Menu

Damarlarımızdaki zehirden kurtulmak için…

Sebla Kutsal

 

“Bölünme” paranoyasını en şiddetli haliyle yaşarken, bir yandan da “bölünüp taraf olmayı” en çok seven millet bizizdir herhalde.

Öyle vatan-millet değil, olur olmadık her konuda cepheleşip, kavga edebiliriz.

Misal, hayvan sevgisi üzerinden bile bölünebiliriz:

“Kedi mi? Iyyy hiç sevmem kedileri, nankör yaratıklar… Ama köpek candır!”

“Benim köpeği bir salarım, parçalar senin kedini…”

Benzer sözlerle -hele bir de kedi severseniz- şimdiye dek karşılaşmış olmanız kuvvetle muhtemel. Hem de ortada hiçbir sebep yokken. Eğer hiç duymadıysanız da, benden öğrenmiş olun; ülkemizin en dingin gündeminde dahi, böyle şapşalca konular üretip taraf olma, durduk yere kin duyabilme potansiyeline sahibiz.

Evet, hayvanlara bile ayrımcılıkla ve faşizmle yaklaşabilen, kursağında her daim kusulmamış sarı safra gibi nefret bulunan, onun acı suyu ağzına geldikçe kötü laflar tükürebilen bir milletiz. O bağrımıza bastığımız günahsız canlıların bir gün olsun gözlerinin içine bakmamış, oradaki koşulsuz sevgiyi hiç görmemişiz gibi…

Fenerbahçe-Galatasaray, kadın-erkek, kedi-köpek, yoğurtlu-yoğurtsuz, soğuk-sıcak, evli-bekâr, yerli-yabancı; aklınıza gelebilecek her konuda ikiye bölünüp, gözümüzü kan bürüyecek kıvama gelebiliriz. Gen hafızamızda var olan, zor zapt ettiğimiz bir illet gibidir bu özelliğimiz. Bir şeylerin “ölümüne” taraftarı ya da körü körüne düşmanı olmadan varlığımız anlam ifade etmez sanki…

Son haftalarda yaşadığımız ve dozu git gide artan “evet-hayır” kutuplaşması da, milletin bu yapısı göz önüne alındığında ister istemez mükemmel bir planmış gibi görünüyor. Şimdiye dek, belki de hiçbir zaman bu kadar net bölünmemiştik. Hem de “birlik, beraberlik” ninnileri eşliğinde…

“Hayır” diyecek olanların çok net ve geçerli argümanları var. “Evet” oyu kullanacak olanlar ise, hayır diyenlerle aynı dünya görüşüne sahip olmamaları üzerinden söylem üretiyorlar.

Durakta, çay ocağında, herhangi bir kapı eşiğinde, dükkânda, vapurda, ofiste, evde; her yerde insanların hararetli tartışmalarına rastlıyoruz. Yıllardır biriken gerilimi daha da artıran, uzlaşma zemininin asla sağlanamadığı, kılıçları bileyen tartışmalar…

“Onların sanatçıları” listesi uzuyor bir yerde, “bizim sanatçılarımız” ise ayrı bir yerde… Futbolcular, gazeteciler, oyuncular; mal gibi etiketlenmeye, raflara yerleştirilmeye razı geliyoruz.

Batı’nın en eski emperyalist stratejilerinden olan “Böl ve yönet”in halkımız üzerinde uygulanan bu en son versiyonu yerli bir senaryo mudur yoksa yabancı bir yapımcı elinden mi çıkmıştır, inanın akıl erdiremiyorum. Ancak tek bildiğim; Türkiye’nin gelmiş geçmiş en zor sınavlarından biriyle karşı karşıya olduğu...

“Evet” ve “hayır” diyeceklerin aynı zamanda; teröristler-masum vatandaşlar, darbe destekçileri-darbe karşıtları, demokrasi yanlıları-demokrasi düşmanları, FETÖ sempatizanları-FETÖ karşıtları, vatan hainleri-vatanseverler, dindarlar-dinsizler olarak bölündüğü bu karanlık günlerden nasıl çıkacağımız meçhul.

Şayet bu gemi, bu sefer de batmazsa, yakayı kurtardıktan sonra yapılması gereken ilk şey eğitim reformu olmalı. Taraf tutma, düşmanlık, ötekileştirme, faşizm, cinsiyetçilik temelleri üzerine inşa edilen nesillerin yerini alacak bebeklere; toplama-çıkarma işleminden, hatta anadilinden önce, omurgasını dogmaların değil felsefi düşüncenin oluşturduğu bambaşka bir dünya algısı öğretmeliyiz. Onların da beyinlerinin, yüreklerinin karartılmasına, hür iradelerinin ellerinden alınmasına mani olmalıyız. Merhamet, sevgi ve adaletin üstünde hiçbir değer olmadığını öğrenerek büyümeliler. İnsanı ölünce saygı sözleriyle anmayı değil, hayatta tutmayı ve insanca yaşatmayı ilke edinmeliler.

Nesillerdir bizi zehirleyen, “taraf olmaya, nefret mayalamaya duyduğumuz eğilimi” bu milletin damarlarından başka türlü akıtıp kurtulamayız.

Bugün gözümüze zift kaçmış, bir ayağımız balçığa saplanmış olabilir; ama şimdi kundakta olanlarla, yarın akla ve vicdana dayanan bir sistem kurmak için hala şansımız var bence. O evlatları devletin insan üretim makinalarına da, öğrenciye “müşteri” gözüyle bakan özel okullara da bırakmadan... İlk hedefi para kazanmak veya belli ideolojileri empoze etmek olmayan alternatif eğitim kurumları düşleyerek, kurarak…

 

 


Herkes bilsin