kitabını kutlayacaklardı, olmadı. İzin vermedi gericilik. Diğeri hastalandı. Onun hastalığını tüm dünya duydu, Heinrich Böll’e kadar birçok önemli isim destek açıklaması yaptı ama aynı gericilik bunu da duymazdan geldi. “Duydum” demek zorunda kaldığında ise çok geçti.
İkisinin cenazesi de tıpkı yaşayışları gibi mücadeleyle, kavgayla doluydu. Birisinin cenazesi 80 darbesinden sonra yapılabilen ilk büyük eylem olacak, cenazede gözaltına alınan 163 kişi İstanbul siyasi şubede 15 gün süreyle alıkonulacaktı. Diğerinin cenazesi ise yüz bini aşkın insanın katılımıyla yapılacak, “Sivas’ın hesabı sorulacak” diyenler İstanbul’da hayatı durduracaktı.
Yaptıklarıyla ettikleriyle Bezirci’yle Su’nun hayatlarını çok benzetirim birbirine. Bir başka çağın bu iki yiğit delikanlısı dosttu, yoldaştı. Burada anlatılacak olanlarsa bu dostluğu ve o iki delikanlının hayata ne denli sıkı sıkıya sarılı olduklarını bir kuple de olsa anlatmayı hedefliyor.
Asım Bezirci’nin hayat arkadaşı, dostlarının ‘Refik’i, bizim Refika Teyzemiz anlatıyor. Refika Bezirci uzun uğraşlar sonucu, hesap kitap yapmayı pek seven, tedbiri elden bırakmayan eşini ikna ediyor ve Balıkesir Ören’de yazlık alıyorlar. Bilenler bilir, Ören o yıllarda DİSK’in ve TİP’in kamplarının kurulduğu, solcuların yaz aylarında buluştuğu bir yer. Hatta işçi sınıfının unutulmaz önderi Kemal Türkler, burada DİSK için bir arazi alıyor ve işçiler için yazlık tesis inşa ettiriyor. 80 darbesiyle bu tesise de balyoz indiriliyor. Araziye el koyuyor devlet, işçilerin dinlendiği tesiste askerler konaklamaya başlıyor. Arazi ve tesis, 80’in ardından uzun hukuki uğraşlar sonucu -o da bir kısmı- geri alınabiliyor. Geri alınsa da bir şey değişmiyor, o tesiste bugün DİSK’in adı geçmiyor çünkü. Yıllar önce işletilmesi için şahıslara verildi, artık işçilerin dinlenme yeri olmaktan çıktı. Neyse, 80 öncesi Ören’ini anlatmak için verdim bu örneği, konumuz bu değil.
Refika-Asım Bezirci çiftinin seçiminde Ören’in bu atmosferi etkili olsa gerek. 1976 yılında taşınıyorlar Ören’e. “O yıldan beri de her yaz Ören bizim soluk almamıza, sağlıklı olmamıza katkıda bulunuyordu” diye anlatıyor Refika Teyze, Asım Bezirci’nin kendisine “Refik, bu evi senin edepsizliğin sayesinde almış olduk. Sen çok iyi bir edepsizsin, sıkıntıya katlandık ama buna değdi” deyişini de hemen yanına ekleyerek. İstanbul’dayken uzun süre düşürmek için uğraştığı böbrek taşı onu çok yormuş olacak ki, hayatında ilk kez borca girdiğini bile unutuyor Asım Bezirci. Refika Teyze, Yön Yayıncılık’tan 1993’te çıkan “Bir Ben miyim Unutmayan?” isimli anı kitabında anlatıyor, bu kitabın tarihsel değeri çok fazladır. Bu kitapta İstanbul Fatih’te otururlarken Asım Bezirci’yi yazlık almaya neden zorladığını şöyle anlatıyor Refika Teyze:
“Evimizi seviyorduk, ne yazık ki çevremizde dostlarımız yavaş yavaş başka semtlere taşındılar. Ben evde oturan bir insandım ve çevremde birilerini arıyordum. Şöyle bir kahve içmeye gidebileceğimiz hiç kimse kalmamıştı.”
Neyse ki aradıkları ortamı Ören’de bulmuşlardı. Köy Enstitülü bir öğretmenin kurduğu kooperatif sitesiydi burası. Tahsin Saraç, Abdullah Baştürk, İlhami Soysal gibi isimlerin de evleri bu sitedeydi. Sitenin sakinleri arasında hemen Fakir Baykurt’u ve Uğur Mumcu’yu da sayalım. Hele ki bitmez tükenmez tavla partileri… Aziz Nesin’in uğrak mekanı site. Neden? Çünkü ezeli rakibi Ruhi Su’yu yenecek! Evet, Ruhi Su’da bu sitede, hem de Bezirci’lerin duvardaşı, kapı komşusu…
(Soldan sağa) İlhami Soysal, Uğur Mumcu, Ruhi Su, Fakir Baykurt.
Refika Teyze aktarsın:
“Duvar komşumuz olan Ruhi Su ile çok yakın, sıcak bir dostluğumuz vardı. ‘Senin babanım ben Refik’ciğim’ derdi. Asım da ben de, onun sesinden başka ses dinlemek istemiyorduk.”
Asım Bezirci ile Ruhi Su satranç oynuyorlar. Ruhi Su hırslı, yenilince sessizce çıkıp gidiyor. Kazanınca da Asım Bezirci’ye yüklendikçe yüklendiğini anlatıyor Refika Teyze. Satranç bir yana Ruhi Su’nun asıl olarak “tavlacı” olduğunu anlatırlar, Refika Teyze de onaylıyor bunu:
“Bir gün tavlasını koltuğuna sıkıştırmış, bize gelmişti. Bana ‘Lan Refik, sen niye öğrenmiyorsun bu tavlayı, lan ben sana ne diyeyim şimdi’ diye şakalaşarak, o gün oynamak için kimseyi bulamadığını anlatmaya çalışıyordu.”
Su ailesi ile Bezirci ailesinin verandaları bitişik. Bezirciler verandada yemekteler, Refika teyzenin sırtı Su’ların verandasına dönük. Arkadan bir “Mööö” sesi. Refika Teyze elindeki çatalı düşürüyor korkudan. Ruhi Su kahkaha atarak gülerken, Asım Bezirci de Refika Teyzeyi sakinleştirmeye çalışıyor:
“…Ruhi Su yan duvardan eğilmiş, benim kulağımın dibinde bas bariton sesiyle ‘Mööö’ diye bağırınca çatal elimden düşmüştü. O kadar korkmuştum ki. Şaşkınlıktan ne edeceğimi bilememiştim. Ruhi Su kahkahayla gülerken Asım da beni sakinleştirmeye çalışıyordu; ‘Korkma Refik korkma! Öküz balkona çıkar mı hiç.’
Sonradan anladım ki, Ruhi Su korktuğuma gülüyordu ama daha çok da Asım’ın bana söylediğine gülüyordu.”
Aradan yıllar göçüyor. Asım Bezirci, 85’te kaybettiği Ruhi Su’nun ardından 93’te göç eyliyor. İki dost bir kez daha buluşuyor, yüz binler İstanbul’u “Sivas’ın ışığı sönmeyecek” diye yerinden sarsarken:
Kortej ağır ağır ilerliyor, insanlar öfkeyle slogan atıyorlardı. Kalabalıktan ötürü yürüyüşümüz altı yedi saat sürmüştü. Yer yer polislerle burun buruna itişmeler, taşlamalar yaşanmıştı. Ruhi Su’nun kocaman gür sesi kalabalıkla bütünleşmişti; ‘Kalktı göç eyledi Avşar elleri…’