Menu

“Hep daha da arttı umudum!”

“Beni ilk yirmi altıncı gün dışarı çıkardılar. O gün de hava güneşliydi, çok güzeldi. O gün hayatımdaki en güzel günlerden biriydi.”(Uğur Erman Karakoç)

 

Serdar Nâzım YÜCE

10 Ekim 2015’te, yurdun dört bir yanından kalkıp Ankara’ya gelmişti binlerce insan. Güneydoğu’daki savaşın, operasyonların bitirilmesini; barışı talep edeceklerdi. Olmadı. “Barış” isteyenlerin halayının ortasına kadar girmişti canlı bomba, 3 saniye arayla 2 büyük patlama yaşandı. Ankara’daki kitlesel ve şehir dışı katılımlı eylemlerinin başlangıç noktası olan Ankara Garı önü, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük katliamına sahne oldu. 107 kişi yaşamını yitirdi, 500’den fazla insan da çeşitli yerlerinden yaralandı.

Uğur Erman Karakoç 23 yaşında, İstanbul Üniversitesi’nden sıra arkadaşım. Dersim doğumlu Uğur, Emek Gençliği üyesi. 10 Ekim’deki ikinci bombanın ağır yaralılarından. Üç metre kadar uzağında patlayan bomba sol bacağına ağır bir yara verdi. Tedavi seyri doktorların çıkardığı takvime göre neredeyse iki kat hızlı ilerledi. Doktorlar “2 yılda yürürsün” demişler örneğin; biz Uğur’la evinde, yatağında değil, dışarıda buluşuyoruz sohbet etmek için.

Uğur’la Mecidiyeköy’de buluşuyoruz. Kocaman bir iş hanını andıran Mecidiyeköy’ün ara sokaklarında zar zor bir kafe bulup oturuyoruz. Uğur, planladığımızdan daha erken geliyor. Suruç’ta yaralanmış bir arkadaşını ziyaret edeceklermiş ama son anda iptal olmuş. Nereden başlayacağımı pek de bilemeyerek ilk sorumu soruyorum. Patlamayla ilgili “Bugün hâlâ hatırladığın detaylar neler” diyorum, başlıyor anlatmaya.

“Öncesinde de Ankara’da, İstanbul’da şurada burada onca mitinge katılmıştım ama o gün hiçbir güvenlik önlemi yoktu” sözleriyle başlayan Uğur, “Sabah erken saatte Melih Gökçek’in dükkânının önünde indik. Etrafta hiç polis yoktu. Gara doğru yürüdük. Bir de bizim olduğumuz otobüs erken varmıştı Ankara’ya. Belediyenin orada da hiç polis yoktu, garda da hiç polis yoktu” diyor, “Tabii, o sırada mitingin atmosferiyle, hiç üzerinde durmadık bunun” diye de ekliyor.

 

Kot Pantolonumun Rengi Gözükmüyordu

“Meğer önemli bir detaymış” diye devam eden Uğur, “Ardından iki bomba patladı. İlki uzağımdaydı ama ikincisi hemen dibimizde, 3-5 metre uzağımda patladı. İlk bombayı uzaktan görüp bir iki adım geri çekildim ama ikincisi epey sarstı beni. Sıcağı sıcağına yaralandığımı fark etmedim. Garın önüne doğru yöneldim. Bir on adım yürüdüm yürümedim, bacağımı kaldıramamaya başladım. Baktım, dizimden aşağısı kan içinde kalmıştı. Kot pantolonumun rengi gözükmeyecek kadar kan vardı” şeklinde konuşuyor. O sırada iki kişinin kendisine yardım ettiğini, garın içindeki pastanenin önüne yatırdıklarını anlatan Uğur, Sağlık Emekçileri Sendikası’ndan doktor ve hemşirelerin ilk müdahaleyi orada yaptıklarını söylüyor. Kendisine ilk müdahale yapılırken polis saldırısı olduğunu söyleyen Uğur, “İnsanlar, ‘Ne oldu, nasıl oldu’ diye soruyorlar. Polis saldırısı olduğunu söylediğimde inanmıyorlardı” diyor. “Uzaklaştırılmıştım, gaz kokusunu alamıyordum yoğun kan kokusundan ama saldırıyı görüyordum” diyen Uğur, “Bana müdahale edenler gazdan etkilendiler mesela. Bana, ‘Seni buradan uzaklaştıralım’ dediler. Bir pankart buldular, onu sedye niyetine kullandılar. Garın sağ tarafında, araçların da park ettiği ağaçlık bir alan var. Oradan çıkarttılar. Beni yere yatırdılar. O sırada bir trafik polisi aracı geçti. Onu durdurdu sağlıkçılar. Arka koltuğa beni yatırdılar. O şekilde, hastaneye ilk yetiştirilenlerden biri de bendim” diyor.

Uğur, hastanedeki olağanüstü halden dolayı yarasının ağır olduğunun geç fark edildiğini anlatıyor. “Hastanenin (Ankara Numune) acil koridorundaydık, bütün doktorlar, hemşireler oraya yığılmıştı. Beni de sedyeyle koridorun en köşesine koydular. Yanımda da iki hemşire var, ellerimden tutuyorlar. O sırada yanımdan ölenler geçiyor. Hemşireler de bana ‘Uğur sabret, dayan. Çok daha ağır yaralılar var. Sana da müdahale edilecek ama biraz beklemen lazım’ diyorlar. Ben de susuyorum ama acıdan hemşirelerin elini nasıl sıktığımı hatırlıyorum” diyen Uğur, “Zaten çok kan kaybetmişim, müthiş bir acı çekiyorum. Garın önünde ayakkabımı çıkarmışlardı. Ayakkabıdan sürahiden su dökülmesi gibi kan dökülmüştü. Aklımdan silinmeyen sahnelerden biri de odur” diyor. Sedyede bekletildiği sırada bir doktorun gelip yarasına baktığını aktaran Uğur, doktorun “Bizim buna bir an önce müdahale etmemiz lazım, durumu ağır” dediğini anlatıyor. “Baktığında sadece bacağım kanıyor, vücudumun başka yerlerinde herhangi bir şey yok. Bacağa saplanmış ama damarları parçalanmış yani. Doktor gittiği yere beni de götürdü” diyen Uğur, götürdükleri odada bayıltılmadan önce başka yaralıların da olduğunu söylüyor. İkinci ya da üçüncü gün uyandığını söyleyen Uğur, “Meğer yarama müdahale eden doktor kalp-damar uzmanıymış. Yani tam ihtiyacım olan doktor denk gelmiş” diyor. “Şansıma babamın bir arkadaşı o hastanede doktormuş, sonradan öğrendim.”

 

“O Kadar Şanssızlığın İçinde…”

“Ameliyata alındığımda bacağımı kesmeyi düşünüyorlar ama o doktor ‘Uğur benim yeğenim’ diyerek kesilmesine izin vermiyor” diyen Uğur, daha sonraları kendisiyle ilgilenen başka bir doktorun “Uğur, o kadar şanssızlığın içinde çok şanslı bir çocuksun” dediğini anlatıyor:

“Dediğim gibi ikinci ya da üçüncü gün uyandım. O arada iki ameliyat geçirmişim. Babam yoğum bakıma geldi ama olaya dair bir şey anlatmıyor, yalnızca ‘Nasılsın, iyi misin’ gibi sorular soruyor. Patlamanın bilançosunu ben ancak ikinci haftadan sonra öğrenebildim.”

‘Üniversite Sana  Soruşturma Açmış’

Yoğun bakımda sadece bir refakatçıya izin verildiğini, o görevi de babasının üstlendiğini söyleyen Uğur, babasının bir gün kendisine gelip “Oğlum sana üniversite soruşturma açmış” dediğini gülerek anlatıyor:

“O iki hafta içerisinde iki soruşturma daha açtılar. Bizimkiler rapor yolladı, ‘Tedavi gördüğü için gelemiyor’ diye. Savunmamı vermem gerekiyor çünkü. Ona rağmen ceza verdiler.”

 

AKP’lilerin ‘Kutlama’ Konvoyu

Aklıma 10 Ekim katliamının ardından bazı yaralıların hastanelerde kötü muameleye maruz kalmalarıyla ilgili çıkan haberler geliyor. Bazı hastabakıcıların kasıtlı duyarsızlıklarını anlatıyor Uğur ve ekliyor, “Sadece o da değil. Taburcu olduktan sonra avukat bana Adli Tıp Kurumu’nda yaşananları anlatmıştı. AKP’liler Adli Tıp’ın önünden konvoy yapıp geçmişler.”

 

“Yüzü Hiç Gitmiyor Gözümün Önünden”

Uğur, tedavi sırasında karşılaştığı bir kötü muameleyi şöyle anlatıyor:

“Akşamları bizim yattığımız bölümde iki hastabakıcı kalıyordu. Özellikle bir tanesinin yüzü hiç gitmiyor gözümün önünden. Onunla elbet bir yerde bir gün karşılaşacağız. O zaman hesabını soracağım. Doktor da, yoğun bakımın dışında bir odada dinleniyordu ya da başka hastalarla ilgileniyordu. Bizim olduğumuz kısımda dört hastaydık, ben ve bir arkadaş patlamada yaralananlardanız, diğer ikisi başka sebepten. Ağrıdan geceleri uyumak mümkün değil zaten. Ağrı kesici istiyorsun hastabakıcıdan, kafasını çeviriyor. Su istiyorsun, ilgilenmiyor. Kimse yok tüm gece boyunca. Gecelerimiz o adamlarla mücadele ederek geçiyordu yani. Bütünüyle bir tepkinin ve kötü muamelenin olduğunu söylersem yanlış olur. Çok iyi davrananlar vardı hem doktorlardan, hem hemşirelerden, hem de hastabakıcılardan. Yanımda yatan 10 Ekim yaralısı Cevat abiydi. Cevat abiyi ameliyat sonrası yürütmeye çalışmışlar. Başhemşire geldi odaya. Cevat abinin yarası da benimkine benzer, yine bir bacaktan. Adamı o bacakla yürütmeye çalışmışlar. Ondan sonra epey kötüleşiyor Cevat abi. Şaka gibi ya… Başhemşire geldi odaya. Ben uyur gibi yaptım. Benim yatağımın ayakucunda hemşirelerle konuşuyor. ‘Bu adamın bu hale gelmesinin sebebi sizsiniz” diye kızdı hemşirelere. Ben gözlerimi açınca konuşmasını kesip uzaklaştı başhemşire. Tabii bunları kanıtlayamadık yani.”

 

Sağlık Bakanı Barış Talebine ‘Tamam’ dedi

Yoğun bakımda tedavi gördükleri sırada o dönemin Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun kendilerini ziyaret ettiğini söylüyor Uğur. Müezzinoğlu, Uğur’a “Bir isteğin var mı?” diye sormuş. Uğur da “Bir üniversite öğrencisi olarak barış istiyorum” diye yanıtlamış Müezzinoğlu’nu. Yan yatağında yatan 10 Ekim yaralısı da tepki gösterince Müezzinoğlu’nun hastaneyi terk ettiğini anlatıyor Uğur.

 

16 Yoldaşımı Yitirdiğimi Öğrendim

1 Kasım seçimlerinde hâlâ hastanede yattığını söyleyen Uğur, “Hastanedesin, odadan hiç çıkmıyorsun, güneş gördüğün yok vesaire. Yoğun bakımdan sonra ortopedi servisine nakledildim. Toplamda da bir ay Ankara’da kaldım. O sürede yedi ameliyat geçirdim, haftada üç ameliyat birden geçirdiğimi hatırlıyorum mesela. Vücutta çürüme başlamıştı, kan dolaşımı olmadığı için. Bacakta başlayan çürümenin vücuda yayılma tehlikesi oluşmuş daha doğrusu. Bunlar bana parça parça söylendi. İkinci haftadan sonra, tanıdığım 16 kişiyi, 16 yoldaşımı yitirdiğimi öğrendim. Çok sıkıntılıydı yani o süreç” diyor.

 

Ayakta Olduğumu Gördün İstedim

Ortopedi servisindeyken kendisine koltuk değneği getirdiklerini söylüyor Uğur. “Ödem toplamıştı vücudum ve yürüyecek durumda değildim. Ayağımın altına bir sürü yastık koymuşlardı, kalp hizasından aşağı indirdiğimde ağrımaya başlıyordu. İlk gün kalkamadım” diyen Uğur, “İnsanları görüyorum, moralleri bozuk. Benim de öyle. Babamı çağırmalarını istedim, o sırada dışarıdaydı. Koltuk değneğini alıp öylece ayakta bekledim. Babam da bir türlü gelmedi (Gülüyor). Babamın koltuk değneğiyle de olsa ayakta olduğumu görmesini istemiştim çünkü” diyor.

 

Dışarı Çıktım, Güneş Bildiğin Yüzüme Vuruyordu

Uğur, ilk kez 10 Ekim’den 26 gün sonra dışarı çıktığını söylüyor. O günü hatırlayınca gözleri doluyor, yüzünde kocaman bir gülümseme. “Beni ilk yirmi altıncı gün dışarı çıkardılar. O gün de hava güneşliydi, çok güzeldi. O gün hayatımdaki en güzel günlerden biriydi. Dışarı çıktım, güneş bildiğin yüzüme yüzüme vuruyordu böyle. Doktor da ‘Yahu şu çocuğu artık bir dışarı çıkartın’ demişti. Tekerlekli sandalyeyle çıkarttılar. Zaten ilk iki ay tekerlekli sandalyeyle gezdim” diyor. Önce kantine götürmüşler Uğur’u, çay almak için. Diğer yaralıların ailelerin o sırada kantinde beklediğini, kendisinin tekerlekli sandalyede kantine girişiyle bir anda alkış koptuğunu söylüyor.

Uğur, 28’nci günde taburcu edilmiş. Doktorların kendisine “Eskisi gibi olamayacaksın. Yataktan çıkman bir yılı bulur. Eskisi gibi olmayacak ama kendi başına yürümen de iki yılı bulur” dediğini aktarıyor ve ekliyor, “Şu an bir yıl olmadı ve ayaktayım, karşındayım yani.”

“Doktorlar ‘Moralini ne kadar yüksek tutarsan o kadar çabuk iyileşirsin’ diyorlardı.” Uğur ailesinin, arkadaşlarının, yoldaşlarının moralini yüksek tutmak için çok yardım ettiğini  söylüyor ama aklı memleketinde. 1 Kasım seçimlerinden sonra, daha önce AKP’ye oy vermiş bir işçinin mektubu Evrensel’de yayımlanmış. “AKP’nin tekrar hükümet kurma iradesi kazanmışken, insanların mücadeleye katılması beni umutlandırdı. Ailem, arkadaşlarım diyorum ya, beni umutlandıran, beni ayağa kaldıran bir şey de o işçinin mektubudur” diyor: “Sonra da patlamalar oldu, saldırılar oldu ama hiçbir zaman içimdeki umut tükenmedi.”

İstanbul’a dönüp tedavisine devam ettiğini, yaralarının iki kere enfeksiyon yaptığını, defalarca açıldığını söylüyor Uğur. Temmuz’a kadar yaralarının kapanmadığını anlatıyor. İstanbul’a döndüğünde İstanbul Fizik Tedavi Hastanesi’nde 11 gün yattığını ama enfeksiyon kapınca başka bir hastaneye nakledildiğini söylüyor. Enfeksiyon tedavisinden sonra tekrar Fizik Tedavi Hastanesi’ne döndüğünü anlatan Uğur, “90 gün de öyle kaldım. Toplamda 101 gün geçirmişim orada. Artık hastanenin muhtarı olmuştum (Gülüyor). Bazen doktorlar gittikten sonra birinin odasında toplanıp eğlence bile yapıyorduk. Hayatta kalman lazım çünkü. 5,5 ay sonra taburcu oldum. Taburcu olduğumda bastonu bile atmıştım” diyor.

 

Babamı 10 Ekim’den Sonra Tanıdım

“Babamla aramda hep bir soğukluk vardı, son bir buçuk yıl da küslük vardı. Ben babamı 10 Ekim’den sonra tanıdım” diyor Uğur. “Babamın iyi bir insan olduğunu hep bilirdim zaten ama hep bir uyuşmazlık vardı” diyen Uğur, “Şimdi fark ettim ki babam çok tatlı bir insan. Yaşıtlarımla eğlenirken, gezerken aldığım keyfi babamlayken de alıyorum şimdi. Saldırıdan sonra fark ettim. Hastanedeyken sigara içmek istediğimde, mecburen babam uzatıyordu. Olan o kadar şeyden sonra babamla barıştım, ailemle, akrabalarımla tekrar kol kola girdim. Yeni yeni insanlarla tanıştım. Çok mutlu bir aile tablosu var ya” ifadelerini kullanıyor.

 

Annesiyle İlk Karşılaşması

Uğur, konuşurken annesini çok geç gördüğünü söylüyor. Annesi rahatsızlığından dolayı İstanbul’da kalmış, hatta Uğur’un ablalarından biri de başında nöbet tutmuş kaçıp gelmesin diye. İlk karşılaşmalarını soruyorum. Gözleri doluyor, parlıyor. Ankara’daki hastanede geçirdiği son zamanlarda annesini gördüğünü anlatıyor. “Üçüncü haftadan sonra olduğu kesin” diyor, “Çünkü üçüncü haftaya kadar bacağın kesilme tehlikesi vardı.”

O tehlike geçince annesinin gelmesini istediğini söylüyor Uğur:

“Annem kapıdan böyle içeriye girdi. Yani nasıl diyeyim… Sanki böyle yıllardır görmüyormuşum gibi… Babamdan daha çok anneme bağlıyımdır bir de. Babam ablamlarla daha sıkı fıkıydı, bende annemle öyleydim. Annem ağlamaya başladı, zor tutuyorum kendimi. Şimdi o kapıdan girişini hatırlıyorum da, o bakışı falan hiç unutamayacağım bir şey. Anneme sürekli ‘İyiyim artık anne. Bir şeyim yok’ dedim ama annem ağlıyor yine de yani.”

Uğur devletin verdiği sözü tutmadığını vurguluyor. “Devlet güya tüm tedavi masraflarını karşılayacaktı, böyle bir şey olmadı tabii. Eczane masraflarını bile karşılamadı mesela. Onlar çok sıkıntı oldu” diyen Uğur, “İlacın direkt geliş fiyatını verdim. Vezneye gidip ücret ödediğimi de hatırlıyorum” ifadelerini kullanıyor.

 

10 Ekim’den Kendini Akladı AKP

İstanbul’da ifade vermek için gittiği karakolda Cumhurbaşkanlığı’ndan MİT’e, Emniyet’e kadar dahli olan tüm kurumlardan şikâyetçi olduğunu söyleyen Uğur, “Geçen ay kâğıt geldi eve. Kâğıtta bu kurumların herhangi bir tedbirsizliği, önlem almaması gibi bir durumun olmadığı yazıyordu. Bu sayede hepsi işin içinden çıkardı kendini. Bakıyorsunuz, 10 Ekim’deki katliamla sonrasındaki saldırıların arasında bağlantı var. Sen onu aydınlatmayınca devamı geliyor, peşi sıra bombalar patlıyor. Hadi diyelim ki, o bombanın patlamasında bizzat eli yok, istihbarat almasına rağmen önlem almayarak insanlarını tehlikeye atarak suç işlediler. 15 Temmuz’da ölenler yaralananlar için hemen maaşlar bağlandı, onların tüm masrafları karşılandı ama 10 Ekim ya da diğer patlamalarda ölenler ve yaralananlar için hiçbir şey yapılmadı” diyor.

 

Hep Daha da Arttı Umudum

Karşılaştığı bazı insanların ona “Dersine, okuluna git. Mitinge falan gitme” gibi “nasihat”larda bulunduklarını söyleyen Uğur, “Nasıl bırakacaksın ki? Senin 16 arkadaşın ölmüş, direkt yanında. O bombacıyla aramda bulunan 16 arkadaşım bugün hayatta değil. Birçok arkadaşım hâlâ yaşam mücadelesi veriyor, bacağı kesilenler oldu. Nasıl, neyi bırakacaksın ki? Bir ara yurtdışına gitme gündemi vardı. Ailem de böyle bir talepte bulundu. Yurtdışından da arkadaşlar tedavi için gelmemi istediler. Ben gitmek istemedim. Burada halen hesabı sorulmamış, yanıtı bulunmamış onca şey varken oraya gitmem bana iyi gelmeyecek. Hiçbir zaman umudum azalmadı. Hep daha da arttı umudum” şeklinde konuşuyor.

Uğur Erman Karakoç, tedavisi boyunca devam edemediği ve bir yıl ara verdiği okuluna devam etmek istiyor. Bu yıl okula gidebiliyor ama sık sık gittiği doktor kontrolleri yüzünden derslerini kaçırabiliyor. “Şartlar olgunlaşırsa daha sık gidersin” diyorum, “Olgunlaşırsa… Bu memlekette şartlar ne kadar olgunlaşıyorsa artık” deyip gülüveriyor.

 

 

 


Herkes bilsin