Menu

Dünyanın Bütün Garsonları, Birleşin!

Orhan Gökdemir

Lokanta gerçekte basit bir kapitalist işletmedir. Ancak “ücretli çalışma”nın icat edilmesiyle modern anlamıyla var olabilmiştir. Yani parlamenter demokrasi, devlet, milliyetçilik, polis gibi modern dünyanın ürünüdür.  Tarihi de bunun delilidir. İlk biçimleri Fransız devriminden birkaç yıl önce Paris’te ortaya çıkmıştır. 1850’li yıllara doğru yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu işletmeler küçük porsiyonlar halinde et yahni satıyorlardı. Amaç hasta insanların sağlığını (restore) onarmaydı.

 

“Boşbeleş Çalış-ma! “Çalışma, Toplum, Politika, Savaş” üzerine “Restoran Köleleri”nin yazdığı kolektif bir kitap. Yazarları, prole.info kolektif sayfasında yaşadıklarını, deneyimlerini ve kendilerini açık yüreklilikle anlatan restoran işçileri.

Kitap bir yandan “mutfak”tan süzülmüş sert bir Marksizmi yansıtıyor. Öbür yandan o mutfaktaki acımasızlıktan beslenen anarşizan bir sosu var.

Tekin Yayınevi, kitabı aynı kolektif ruhla hazırlamış. Üzerindeki tek imza, metnin ruhuna uygun bir Türkçe tat tutturan çevirmen Şefika Kamçez’e ait.

Aslında yapılan şey, Marksizm’in kapitalist çalışma sürecine değin teorisini belli bir iş koluna uyarlamak. Buradan yola çıkarak “hizmet sektörü” eleştirisi geliştirmek ve bu eleştiriden yola çıkarak bir “kurtuluş” reçetesine ulaşmak.

Metinde restoran çalışanları sürecin analizini yaparken Marksist bir yol tutturuyor. Buradaki can alıcı soru “Bir restoran nasıl kurulur?” Kurtuluş reçetesi ise Kropotkin kıvamında. Çünkü “Bir lokanta nasıl yıkılır?” sorusundan yola çıkıyor emekçiler. Şiddetli bir cevabı var haliyle. Robespierre’in dediği gibi: Birkaç yumurta kırmadan omlet yapamazsınız.

Metnin söylediği şu: Lokanta gerçekte basit bir kapitalist işletmedir. Ancak “ücretli çalışma”nın icat edilmesiyle modern anlamıyla var olabilmiştir. Yani parlamenter demokrasi, devlet, milliyetçilik, polis gibi modern dünyanın ürünüdür.  Tarihi de bunun delilidir. İlk biçimleri Fransız devriminden birkaç yıl önce Paris’te ortaya çıkmıştır. 1850’li yıllara doğru yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu işletmeler küçük porsiyonlar halinde et yahni satıyorlardı. Amaç hasta insanların sağlığını (restore) onarmaydı.

Sonra Büyük Fransız Devrimi gelip alanı düzledi. Bütün ayrıcalıkları ortadan kaldırdı ve yerine paranın ayrıcalıklı olduğu bir düzen kuruldu. Aristokratların eski aşçıları burjuvalar veya kendileri için çalışmaya başladı. Parası olanın özgür bir piyasa bireyine dönüştüğü, parası varsa istediği şeyi yapmakta özgür olduğu harikalar diyarıydı bu. Böylece iyi yemek de demokratikleşiyordu. Herhangi biri, parası olduğu sürece krallar gibi yiyebilirdi! Para sahibi olan herkes artık dolaşım odaklarından biriydi, lokantaya adım attığında işçi mi, köylü mü, aristokrat mı olduğuna bakılmazdı.

Piyasa toplumunun bir özgürlükler âlemi olduğu anlamına geliyordu bu. Görünüşe göre “efendi köle” ilişkisi yürürlükten kalkmıştı. Ama ne yazık ki bazılarının parası çok, bazılarının ise az veya hiç yoktu. Çözüm basitti, parası olmayanlar piyasaya başvuracak, emek güçlerini, üretici yeteneklerini kiralayacak, karşılığında ücret alacak ve böylece özgürlükler âlemi olan piyasaya yeniden bir dolaşım odağı olarak katılabileceklerdi.

Ama gelin görün ki, lokanta bir işletmeydi, mutfak ise üretim alanı. Burada dolaşım alanında olduğu gibi özgürlük söz konusu olamazdı. Burada tam bir hiyerarşi ve disiplin hâkimdi. Sürekli koşturmak, sipariş toplamak, müşterilere zoraki gülücükler fırlatmak, biriken bulaşıkları yıkamak, biriken bahşişlerden üretim sürecindeki yeri oranında pay almak vb. gerekiyordu. Özgürlük her zaman olduğu gibi üretim sürecinin dışındaydı.

Lokanta emekçileri bu kitapta, kendimize itiraf etmek istemediğimiz o gerçeği yüzümüze çarpıyor: Bu işte ancak zorunluluktan dolayı çalışırız. Bunu yaparken yaşamımızdan feragat ederiz, çünkü ancak işte değilken yaşıyor gibiyizdir. Bunlar, piyasa cennetinde insanları ücretli çalışmaya ikna eden “zor”u da ele verir: Açlık tehlikesidir bu. Onun için emekçiler çalıştıkları restoranlara kin duyar. Bunun nedeni politik fikirleri değildir, o cehennemde çalışıyor olmalarıdır.

Peki ya sendikalar? Emekçinin acılarını azaltmanın bir yolu bulunabilir mi? Sert bir cevabı var kitabın: İşçi sınıfının temsilcisi, işçi sınıfının düşmanına dönüşür! Öyleyse?

Restoransız bir dünya mümkündür evet. Ama ona ulaşmanın birçok yolu bulunabilir. Bir yandan günlük sınıf mücadelesinin zorlamaları vardır. (Ustabaşını pencereden atabilirsiniz!) Ama öbür yandan çalışan sınıfın tarihsel hedefleri vardır.  Ama evet, restoranlar stratejik yerler sayılmaz. Kapitalist ekonomide değer yaratmanın merkezleri değillerdir. Ama yine de hepimizin dâhil olduğu uluslararası bir savaşın muharebe meydanlarından biridir.

Politika karşıtlığı üzerine oturan bir “çalışmama” önerisi var emekçilerin. Nedeni Sovyetlerde “çalışma”nın kötü amaçlarla kullanılmış olması.

Ama her halükarda sorun “çalışma veya çalışmama”da değil, “çalışma” biçiminde. “Ücretli çalışma”nın kaldırılması nihai özgürleşmenin biricik yolu öyleyse. Buna her ne şekilde ulaşılırsa ulaşılsın.

“Boşbeleş Çalışma”, hem Marksist analizin sahadaki biçimleri hem de kapitalist çalışma üzerine yeniden düşünmek için harika bir fırsat!

 

 


Herkes bilsin