Arsız, Müstehcen ve Bütünüyle Gerçek!!
Sevinç Erbulak
Sevgili Akademi’liler,
Yeni sezonun üçüncü yazısını yazmakta biraz acele ettiğim için size söz verdiğim “100 Objede Dünya Tarihi” kitabından alıntı yapamayacağım zira kitap hala canımın içi asistanım, benim dersimi çocuklara, benden daha iyi aktaran Fırat’ta. Demek ki objelerle olan yolculuğumuza haftaya başlıyoruz. Biraz daha sabredeceğiz birlikte...
Bugün, bu pazartesi size; daha önce neden sevdiğimi bilmeden sevdiğim, yıllar geçip hakkındaki kaynaklar çoğaldıkça ve ben de biraz daha yaş aldıkça onu sevmemenin mümkün olmadığını anladığım birinden söz etmek istiyorum. O ki, “onun hayatındaki tuhaflıklar kurmaca yazını bile gölgede bırakır”. 17. Yüzyıl sanatının seyrini değiştiren bu adam 39 yaşında öldüğünde, hakkında 17 polis raporu vardı. Bir cinayet işlemişti, şövalye unvanı almıştı ve dünyanın en korunaklı hapishanelerinin birinden kaçmayı başarmıştı.
Hiçliğin ortasından geldiği gibi, hiçliğe doğru gitti. Hiçbir bağlılığı yoktu, kendi kuralları dışında hiçbir şeye itaat etmiyordu. Onu görenlerin anlattıklarına göre her daim simsiyah giyinen bu adam giysileri paramparça olana kadar onları asla değiştirmezdi.
Kimden bahsettiğimi anlayan oldu mu acaba çok merak ediyorum. Michelangelo Merici, bilinen adıyla canım Caravaggio’m benim, adını, babasının işvereni olan Caravaggio Markisi Francesco Sforza’nın yaşadığı bölgeden alıyor. 1576 yazında Milano’daki veba salgınından ötürü Caravaggio ve ailesi bu ortaçağ şehrine taşınmak zorunda kalıyor. Bu durgun kasabada yaşamak Caravaggio’mun gitme arzusunu giderek körüklüyor ve 1584 yılında, henüz sadece 13 yaşında olan canım Caravaggio Milano’daki bir ressamın çırağı olmak üzere bir sözleşme imzalıyor.
Ressamın hiç erken dönem eseri bulunmadığından bu çıraklık meselesini pek de ciddiye almadığını anlıyoruz. Hakkında, birini rakibi sayılan Baglione’nin kaleme aldığı iki biyografisi bulunan ressamın bu çıraklık döneminde çalışmak yerine neler yaptığı hala bilinmemekte....
Annesinin 1590 yolundaki ölümü, mirasın kendine ait olan kısmını alan Caravaggio’nun bir cinayete karışması ve nihayetinde Roma’ya kaçması, oradaki yoğun rekabet yılları, konumundaki belirsizlikler, Roma’daki hayatın Milano’dakinden çok daha zor olduğunu hissettiriyor...
Ve onun o rekabetçi ruhu, kalıplara sığmayan merakı ya da sadece canının sıkılması ( ki bence bu en kuvvetli olasılık ) farklı şeyler denemesini sağladı.
Kendini Bakkhos olarak tasvir ettiği sıra dışı otoportresi, bu esmer ve kalın dudaklı Kuzeyli, görenleri kendine aşık etmeyi başardı.
Baglione bile ( biyografisini yazan rakibi ) bu durumdan duyduğu hazzı gizleyemedi.
'Hasta Bakkhos', Caravaggio, yaklaşık 1593, Borghese Galerisi/Roma
Bu tablonun yapımının hemen ardından atölyelerini kullandığı Cesari kardeşlerden ayrılan Caravaggio bir atölyenin veya bir ustanın koruyucu kanatları altında olmadan da Roma’nın sanat piyasasına adım atabilme cesaretini buldu.
Sokak kavgalarından ve macera arayışlarından vazgeçemeyen ressam, kilisenin belirlediği kısıtlamalara ve sokağa çıkma yasaklarına rağmen, “bravi” diye bilinen, iyi giyimli ve sert mizaçlı delikanlılardan oluşan bir çeteyle birlikte geceleri sokaklarda dolaşmaktan vazgeçmedi. Grubun mottosundaki gibi, ne umut etti ne korktu.
Illustrasyon, Iker Spazio (*)
Bu mottoyu hayatı boyunca sürdürdüğüne inanıyorum. Bu kendi kalıbına bile sığmayan mecnunun, bu yetenekli bravi’nin, bu müthiş ressamın...
Roma’nın barlarında ve genelevlerinde belli bir çekicilik hatta güzellik gören Caravaggio’m, çingeneleri, kumarbazları, tavernaları resmetti. 1620’lerde dönemin ruhunu kalbinden yakalamayı başarmış ressamın, özellikle taverna sahnelerini resmederek büyük ün ve servet edinen başka ressamlar da oldu.
Dostu olduğu kadar düşmanı olan, olağanüstü yeteneği aynı şiddette sevgi ve nefret uyandıran Caravaggio’m, kişiliğinin gücü sayesinde, sınıf ve cinsiyetle biçimlenen toplumsal sınırları aşabildi. Farklı farklı meslekleri, cinsiyetleri, geçmişleri ve yönelimleri olan bir sürü insan tarafından hem sevildi hem nefret edildi.
Resimlerinin üçte birinden fazlası şiddet içeren olayları tasvir ediyordu. Onun şiddet ve tutku görsellerini diğer ressamlarınkinden ayıran şey, oldukça bilinçli bir şekilde detayları belirginleştirmesi ve dikkatli seçimlerle ışık ile hareketin üzerine fazlaca düşmesiydi.
Dünyanın neresinde olduğunu hatırlamadığım bir müzede annemle geziyorduk. Caravaggio’mun adını bilmediğim yaşlarındaydım ömrümün:), beni her defasında kendine doğru çeken bütün eserler ona aitti. Işığın ve gölgenin Rönesans’taki önemi veya onun çoşkun naturalizm tutkusuyla da ilgili zerrece fikrim yoktu. Sadece bir şeyin beni hep onun tablolarına doğru çektiğini hatırlıyorum.
Onun fikir ayrılıklarına yol açan, tartışmalı eserlerine. Aykırılığına...
Neyse, kaynağımızdan devam edelim biz...Yazımın sonunda size bu bilgileri aldığım kitabı şahsen tanıtacağım merak etmeyin.
Döneminin sertliği ve devam eden şiddeti, düşünce odaklı eseri Narcissus’ta ( Narkisos )bulunmaz. Kariyeri boyunca kendini tablolarında sekiz kere görebildiğimiz Caravaggio’m, Narcissus’ta benliğin tehlikelerini temsil etmenin yanı sıra gerçekle bağı kaybetmenin sonuçlarına da işaret eder.
Ressam aynı zamanda sanatında cinsellik kılıcını savuran biri olarak da betimlenir. Bu durum en çok “Aşk her şeyi fetheder” tablosu için geçerlidir. İsmin şahaneliğine bak:) Tabloda genç bir oğlan vardır, dağınık bir yataktan çıkmıştır, tam arkasında duran yığındaki kültür, bilgi ve ihtiras sembollerinden bihaberdir. Oğlan, arsız, müstehcen ve bütünüyle gerçektir. Caravaggio’m gibi.....
Amor Vincit Omnia (Aşk Herşeyi Fetheder), Caravaggio, yaklaşık 1602, Berlin Devlet müzesi
Arkadaşlarıyla birlikte rakibi Baglione’ye yaptıkları son derece aptalca bir hareket yüzünden yeni hakaret yasası uyarınca çok ciddi suçlamalarla karşı karşıya kalınca şehri terk eden Caravaggio’m, birkaç yıl sonra Roma’ya enerjik ve kavgaya hazır bir halde döndü. Kaçmak ve sonra kaçtığı yere geri dönmek hayatının mottosu oldu belki de...
Hayatı boyunca bu kavgacı mizacı onu hiç terk etmedi sanırım. Eserlerinde kendiyle içten içe yaptığı bu dövüşü her daim, dünyanın farklı müzelerinin duvarlarında gördüm ve her defasında kalbimin atışı değişti...Ayaklarım beni hep onun tablolarına doğru yürüttü.
Ressamımız, 1605 yazında kendini yine mahkemede buldu, eski ev sahibesine taş atmaktan ve Lena adındaki bir kadın nedeniyle yaşanan bir kavgada bir notere ağır fiziksel zarar vermekten...
Yakın bir zaman sonra bir alacakaranlık düellosunda yaralanan Caravaggio’nun rakibinin kasıklarına indirdiği darbe intikam yolunda iyi bir hamle olacaktı (hadım), eğer ki darbe adamın uyluk atardamarına isabet etmeseydi ! Adam dakikalar içinde hayatını kaybetti. Dedikodular dalga dalga şehre yayıldı. Caravaggio yine ve yeniden suçluydu !
Sadece birkaç resim gereci ve muhtemelen onu hayatında hiç yargılamayacak olan tek canlı olan köpeğiyle birlikte şehri terk etti. Yine bir gidiş...Henüz satamadığı muhteşem tablosu “Bakire’nin Ölümü” nü bile geride bırakarak kaçtı.
Bu umutsuz tablo onu ısmarlayan kilise tarafından reddedildi, diğerleriyse, Bakire Meryem’i kenar mahallelerden pis bir fahişe gibi betimlediği için tabloyu yerden yere vurdular.
'Bakirenin Ölümü', Caravaggio, yaklaşık 1605-6, Louvre Müzesi, Paris
Yeniden Napoli’ye yerleşen ressamımız, katil ve halkın meşhur ve gizemli gözdesi, deliler gibi çalışıyordu. Bir sonraki iş “İsa’nın kırbaçlanması” hem şok edici hem de çok gerçekçiydi. Napoli resim dünyasının seyrini bir gecede değiştirdi. Caravaggio’m şehirdeki başarısına rağmen Malta’ya gitmeye karar verdi. Orada çıkan bir kavgada üst düzey bir şövalye ciddi şekilde yaralanınca kavgayı başlatanlar, Caravvaggio da dahil hapise atıldılar. Caravaggio’m imkansız görüneni bir daha başardı ve hem hapishaneden hem de Malta’dan kaçtı.
Son günlerine ait farklı rivayetler var. Daha ölmeden hayatı bir anlatıya dönüşen Caravaggio’m kendi başına bir sanat eseri sanki...
Son otoportresinde ressamın karanlık ve sakallı yüzü, kafası kesilmiş Golyat olarak tasvir edilmiştir. İnsani deneyimlerinin tümünü bu tabloya boca etmiş gibidir.
Bu eserde ölümün ve acının korku uyandıran farkındalığı vardır.
Ressamın etkisi, bir sonraki neslin önemli ressamlarının eserlerinde kendisini göstermiştir.
Yazıda aldı geçen tabloların bulup seyretmenizi çok isterim sevgili okurlar. Tabii bunları şu an bizi bekledikleri müzelerde ziyaret edebilmek en büyük dileğim. Şölen gibi olur herhalde hikayesini okuduğumuz tablolarla tanışmak. Birdenbire, pat diye...
'Golyat'ın Kafasını Tutan Davud', Caravaggio, yaklaşık 1606-7, Fotoğraf: Getty Images
Size başından beri alıntı yaptığım “İşte Caravaggio” Hep Kitap yayınlarından basıldı, şu ana kadar kaç tane olduklarını sayamadığım, çok ciddi bir ressamlar serisi var Hep Kitap’ın. İnsan hepsine aşık oluyor öyle diyeyim ben size..
Hepsi “işte” kelimesiyle başlıyor ve bizi bir ressamla kuşatıyor. Evet, kuşatıyor çünkü hem okumada hem eserleri müzedeymişçesine gezdirmede o kadar başarılı bir seri ki, hayran olmamak mümkün değil.
Kendinize her hafta bir “işte.....” serisi hediye edin bence. Ya da her hafta birilerine bu hafta benim doğum günüm deyin:)
Gelelim yine Caravaggio’ma, yasakların istek doğurduğu, karanlığı uzun süren bir yüzyılda, kısacık ömrüne hakkında sayfalarca yazılacak kadar tutku sığdıran bu öfkesi ellerinde ve gözlerinde olan adama...
Artık onu neden bu kadar çok sevdiğimi biliyorum. İçindeki isyanı ve anlaşılmamanın vermiş olduğu tatminsizliği görüyorum ve istiyorum ki sevdiğim herkes benim gibi hayran olsun ona, imzasını attığı tek tabloyu keşfetsin, işte burada imzası, ben de buldum desin! İmzasını neyle attığını görünce saatlerce bunun nedenini düşünsün.
Uzun bir sahil boyunda, bir geminin peşi sıra kilometrelerce koştuğu söylenen Caravaggio’mu tanıyın istedim. Bu haftanızı ona ayırın, onun tutkulu, gerçek, acı ve öfke dolu eserlerine...
İşte böyle sevgili Akademi’liler...
Haftaya bir oyunla görüşmek üzere...
İçimizdeki tiyatroya gitmek isteyen sesi duymaya devam ediyoruz değil mi ?
Elbette.....
Sendromsuz kalın, ya da sendromu atlatın...
Sevinç.
(*) İşte Caravaggio kitabından alıntıdır, kitabın illustrasyonları İker Spozio tarafından yapılmıştır