Menu
12 Şubat 2018

Loving Vincent

Sevinç Erbulak


Sevgili Akademi'liler,

Buradan, bu köşeden size yazmak benim için sadece bir şeyler tavsiye etmek değil, her hafta bu yazılarım sebebiyle kendimi de tazeliyorum. İzliyorum, okuyorum, sevdiklerimden seçkiler yapıyorum hayalimde...Bazen yazmayı düşündüğüm şeylerin sırası karışıyor. O sırada bir şey giriyor araya ve yazılarımın konusu pıt diye değişiyor, ne güzel...

Geçen hafta, Seyyar Sahne'nin, ''Sevgili arsız ölüm- Dirmit'' adlı oyununu izledim. haftanın yazısı hemen belli oldu. fakat gel gör ki üzerinde biraz daha çalışmak ve okumak istiyorum hem romanın hem oyunun. Yönetmeninden rica ettim, bana oyunun yaratım süreciyle ilgili bir dosya yolladı; henüz okuyamadım. Dolayısıyla yazı bir sonraki haftaya kaldı.

Ama siz ben yazmadan nerede oynuyorsa bulun ve izleyin oyunu. Tanışın Dirmit ile, tanışın Nezaket ile; benim yazıyı sonra okuyun...

Bu hafta size izlediğim bir filmi yazacaktım ama filmden sonra annemin başucuma bıraktığı bir kitapla fikrim değişti. Biz bu hafta annem ben ve kızım ''Loving Vincent'' a gittik. 28 yaşında eline boya kalemlerini ilk defa alan Vincent, hayatı boyunca sadece bir tablosunu satabilmiş. Bu kadar erken yıldızlara gitmeseymiş hepsini satacakken, yıldızlar onu o kadar çok sevmişler ki yanlarına almışlar sanırım...

100'den fazla ressamın çizdiği tabloların hareketlendirilmesinden oluşan film tam anlamıyla bir şölen. Hele o sonunda Vincent Van Gogh'un ağzından çıkan bir kaç cümlenin olduğu bir arka jenerik var ki gözyaşları kuruyor insanın. Van Gogh, resimlerine, ondan sonra bakanların, onun hayatı ne kadar derinden hissetmiş olduğunu görmelerini dilemiş. Umarım bunun gerçek olduğu görülebiliyordur yıldızlardan bakınca...

Eserlerinin pek çoğu Amsterdam'da adı verilen müzede sizleri bekliyor. Biz Kavin'le şimdiden gideceğimiz ilk  seyahat rotasını belirledik bile. Belki sizin de yolunuz düşer kim bilir ?

Van Gogh hayatı boyunca resim yapmış ve ağabeyi Theo'ya mektuplar yazmış. Uzun yürüyüşler, özellikle kapalı ve soğuk havada yapılan uzun yürüyüşler ve sabah 8'den akşam 5'e kadar boyalar... 28 yaşında başladığı resimleri 36 yaşına kadar her gün durmaksızın çizmiş ve ağabeyine yollamış. Malzemelerinin ve yaşayabilmesi için gerekli olan paranın tamamını hep ağabeyinden almış. Arada bir ayakkabıları giyilemeyecek kadar eskidiğinde boya için yollanan paradan kendine bir çift yeni ayakkabı ve mevsime göre palto veya hırka almadığı zamanlarda sadece boyalar ve bezler almış. Sadece...

Filmde, Vincent'ın ölümünden sonra onun postacısının oğlu bir mektubunu birine ulaştırmak için yollara düşüyor, biz hep geriye dönüşlerle izliyoruz hayatını...O kadar gerçek ve aynı zamanda o kadar romantik ki, nasıl başladı ne zaman bitti hiç anlamadığımız ''Loving Vincent'' hala bir yerlerde gösteriliyorsa lütfen sinemada izlemeye çalışın olur mu ?

Ölümünden sonra basılan ''Theo'ya mektuplar'' kitabının oldukça eski bir baskısını okuyorum, bu gece bitecek gibi. Ama sabırsızlıktan size yazacağım ben. Kitabın yeni ve çok güzel bir baskısını YKY'larında görünce hazine bulmuş gibi oldum, yani kolaylıkla ulaşabileceksiniz. Edinin, kütüphanenizin çok değerli bir parçası olacak emin olabilirsiniz...

Size bu kitaptan çok sevdiğim bir mektubu alıntılayacağım şimdi, fakat çaktırmadan başka mektupların içindeki çok sevdiğim yerleri de yazacağım...

Eğer siz de yaşamın sadece bir ekme dönemi olduğunu düşünenlerdenseniz, Vincent'ın satırları kalbinizden geçip içinize yerleşecek. Tıpkı tabloları gibi...

 

''Üstelik kişi, her geçen gün daha iyi kavrıyor ki, yaşam yalnızca bir ekme dönemidir, hasat mevsimi yoktur burada''........

 

                                                                                                                                                                                                          Lahey, mart ortası, 1883

Sevgili Theo,

9 mart tarihli mektubun ve içindeki için teşekkürler. Hastan iyileşiyor mu ? Yeni haber olmadığı sürece haberler iyidir umarım. Geçen hafta Paris de burası kadar soğuktuysa, ona iyi gelmemiştir herhalde. Sanat konusunda, sanat olaylarının çeşitliliği üstüne daha fazla konuşmamızı kimi kez dilediğini söylüyorsun ya, ben bu özlemi sürekli olarak duyuyorum. Hele bazen...deliler gibi....Şu ya da bu konuda, kimi yaptığım etüdler üstünde, vs..., senin görüşlerini almak gereksinmesini öyle sık duyuyorum ki...Örneğin, şu işe yarar mı, ya da bunu yapsam iyi olur mu, ya da diğerinin üstünde daha derinden durmak gerekir mi ?

Senin benden daha iyi bildiğin konularda yeni bilgiler almak istiyorum sık sık....Ressamlar ne tür işler üretiyorlar gibi, daha çok şey öğrenmek istiyorum. Yazıyla bir dereceye dek anlatabilir insan bunları, ama yazmak vakit alıyor; değil mi ? Her zaman vakit ayıramayabilir insan. Şu sırada etüdlerimin de epeyce çoğalması yüzünden, seninle baş başa konuşabilmek için neler vermezdim. Ayrıca stüdyonun da ne kadar düzeldiğini görmeni isterdim.

Neyse, Hollanda'ya geleceğin tarihin çok çok uzakta olmayacağını umalım. Senin sürekli ve sadık yardımlarına olan büyük borcumu her an, çok derinden, çok yoğunlukla duyduğuma emin olmanı isterim sevgili kardeşim.

Bu konudaki tüm düşüncelerimi ifade edebilmek çok güç. Desenlerimin hala tam istediğim gibi olmamaları sürekli bir üzüntü kaynağı benim için. Gerçekten de pek çok sayıda ve pek büyük zorluklarla karşı karşıyayım, hepsinin; hemen üstesinden gelme olanağım da yok. Maden işçilerinin çalışmaları gibi bir şey ilerlemek...Her zaman istediğiniz kadar, başkalarının beklediği kadar hızlı olmuyor ama böylesi bir görevi yüklendin mi en temel gereksinmelerin sabır ve sadakat.

Aslında zorluklar üstünde fazla düşünmüyorum, çünkü bunlar üstünde gereğinden fazla durdun mu sersemliyorsun ya da iyice bozuluyorsun.

Bir sürü ince ipliği birbirine geçirmek, iç içe dokumak zorunda olan bir dokumacının, yaptığı iş konusunda felsefe kurmaya vakti yoktur, tam tersine işine öylesine derinden dalmıştır ki hiç düşünmeden hareket eder; nasıl sürdürmesi gerektiğini açıklayamaz belki ama hisseder. İkimiz bir araya geldiğimizde karşılıklı konuşmakla kesin planlar yapamayacak olsak bile, içimizde bir şeylerin olgunlaşmakta olduğu duygusunu karşılıklı pekiştirir, güçlendiririz belki. İstediğim bu işte.

Şimdi de karşılaştığım bir sürprizi anlatacağım sana. Babamdan gayet nazik ve neşeli bir mektup aldım. Ya da bana öyle geldi. İçine de yirmi beş gulden koymuş. Yazdığına göre almaktan umut kestiği bir miktar para varmış, onu almış ve benimle paylaşmak istemiş. Ne kadar iyi bir davranış değil mi ? Ama beni epeyce utandırdı. Sonra aklıma bir şey geldi. Babam birilerinden benim çok sıkışık durumda olduğumu duymuş olmasın ? Umarım parayı bu yüzden göndermemiştir çünkü içinde bulunduğum durum hakkındaki fikirleri yanlıştır büyük olasılıkla. Ve babama bir sürü yersiz, gereksiz kaygı yükleyebilir. Kendisine açıklamaya kalksam ne demek istediğimi pek anlayamaz sanıyorum, ama sen çok daha iyi anlarsın.

Bana sorarsan çoğu kez krallar kadar zenginim. Parasal olarak değil elbet ama her gün aynı olmasa da, çalışmalarımda kendimi tüm ruhum ve yüreğimle adayacağım bir şeyler bulduğum için, bu yaşamıma anlam kazandırdığı, esin kaynağı olduğu için zenginim.

Ruh halim ara sıra değişiyor elbette. Ama bir ortalama alınacak olsa, sakin dönemler ağır basıyor. Sanata kesin bir inancım var. Kişiyi bir limana ulaştıracak güçlü bir akıntı olduğuna, tabii insan kendisi de katkıda bulunacak elinden geldiğince, kesinlikle güveniyorum. Ve ne olursa olsun yaşamını yönlendirecek işi bulmuş birinin, Tanrı'nın büyük armağanına kavuştuğunu öylesine iyi biliyorum ki; kendimi bahtsızlar arasında saymam olasız. Yani demek istediğim, belirli; görece büyük zorluklar içinde olabilirim. yaşamımda kasvetli günler olabilir; ama bahtsızlar arasında adımın geçmesini istemem, doğru da olmaz bu.

Mektubunda yazdığın bir şey var ki, ben de kimi kez duyumsuyorum. ''Bazen yaşamın içinden nasıl çıkacağımı bilemiyorum'' diyorsun.

Bak şimdi, aynı şeyi bir çok değişik alanda duyuyorum ben de. Yalnızca parasal açıdan değil, sanatımın kendisinde; hatta yaşamın genelinde.......Ama bunu olağandışı bir şey mi sanıyorsun ? Az buçuk yürekli, az çok enerjik her insanın böylesi anları olmadığını mı sanıyorsun ?

Hepimizin melankoliye düştüğü, aşırı sıkıntılı, kaygılı anları var bence; ama daha az ama daha çok. Bilinçle yaşayan her insanın hayatının bir parçası bunlar. Kimilerinde kişilik bilinci yok anlaşılan. Ancak bu bilince sahip olanlar, kimi kez sıkıntılı; üzüntülü olabilirse de mutsuz değiller. Başlarına gelense hiç olağandışı değil.

Bazen bir rahatlama geliyor, bazen insanın içinden bir enerji doğuyor, ve bundan dolayı yüceliyor kişi; ama günün birinde, en sonunda, belki de yücelemeyeceği gün gelecek. Gene de olağandışı değil bunlar, yineliyorum; insanoğlunun ortak yazgısı bu.

İşte böyle Theo, aklın; yalnızca raison anlamında değil la conscience (bilinç, vicdan) anlamında aklın demek istiyorum, herkes tarafından saygı göreceği çağa henüz gelmedik. Böylesi bir çağın gelmesi için katkıda bulunmak ise hepimizin görevi. Bence vicdan, aklın en yüksek aşamasıdır; akıl içinde akıldır.

Evet kimi kez zor oluyor, kimi zaman koşullar, zorlukları aşılmaz dalgalar haline getirdiğinde, insan neredeyse kendisi olmaktan acı duyuyor, keşke daha az vicdanlı olsaydım diyebiliyor.

Aynı iç çatışmayı hiç durmadan, her an yaşayan, çoğu kez beyni ölesiye yorulan, bir çok kez doğru ile yanlışı ayırt etme konusunda bir türlü karara varamayan bir adam olduğumdan hiç kuşkun olmasın, kardeşim.

Resim üstünde çalışırken sanata karşı ve başaracağıma değgin sınırsız bir inanç var içimde. Ama gövdesel yorgunluğa düştüğüm günler ya da parasal engellerle karşılaştığımda bu inancın azaldığını hissediyorum. Hemen yeniden işe koyulmakla bu duyguların üstesinden gelmeye çalışıyorum. Kadın ve çocuklarla olan ilişkilerimde de aynı şey söz konusu. Onlarla bir aradayken ufak bir yavru, sevinçli sesler çıkararak bana doğru emeklediğinde her şeyin iyiye gittiğine değğin hiçbir kuşku olmuyor içimde.

Fakat iyi olanı kötüye dönüştüren, kötünün ise iyi sonuca varmasını sağlayan bir tür yazgının varlığını duyuyor insan kimi kez.......Buna ne demeli peki ?

Bu gibi düşüncelere, duygulara kapılmanın, kısmen sinirlerin aşırı yorulmasının, gerilmesinin sonucu olduğunu ileri sürebiliriz. Bunlara kapıldığımızda gerçeklerin sandığımız kadar kötü olduğuna inanmak zorunda olmadığımızı yinelemeliyiz......İnsan bunu yapmazsa aklını kaçırabilir çünkü. Öyleyse bu gibi durumlarda yapılacak şey, gövdesel gücünü toparlayıp hemen, insan gibi; çalışmaya koyulmak.....Melankolinin ölümcül olduğunu hiç akıldan çıkarmamak. Uzun vadede enerjinin çoğaldığını hissedecektir kişi, her türlü derde ve sıkıntıya katlanacak kadar.....Esrarlar olduğu gibi kalkacak, acılar, melankoli olduğu gibi kalacak, ama bu bitimsiz olumsuzluğu eninde sonunda dengeleyecek olan, onsan çıkardığımız olumlu çalışmalar, yapıtlar olacak.

Yaşam cici çocuk masallarındaki ya da orta halli papazların bildik vaazlarındaki kadar basit ve karmaşıklıktan uzak olsaydı, başarıya ulaşmak pek kolay olurdu. Oysa gerçeklik bambaşka, her şey sonsuz derecede karmaşık ve doğada siyah ile beyaz nasıl kesinlikle birbirinden ayrı değilse, yaşamda da doğru ile yanlış kolayca seçilebilecek gibi uzak değil birbirinden... Kapkara siyahın içine düşmemeli insan, bilinçli kötülük demek çünkü bu. Aklın yolunu, özellikle de vicdanın yolunu cesaretle izlemeye çalışan, dürüst olmak için elinden geleni yapan kişi, sanırım hiçbir zaman yolunu toptan şaşıramaz. Bir sürü yanılgıya düşecek, engellerle karşılaşacak, kusursuzluğa erişemeyecek olsa da...

Gücümün, sağlımın her bakımdan kusursuz olabileceği bir yere varmak isterdim. Ki bu da çok zor olmasa gere, hele insan açık havada bol vakit geçiriyorsa ve de sevdiği bir işi yapıyorsa....

Çalışmalarımı birlikte gözden geçirdiğimiz takdirde, gelecek için yeni bir plan bulup geliştirebileceğimize inanıyorum hep. Ne olabileceğiniz bilmiyorum henüz ama bir yerlerde, benim herhangi başka biri kadar iyi yapabileceğim bir iş olmalı. Londra bu kadar uzak olmasaydı orası denerdim bir.

İnan ki, satılabilecek bir resim yapabilsem dünyalar benim olacak. O zaman, senden gelen paralar konusunda ki biliyorum o paraya benim kadar senin de gereksinmen var, içim rahat edecek. Bir kez daha çok teşekkürler. Hoşça kal ve inan bana.

Senin;

Vincent.

 

Yazacak başka bir şey yok. Dünyalar senin oldu Vincent, hem de defalarca...

Haftaya kavuşmak üzere Akademi'liler...

Sevinç.

 

 

 

 

 


Herkes bilsin