Menu
23 Mayıs 2017

Zorunlu din dersine karşı neden ve nasıl mücadele edilmeli?

Serdar Nâzım Yüce

Geçtiğimiz günlerde açtığımız “Eğitim” dosyasında zorunlu din derslerinin Cumhuriyet tarihindeki yerini, din eğitiminin ilkokul sıralarına kadar nasıl girdiğini anlatmıştık. Dizinin bu yazısında ise Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi’nin temsilcileriyle “Zorunlu din derslerine karşı neden mücadele edilmeli” ve “Din eğitimin zorunlu hale getirilmesine karşı hukuki olarak nasıl mücadele edilir” başlıklarında görüştük.

 

Yakıcı gündem olarak Türkiye’nin köklü liselerinin karşısına dikilen “Proje okul” uygulamasını işleyerek başlattığımız “Gericiliğin ve Piyasacılığın Kıskacında Eğitim” isimli dosya zorunlu din dersleri konusuyla devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde zorunlu din derslerinin ve genel olarak da dini eğitimin tarihçesini, bugün nasıl ilkokullara kadar girdiğini ve hatta yine bugün nasıl 2 yaşındaki bebeklere bile dini eğitim verilmesi gerektiğinin dillendirildiğini yazmıştık. Dizinin bu yazısında ise zorunlu din derslerine karşı neden ve nasıl mücadele edilebileceğini konunun ilgililerine sorduk. Zorunlu din derslerine karşı aktif mücadele veren Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi’nden yazar Orhan Gökdemir ve emekli yargıç Vedat Eslek, Aykırı Akademi’ye konuştu.

 

‘DİN KOMÜNİZMİ ENGELLEMENİN BİRİCİK YOLU OLARAK GÖRÜLDÜ’

Önce söz alan Aydınlanma Hareketi ilk çağrıcılarından yazar Orhan Gökdemir, zorunlu din dersinin oturduğu siyasi zemini, Türkiye’nin özellikle 80 darbesinden sonra neden zorunlu din eğitimine ihtiyaç duyduğunu anlattı. Gökdemir değerlendirmesine, “Zorunlu din dersi 12 Eylül'ün icadı. Diktatör Kenan Evren'in meydanlarda Kuran'dan alıntı yaparak icra ettiği konuşmaların ardından geldi bu zorunlu dersler. Dinin kamu yaşamına sokulma niyetinin bir dışavurumuydu bu konuşmalar” diyerek başladı. Bunun nedeninin çok uzun zamandır dinin komünizmi engellemenin biricik yolu olarak görülmesi olduğunu söyleyen Gökdemir, “ABD için ‘yeşil kuşak’ adı altında bir doktrin haline getirilmişti. Sovyetler Birliği'ni bir din duvarı ile çevreleme, dini bir dalgakıran olarak kullanma planıydı. İçeride ise bu ‘Türk İslam Sentezi’ idi. Aydınlar Ocağı eliyle geliştirilen bu sentez, Türkçülüğün din ile tahkim edilmesi ve bu tahkim edilmiş Türkçülüğün devlet ideolojine dönüştürülmesini hedefliyordu” ifadelerini kullandı.

‘MİLLİYETÇİ BATICILIK’ OUT, ‘MİLLİYETÇİ DİNCİLİK’ İN

Bu açıdan dinin 12 Eylül öncesinde de “etkin bir politik enstrüman” haline geldiğini vurgulayan Orhan Gökdemir, “12 Eylül Cuntası aldı, bunları anayasa ve yasalar aracılığıyla kamu yaşamının içine soktu. Böylece Kemalist ‘milliyetçi Batıcılık’tan vazgeçildi ve milliyetçi dincilikte karar kılındı. Zorunlu din dersi, bu milliyetçi dinciliğin altyapısını oluşturma girişimiydi. Ama nihayetinde bu dersler ve sayıları hızla çoğalan imam hatipler siyasal İslamcı partilerin hızlı büyümesiyle sonuçlandı. Devletin altyapısı olacak diye yürürlüğe konulan dinselleşmeler İslamcı partilerin altyapısı oldu” dedi.

 

‘TOPLUM DİNSELLEŞTİRİLDİ VE İÇİNDEN AKP ÇIKTI’

Zorunlu din dersinin cunta eliyle yürürlüğe konulan daha büyük bir fotoğrafın parçası olduğunun altını çizen Gökdemir, “Bu fotoğraf toplumun dinselleştirilmesidir” dedi ve şöyle devam etti:

“Toplum dinselleştirildi ve içinden AKP çıktı. AKP ise cuntanın milliyetçi dinciliğini dinci milliyetçiliğe dönüştürerek tamamına erdirdi. Şimdi karşı karşıya olduğumuz şey sadece din dersinin zorunlu kılınması değil, eğitimin tamamının dinselleştirilmesidir. Bu toplumun dinselleştirilmesinin doğal sonucudur.”

 

DİNCİ FAŞİZM: FAŞİZMLERİN EN KORKUNCU

Bütün bu girişimlerin hem toplumu hem de ülkeyi büyük bir yıkıma doğru sürüklediğini söyleyen Gökdemir, “Çünkü din ile bir milliyetçiliğin tahkim edilmesi mümkün değildir. Din, yan yana durduğu bütün öteki kimlikleri yok eder, yeniden tanımlar, dinin içinde eritir. Eritemediğini zorla yok etmeye çalışır. Dinci faşizmdir bu. Faşizmlerin en kötüsü, en korkuncudur...”

 

‘DİN EĞİTİMİ KONUSU LAİKLİK BAŞLIĞINDAKİ EN ÖNEMLİ TARTIŞMA’

Yazar Orhan Gökdemir’in ardından emekli yargıç Vedat Eslek’le konuştuk. Açılan “muafiyet” davalarını ve AİHM’in Türkiye’deki zorunlu din dersi tartışmalarına karşı takındığı tavrı aktaran Vedat Eslek, son olarak Aydınlanma Hareketi’nin başlattığı zorunlu din dersine karşı dava açma kampanyasının nasıl yürüdüğüyle ilgili bilgi verdi; yurttaşları “çocuklarının geleceğini kurtarmak” için zorunlu din dersiyle mücadele etmeye çağırdı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 16 Eylül 2014 tarihli zorunlu din dersinin mevcut içerikle uygulanamayacağına dair hükmüyle birlikte Türkiye'de din dersi tartışmalarının tekrar gündemin üst sıralarına taşındığını vurgulayarak söze başlayan emekli yargıç Vedat Eslek, “Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun 1924 yılında yürürlüğe girmesinden bu yana, din eğitimi ve öğretimi Türkiye'de laiklik tartışmaları ekseninde ele alınan en önemli tartışma konularından birini oluşturmayı sürdürüyor. Bugün gelinen aşamada, din derslerinin içeriği ve zorunluluğu konusunda toplumun farklı kesimleri arasındaki süregelen görüş ayrılıkları, yerel mahkemeler ve AİHM nezdinde hukuki bir uyuşmazlığa dönüştü” diye konuştu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından itibaren din eğitiminin her zaman devletin gözetimi ve denetiminde sürdürüldüğünü kaydeden Eslek, “Bununla birlikte siyasi iktidarların laiklik anlayışındaki değişimler, din derslerinde yaşanan dönüşümleri doğrudan etkiledi. Bu doğrultuda dine mesafeli tek parti iktidarında 1920'li yılların sonundan 1950'li yıllara dek din dersleri müfredat programlarından tamamen çıkarılırken; 1950'lerden itibaren seçmeli din dersi uygulamasına geçildi ve son olarak 1982 Anayasası ile din dersi zorunlu hale getirildi” ifadelerini kullandı.

80 DARBESİYLE DİN EĞİTİMİ ANAYASAL GÜVENCEYE KAVUŞTU

Türkiye’deki din eğitimi ve öğretimine ilişkin temel düzenlemenin Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na dayandığını hatırlatan Vedat Eslek, bugüne kadarki süreci şöyle aktardı:

“Din eğitiminin örgün eğitim kurumlarında devletin gözetim ve denetimi altında verilmesi ilkesine dayanan ve 1924 yılında çıkarılan kanun ile medreseler kapatıldı. 1928 yılında laiklik ilkesinin Anayasa'ya konmasını takiben, örgün öğretim kurumlarında “din bilgisi” dersi 1948 yılına dek ders programlarından çıkarıldı ve din eğitimi ve öğretimi veren bütün eğitim kurumları kapatıldı. Bu tarihten itibaren din eğitimi ve öğretimi meselesi Türkiye'de önemli tartışma konularından birini oluşturdu ve din derslerine ilişkin tartışmalar günümüze kadar süregeldi. Din eğitimi ve öğretimine mesafeli yaklaşan tek parti iktidarı, 1948 yılından itibaren “din bilgisi” derslerine müfredatta tekrar yer verilmesinin ardından; 1950-1981 yılları arasında, örgün öğretim kurumlarında seçmeli din dersi ile ilgili değişik uygulamalar hayata geçirildi. 1974'ten itibaren din bilgisi derslerine ek olarak okullarda ahlak dersleri uygulamaya kondu. 1980 askeri darbesinin ardından da 1982 Anayasası ile ilk kez din öğretimi anayasal güvenceye kavuştu. Din eğitimi ve öğretiminin devletin kontrolünde gerçekleşmesi amacıyla anayasanın 24. maddesiyle din eğitimi ve öğretimi zorunlu hale getirilerek bugünlere gelindi. 1982 yılından bu yana örgün eğitim kurumlarında ilköğretim 4. sınıftan itibaren ortaöğretiminin son sınıfına kadar okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersi zorunlu dersler arasında yer alıyor.

2000 sonrası dönmede ise din eğitimi alanında yeni politikalar izlendi ve ciddi bir dönüşüm geçiren bu derse 2010 yılında yapılan değişiklik ile farklı inançların öğretimi eklendi. 2012 yılında 12 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına geçilmesi ile birlikte, 1982 yılından itibaren zorunlu olarak ilköğretim 4. sınıfından 12. sınıfına kadar okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi yanında din eğitimi ile ilgili Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in Hayatı isimli yeni seçimlik dersler öğretim programına dahil edildi.”

 

ZORUNLU DİN DERSİNDEN MUAFİYET LOZAN’LA BİRLİKTE TANINDI

Zorunlu din dersinden muafiyet olanağının Lozan Anlaşması'na göre, Türkiye'de yaşayan  azınlıklar ve diğer Müslüman olmayan öğrencilere tanındığını aktaran emekli yargıç, “Diğer bir anlatımla bu ders Türkiye'de sadece Müslüman öğrencilerin alması gereken zorunlu bir ders niteliği taşıyor. Bu nedenle ağırlıklı olarak Sünni inancın öğretilmesine odaklanan din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri Alevi inancına mensup öğrenciler için de zorunlu. 4. sınıftan itibaren 12. sınıfa kadar 12 yıllık temel eğitimin 9 yılında okutulan ve toplam 1086 sayfadan oluşan ders kitaplarında Alevilik- Bektaşilik inancına ayrılan yer 16 sayfa ile sınırlı” diye konuştu.

 

‘ZORUNLU DİN DERSİ EĞİTİM HAKKININ İHLALİDİR’

Zorunlu din dersinin bir insan hakkı meselesi olarak ele alındığında AİHM'in konuya ilişkin olarak aldığı kararların önemli bir referans oluşturduğuna dikkat çeken Eslek, “insan haklarına uygun olarak” zorunlu din dersinin nasıl olması gerektiğine dair tartışmalarda AİHM'nin aldığı iki karar bulunduğunu söyledi. “AİHM, 2007 yılında ‘Hasan ve Eylem Zengin-Türkiye’ davasında, zorunlu din dersinde Türkiye'de hâkim olan dinsel çeşitliliğin dikkate alınmadığını, Alevi inancına sahip topluluğun eğitim hakkının ihlal edildiğini ve ihlalin sebebinin Türkiye'de eğitim sisteminden kaynaklandığına hükmetti” diyen Vedat Eslek, “Bu karar doğrultusunda Türkiye ders kitaplarında bazı değişiklikler yaptı ve ‘seçimlik’ adı altında yeni din dersleri koydu” dedi. Bu değişikliklere rağmen konuyla ilgili tartışmalar ve hukuki uyuşmazlıkların devam ettiğini belirten Vedat Eslek, “AİHM zorunlu din dersi konusunda ‘Mansur Yalçın ve Diğerleri-Türkiye’ davasında da benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin eğitim hakkıyla ilgili maddesinin ihlal edildiğine ve mevcut içerikle zorunlu din dersinin uygulanamayacağına hükmetti” şeklinde konuştu.

 

AİHM KARARLARINDAKİ 6 VURGU

Vedat Eslek, AİHM’in anılan kararlarda altı şey söylediğini aktardı:

       (i) Devletler, okullarda hangi derslerin okutulacağı konusunda takdir yetkisine sahiptir-ler. Yani, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine yer vermek veya vermemek, tek başına sözleşmeyi ihlal etmez.

       (ii) Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında İslam’a, diğer din ve felsefelere göre da-ha çok ağırlık tanınmaktadır. İslam, Türkiye toplumunun çoğunluğunun dini olduğu için; bu da tek başına sözleşmeyi ihlal etmez.

      (iii) Hasan ve Eylem Zengin kararından önce; Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitapların-da İslam’ın tek bir anlayışına (Sünni anlayışına) yer verilmekte, diğer inançlara ve İslam’ın yorumlanması ve uygulanmasındaki farklı görüş açılarına esaslı bir şekilde yer verilmemekteydi. Bu, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini çoğulcu ve nesnel olmaktan uzaklaştırmaydı. Hasan ve Eylem Zengin kararından sonra ise; Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında Sünni anlayışı dışındaki din, inanç/inançsızlık, yorum ve uygulamalara daha çok yer verilmeye başlanmıştır. Ancak bunlara, Sünni-İslam bakış açısıyla yer verildiği için, çoğulculuk ve nesnellik sağlanamamıştır. Dersin içeriği hâlâ tek yönlü koşullandırma (endoktrinasyon) içermektedir. Bu, sözleşmeye aykırıdır.

      (iv) Eleştirellik, nesnellik ve çoğulculuk içermeyen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muafiyet hakkı, sadece Hristiyanlık ve Musevilik dininin mensuplarına tanınmaktadır. Dinsizlerin ve Sünni İslam dışındaki din ve inançlara mensup kişilerin muafiyeti konusunda açık bir düzenleme yoktur. Hatta yakınlarda yayımlanan bir habere göre Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün 3 Şubat’ta illere gönderdiği yazı gereğince din hanesi boş olan kişiler, söz konusu dersten muaf tutulmamaktadır. Ayrıca, Sünni İslam inancına mensup kişilerin çocuklarına da muafiyet tanınmamıştır. Dileyen ebeveynlere koşulsuz muafiyet olanağı sağlanmaması, sözleşmeye aykırıdır.

      (v) Çocukların, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muaf olabilmeleri için ebeveynlerinden gerekçe, belge vb. istenmesi, ebeveynlerin, dini ve felsefi inançlarını açığa çıkarmaya zorlanmalarına yol açabilir. Bu ise; inanç sahiplerini, idari makamlarla olan ilişkilerinde ve hatta iş ortamlarında ‘ayrımcılık riski’ taşıyan durumlarla karşı karşıya bırakabilir. Bu, sözleşmeye aykırıdır.

      (vi) Anılan tespitler, Türkiye’ye yönelik çifte standardın ürünü değildir. Geçmişte Danimarka, İsveç, Norveç aleyhine yapılan başvurularda da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Bugün Avrupa’da dini öğretimle ilgili olarak, öğretim yöntemlerinin çeşitliliğine rağmen üye devletlerin bir kısmı, din dersi yerine farklı bir ders alma olanağı vermek veya din dersini alıp almama özgürlüğünü tamamen öğrenciye sunmak suretiyle öğrenciler için en azından bir muafiyet mekanizması öngörmektedir ve dini öğretim görmemesine izin veren bir yöntem sunmaktadır. Yani karar, kendi içinde tutarlı ve mantıklıdır. Bir insan hakkıyla ilgili olan bu kararın gereği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni yıpratarak veya bir hak ihlalinin üstünü örterek değil, ihlalin giderilmesiyle gerçekleştirilebilir.

 

AİHM İSLAM DÜŞMANI MI?

“Bu bakımdan Türkiye’nin uluslararası hukuk ve anayasa bakımından yükümlülüğünü yerine getirmesi için yapması gereken iki şey vardır” diyen Eslek, “Birincisi eğitim alanında, ailelerin inançlarına saygıyı ve onlara dinsel inançlarını açıklamak zorunda bırakmayacak uygun araçların temin edilmesi. İkincisi ise, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi müfredatı ve pratiğinin Hanefi İslam koşullandırmasından ayıklanarak, bilimsel/kültürel bir derse dönüştürülmesi ve/veya bu derse muafiyet tanınması. Mesele bu kadar açıktır. Hal böyleyken AİHM, aslında ne ‘İslam düşmanlığı’ yapmaktadır ne de Türkiye’yi karıştırmaya çalışmaktadır” ifadelerini kullandı.

Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde söylediği “Nasıl ben Marksizm’i biliyorsam, ateistler de din bilgisini bilmeli” sözlerine gönderme yapan Vedat Eslek, “Mesele öğrencilerin İslam’ı, tıpkı Marksizm gibi öğrenip öğrenmemesi meselesi değil, öğrencilerin endoktrine edilip edilmemesi meselesidir” dedi.

 

İLK ADIM: KENDİ ÇOCUKLARIMIZ İÇİN MUAFİYET KAZANMAK

“Laikliğe, temel özgürlüklere aykırı olan, bilime ve çocuk psikolojisi ile ilgili ulaşılmış bilimsel sonuçlara rağmen zorunlu din dersleri hepimizin geleceğini tehdit ediyor” diyen emekli yargıç Eslek, “İlk yapılacak olan kendi çocuğumuz için ders muafiyeti kazanmak” şeklinde konuştu. Bunun için İl/İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri ile öğrencinin okuduğu okula verilecek bir dilekçe ile öğrencinin din dersinden muaf olması yönünde talepte bulunulması gerektiğini söyleyen Eslek, “Bu dilekçeye aydınlanmahareketi.org sitesinden ulaşılabilir” dedi.

 

NASIL BAŞVURU YAPACAĞIZ?

Bu dilekçenin 4 nüsha olarak düzenlenmesi gerektiğini söyleyen Eslek, “Bir sureti Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bir sureti okula verilmelidir. Sizde kalacak olan diğer iki nüshaya okula ve kuruma verildiği tarih yine okul ve kurum tarafından şerh düşülmeli, mühür ve imza altına alınmalıdır. Alınma tarihlerinin şerh düşüldüğü bu nüshalar sizde kalmalı ve saklanmalıdır” diye konuştu:

“Bu talebe ilgili kurumca olumsuz yanıt verilmesi durumunda bu cevap dilekçesinin kurum ya da okul tarafından tebliğinden itibaren 60 gün içinde bulunulan yer idare mahkemesine dava dilekçesi ile müracaat edilir. Hiç cevap verilmediği durumda yani dilekçenize başvuruyu yaptığınız tarihten itibaren geçen 60 günün sonunda olumlu ya da olumsuz bir resmi yanıt alamadığınız durumda idare sessiz kalmak suretiyle dilekçenizi reddetmiş demektir, dava açma süreniz başlar ve süre yine 69 gündür.”

Mahkeme başvuru maliyetinin 2016 yılı için yürütmeyi durdurma harcı da dahil olmak üzere 300 TL civarında olduğunu söyleyen Eslek, bu harcın dava açılırken yatırılması gerektiğini, dava dilekçesine çocuğun okul belgelerinin ekleneceğini söyleyerek “Dava dilekçesinde mutlaka idarenin cevap verme süresi beklenmeksizin yürütmeyi durdurma kararı verilmesi talep edilmelidir” dedi. Eslek, “Yürütmeyi durdurma kararı çıkması durumunda idare 30 gün içinde bu kararı uygulamak zorundadır. Bu kararın uygulanması da çocuğun okulu / Milli Eğitim Müdürlüğü ile bağlantı kurularak takip edilmelidir” ifadelerini kullandı.

 

‘GENÇLERİMİZ DÜŞÜNCELERİNİ ÖZGÜRCE BELİRLEME HAKKINA SAHİPTİR’

Zorunlu din dersleri kaldırılması, çocuklarımıza devlet eliyle inanç daytılmasına son verilmesi gerektiğine vurgu yapan emekli yargıç Vedat Eslek, “Bizler eşit ve bilimsel temelli bir eğitim sistemine inanıyoruz. 12 Eylül askeri darbesinden bu yana süregelen din dersinin zorunlu kılınması uygulaması bugün AKP tarafından 4+4+4 eğitim sistemi ile yeni düzenlemelerle ilköğretim çağına kadar indirilmiştir. Çocuklarımız, gençlerimiz düşüncelerini özgürce ve bilimsel yöntemlerle belirleme haklarına sahiptir. Bu nedenle zorunlu din eğitimi ile İslam’ın bir mezhebinin çocuklarımıza dayatılması bu haklarının gasp edilmesi anlamına gelmektedir” diye konuştu.

 

ÜŞENMEYELİM, ÇOCUKLARIMIZ İÇİN DAVA AÇALIM

AKP döneminde başta eğitim sistemi olmak üzere, tüm kurum ve kamusal hizmetlerin dinsel kural ve referanslarla dönüştürülmeye çalışıldığını söyleyen Eslek, “Toplumsal yaşam bu kurallara tabi kılınmaktadır. Çocuklarımız özgür bir yaşamı hak etmektedir. Üşenmeyelim, sakınmayalım ve çocuklarımız için dava açalım. Bu zorbalığa mahkum değiliz ve olmayacağız” sözleriyle açıklamasını noktaladı.                                    

 

 

İlgili yazılar;

Zorunlu din dersi tarihi: Din Eğitimi 2 yaşındaki bebeklere kadar nasıl indirildi?

Zorunlu din dersinin mimarı 12 Eylül'dü. Kenan Evren'den bayrağı AKP devraldı.Bugün dağ taş imam hatip. Ovada ise din dersi zorunlu. Bu noktaya nasıl gelindiğinin hikayesini sizin için derledik.

Yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

 

Proje okulları nedir, ne değildir: Prof. Dr. Rıfat Okçabol’la Söyleşi

İlk bakışta belli sayıda okulu kapsadığı düşünülse de ‘Proje okul’ aslında tüm öğrencileri ilgilendiren, eğitim sisteminde köklü değişikliklerin habercisi bir ‘çılgın’ proje. Eğitimcilerin eğitimcisi Prof. Dr. Rıfat Okçabol Aykırı Akademi’ye AKP’nin ‘Proje okul’unu değerlendirdi.

Yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

 


Herkes bilsin