Görme Biçimleri; Jonh Berger’e...
Orhan Gökdemir
Jonh Berger’e...
George Granville Monah James, şimdi adı unutulmuş bir mantık profesörü. Geride ancak meraklılarının arayıp bulabildiği bir kitap bırakmış; “Çalınmış Miras”. James’in kitapta söylediği şu; Bugün Yunan felsefesi diye bildiğimiz şey hemen hemen Büyük İskender’in Mısır’ı fethi ve ardından İskenderiye Kraliyet Kütüphanesi’nin talan edilmesinden sonra ortaya çıkmış bir külliyat. Yani, Yunanlı filozofların yaptığı aslında o yağmada ele geçirilenler üzerinde yapılan bir tür çeviri faaliyeti. Yunanlılar, İskenderiye Kütüphanesinde bulduklarını akılları ve bilgileri yettiğince kendi dillerine çevirdiler. Sert ve sarsıcı bir iddia.
Bu konuyla ve bu dönemle ilgili bilgimizin çok az olduğunu, ilgilenenlerin de bu az sayıdaki bilgiyi yok sayma eğiliminde olduğunu biliyorum. Yunanlıların dehası, tarihin ve özelde felsefe tarihinin büyük tabularından biridir. Buna karşılık, Yunan dehası dediğimiz şey yarım yüzyıl gibi kısa sayılabilecek bir zaman aralığında parladı ve söndü. Bunun neden ve nasıl olduğu üzerine Marx dâhil, çeşitli düşünürlerce sorulmuş ve cevaplanmamış pek çok soru var. Marx, tuhaf bir yaklaşımla Yunanlıların bu ışığı toplumsal gelişimlerinin henüz çocukluk aşamasında olmalarına bağlıyor örneğin. İskenderiye Kütüphanesinden alınan destek böyle bakınca daha makul geliyor. İlla bir hırsızlık olması da şart değil ayrıca.
Bir de hatırlatma. Mısır seferinde Büyük İskender’e eşlik eden Aristotales seferden sonra Yunanistan’a dönüp sayısız kitap “yazdı”. Hocası Platon’un ona “okuyucu” dediği söyleniyor. Okuyan elbette yazar da!
Dönelim kitaba. James’e göre, Aristotales’in Mısır seferinden önce Pisagor, Thales, Ksonofanes Parmenides, Zenon ve Melissus gibi birçok Yunan filozofu da Mısır’a eğitim amacı ile gitmişti. Ama bugünkü Batılı kurguya bakarsanız Mısır’da kayda değer bir felsefe ve matematik yoktu. Yunan filozoflar orada ne öğrendiler acaba? Sadece şunu hatırlatalım; Bu filozofların bir kısmı Mısır’da eğitimlerini tamamlayıp ülkelerine döndükten sonra ağır ithamlarla karşılaştı ve ağır cezalarla yargılandı. Çünkü bu filozoflar Mısır’dan gelirken beraberinde Yunanlıların alışık olmadığı inançlar ve tanrılar da getirmişlerdi.
Peki, bütün bunlar neye yol açtı? Yunanlılar bir felsefe geliştirince, insanlık, doğa ve evren üzerine o ana kadar sahip olmadığı yeni ve somut bilgiler mi edindi?
Mısır kültüründe uzak yıldızlar önemli yer tutuyordu. Belli ki Güneş’in yanan bir küre ve uzak yıldızların da birer güneş olduğunu biliyorlardı. Mısır’ın bilgelerinden Thoth’un marifetlerinden biri güneş, ay ve yıldızların hareketlerini hesaplamak ve mevsimleri düzenlemekti. Tarihi Yunanlılarla başlatan uygarlığımızın bunu keşfetmesine daha binlerce yıl vardı.
Elbette iddia ama James’in “Çalınmış Miras”ı bize alışık olduğumuzdan oldukça farklı bir fotoğraf gösteriyor. Ortalama bakışın da hayli dışında. Bu, bir yazarı bilmemek veya unutmaya terk etmek için yeter sebep. Yakın zamanda yitirdiğimiz Martin Bernal de benzer bir direnişle karşılaşıyordu. Yani tarihimizin ve felsefemizin tek kaynağının Yunanistan olamayabileceği fikrini duymaya hazır değiliz henüz.
EMPERYALİZMİN KÜRESİ
Felsefeden giderek uzaklaştığımız ve “inanç”ın içine giderek daha fazla battığımız bugünlerde zındıklık (Avesta’nın tefsiri Zend’ten) ederek soralım: Bize dayatılmış tepetaklak âlemlere bu kadar kolay alışmamız ve inanmamız nasıl mümkün olabiliyor? Peki, uzaya onlarca uydu göndermiş ve 24 saat dünyayı izleyen bir uygarlığın ahfadı olarak, duvarlarımızı süsleyen haritaların çarpıtılmış projeksiyonlar olduğu söylense şaşırmaz mısınız? Böyle bir yazıya bir gazetenin internet adresinde rastladım. Yazı dünya haritalarına kaynaklık eden Merkatör Projeksiyonu'nun çarpıklığına işaret ediyordu. Yazının özeti şu: Merkatör Projeksiyonu, Merkatör'ün 1568'de yaptığı ve kendi adıyla anılan silindirik projeksiyon. Bu yöntemle yapılan haritalarda meridyen ve paraleller birbirini dik kesiyor. Konform bir projeksiyon olup, şekil bozulmaları minimumdur. Ancak ekvatordan uzaklaştıkça hızla artan alan bozulmaları söz konusudur.
Yani, merkezinde bir ışık kaynağı bulunan küresel dünyanın, ekvatoruna teğet olarak geçirilen bir silindir vasıtasıyla harita elde edilmesini sağlayan bir projeksiyon bu. Haliyle Merkatör projeksiyonuna sahip olan haritalarda sadece ekvatora yakın olan bölgelerde doğru sonuçlar alınıyor. Kutuplara doğru gittikçe şekiller bozuluyor. Öyle küçük bozulmalardan da söz etmiyoruz. Örneğin 7.700.000 mil karelik bir sahaya sahip Güney Amerika ile 800.000 mil karelik Grönland adası aynı büyüklükte görünüyor. Afrika ile Grönland’ın büyüklükleri bu projeksiyona göre aynı, oysa Afrika Grönland’ın 14 katı büyüklüğünde bir kıta. (Grönland’ın yüzölçümü 2 milyon kilometrekareden biraz fazla. Afrika Kıtası’nın yüz ölçümü ise hemen hemen 30 milyon kilometrekare.) Antarktika kıtası kıtalar arasında büyüklükte beşinci olmasına karşın bu haritayla birlikte birinciliğe zıplamakta, Grönland Afrika kadar olmakta, Kuzey Avrupa ülkeleri ekvatordaki ülkeleri toprak miktarları bakımından sollamakta. Yani 500 yıldır kullandığımız bu projeksiyonla elde edilen haritalar gerçekte “yalan bir dünya”nın haritaları.
Bu yalan 1973 yılında, Alman film yapımcısı ve tarihçi Peters’in itirazına kadar sorgusuz kabul edilmiş. Peters, bu projeksiyonun yanlış olmaktan öte, ırkçı niyetlerle hazırlanmış olduğunu iddia etmiş. Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinin, olduklarından çok daha büyük görünmelerinin gerçek nedeni bu olduğunu söylemiş.
Merkatör Projeksiyonu
Gall Peters Projeksiyonu
Bugün kullandığımız pek çok haritanın merkezinde Avrupa’nın olması da böyle bir çarpık bakışın ürünü. Dünya küreseldir, kürenin ne merkezi vardır ne altı ne üstü! Merkatör projeksiyonunun emperyalizmin bir simgesi haline geldiğini söyleyenler ortaya güçlü deliller sürüyor haliyle. Örneğin Büyük Britanya’nın “topraklarında Güneş batmayan imparatorluk” olduğu dönemlerde İngiliz üretimi Dünya haritaları başka alternatifleri olmasına karşın Merkatör izdüşümünden asla vazgeçmemişlerdi. Çünkü bu projeksiyon hem İngiltere’yi, hem de dominyonları olan Kanada ile Avustralya’yı olduğundan daha büyük gösteriyordu. Ekvatora yakın olan İngiliz sömürgeleri ihtiyaca uygun olarak daha küçüktü ve İngiltere de Dünya’nın tam merkezindeydi. Yani Merkatör haritaları İngiltere’nin sömürge politikalarının ve yaratmak istediği algının görsel coğrafi zeminini oluşturuyordu.
Demem o ki, herkes gibi iki göze sahip olmanız, gerçeği olduğu gibi göreceğiniz anlamına gelmiyor. İnsanın görme eylemi tanık olduğumuz en ideolojik iştir. Kuşkuyu sürekli dik tutmamız, bunun içinde sürekli öğrenip yeni sorular sormamız şart.
Öyle ya, bu kadar çarpık bir dünya neden çalınmış bir mirasla idare ediyor olmasın!
John Berger öldü. Bize görmek ve anlamak için iki gözün yetmeyeceğini, bilginin, ideolojinin ve bakış açısının bakmaya eşlik etmesinin görüneni de değiştireceğini anlatmaya adamıştı ömrünü.
İnsan ancak ideolojik olarak görebilen bir yaratıktır...