Üzüntü
Özge Mergen *
Öğle yemeklerini yalnız yiyorum. Diğer masaları izlemek, konuşulanlara kulak misafiri olmak oldum olası hoşuma gitmiştir. Klinik psikolog olduktan sonra yapmaktan daha da çok hoşlandığım bir aktiviteye dönüştü bu küçük misafirlikler. Bizim olan her şeyin tam içinde olmama, kendi bakış açımızı en berrak haliyle görmeme yardımcı oluyor.
Dün de sevdiğim bir lokantaya gittim, öğle yemeği için bir masaya oturdum. Yanımdaki masada altı kadın ve dört beş yaşlarında küçük bir kız oturuyor. Küçük kız yedi içti oturduğu yerden mekana baktı. Belli ki ilgisini çeken bir şey oldu kalkıp dolaşmak istedi. Annesine gitmek istediği yeri eliyle işaret etti ve şu cevabı aldı: ‘’Aaa, Selma teyzen seni görmek için burada, kalkarsan çok üzülür.’’ Bunun gibi öyle yaparsan ‘ben çok üzülürüm’ ya da ‘filanca çok üzülür’ anlarını hiç sevmem. İnsanın içini, havayı yavaş yavaş ağırlaştıran kötü parfümler gibi bir suçluluk duygusu ile doldurur, ağırlaştırır. Ne zaman biri beni başkasının üzüntüsüyle böyle tehdit etse hem uygun olmayan şeyler istediğimden hem de birini üzecek ortam yaratmaktan utanmışımdır. Tehdit kelimesini burada tesadüfen kullanmıyorum.
İnsanın, işler beklediği gibi gitmediğinde yani hayal kırıklığına uğradığında hissettiği üzüntü, o doğal duygusal tepki ne zaman bizim için tehdit haline geldi bilmiyorum. Yüzyıllar içinde nasıl yaptık da caanım üzüntüyü o olağan o kendiliğinden halinden çıkarıp da kaçınılması gereken bir şeye dönüştürdük anlamak istiyorum. Sadece üzülmekle kalsa iyi, bunun devamı niteliğinde hepimizin her an sarf ettiği başka cümleler de var; ‘Bak böyle yaparsan sadece üzülmem sonra da darılırım’, ‘allah aşkına bak küserim’, ‘sen böyle devam et ben de üzülür üzülür kanser olurum’ ya da daha da güzeli ‘beni üzersen ben de seni üzerim’.
Benim büyük halimle baş etmekte zorlandığım bu ifade şekliyle dört beş yaşlarındaki bu küçük kız nasıl başa çıksın. Çıkamaz. Onun bilmesi gereken herkesin ve kendisinin de bazen üzülebileceğidir. Üzülürüz. Hayal kırıklığına verilebilecek en uygun tepkidir. Selma teyze, her saniye küçük kızı görmek için oraya gelmişse ve göremezse üzülür. Sonra yeterince üzülünce ‘bunda o kadar da üzülecek bir şey yokmuş’ der, arkadaşlarıyla sohbet etmeye ya da ısmarladığı tabaktan zevk almaya yönelir. Belki üzülür sonra küçük kızın heyecanını anlar, onun merakına hak verir de ‘gönlünce gez dolaş sen tatlım’ der. Kim bilir belki de annenin dediği gibi üzülmez bile. Kızı da görmek hoşuna gidiyordur ama daha çok arkadaşlarıyla olmak için o yemeğe çıkmıştır.
İstedim ki başka türlü bir diyalog gelişsin. Kız gezmek isteyince anne git desin ya da Selma teyzene de sor seninle gelmek ister mi diye hatırlatsın, bıraksın Selma teyze bir diyeceği varsa küçük kıza kendisi söylesin. Selma teyze bunlar olurken sessiz kalmak yerine kıza dönüp ‘tatlım üzlürsem de üzülürüm sen git, hem ben büyüğüm seni göremedim diye üzüldüğümü fark edersem yanına gelirim ya da üzüntümle başka ne yapacağıma ben karar veririm’ desin. Annenin de Selma’nın da küçük kızın da omuzları hafiflesin, hepsinin içi ferahlasın. Herkes üzülebileceğini, üzüntüsüyle ne yapacağına karar verebileceğini ve üzüntünün er ya da geç geçeceğini bilsin.
(*) Klinik Psikolog