Menu

Kurumsal Koku

Aytuna Tosunoğlu

 

Meslekte yılları devirince etrafımızda dolaşan gençler ellerinde yazdıkları dizi senaryolarıyla, heyecanlı, sabırsız kapımızı çalıyorlar. Diledikleri şey, bir okumamız, görüş bildirmemiz, aksayan yeri var mı diye bakmamız ve benzeri şeyler… Yılları devirmek, ortağımla beni hafiften ağır, zor beğenir ve “deve dişi” gibi yaptı (manaca iri anlamında).

Geçenlerde bir gün gençlerden biri kolunun altına sıkıştırdığı birinci bölüm dizi senaryosuyla geldi. Bıraktı senaryosunu, teşekkür etti, çıktı, gitti. Senaryo dosyası bir zaman gencin bıraktığı sehpa üzerinde kaldı. Sonra anladık ki, ortağım da ben de birbirimizden habersiz okumuşuz yazdıklarını. Dosya üzerinde bir e-posta adresi, bir telefon numarası, bir oturduğu yer adresi olmadığı için nasıl olsa gelir diyerek ve ona söyleyeceklerimizi kendimize saklayarak işimize gücümüze döndük. Bize gönderilen her şeyi okuruz, biz. O yüzden de kirliyiz, biliyoruz.

Dün bir baktık, aynı genç gelmiş. Girişteki iskemlenin üstüne oturmuş bizi bekliyor. Ortağımla konuşmadan anlaşarak toplantı odasına buyur ettik. Masanın başına oturttuk, biz de karşısında ve uzakça durarak oturduk. Deve dişi, dedim ya…

İsterseniz kurguladığı sahneleri anlatayım önce. Bir ülkede, bir başbakanın bir kasabada herkesten uzak, boş tarlaların arasında olan büyücek bir tatil evi vardır. Bu eve yılda en fazla iki kere karısı, kızı, damadı ve torunlarıyla gelip zaman geçirirler, dinlenirler. Çabuk dinleniyorlar, herhalde. Kalışları iki-üç günü geçmez. Gelişlerini düşük profilde tutmazlar, ama. Ne de olsa önemli adamlardır, bunlar. Güvenlik görevlileri, jammer (cep telefonu vs sinyali bozucu cihaz hani), jandarma kuvveti, polisler (sivil olanı, formalı olanı) etrafta kuş uçurtmazlar. Etrafa ortalama yirmi-yirmi beş kişilik bir geçici nüfus artışı yaparlar. İki gün sonra geri dönünce ortalık eski doğal seslerine kavuşur.

Hikâye bu ya, bir gün o hayali ülkede önemli bir politik kriz olur. Başbakan, hükümetin yedi bakanına “Çabuk buluşmamız lazım” diyerek kasabadaki tatil evinde gizli toplantıya çağırır. Hükümetin ileri gelenleri ne yapıp edip, kimsenin haberi olmasın diye titizlik gösterip, akın akın tatil evine gelirler.

 

Karşımızda oturan gence öykünün buraya kadar ki kısmını yukardaki gibi özetleyip başladık dökülmeye... Dedik ki; “Çok saçma, bir kere kriz nedenini belirtmemişsin.” “Üstelik yedi bakan öyle şıp diye organize olup tatil evine gelemezler, inandırıcılığı yok”, diye de ekledik. Genç arkadaş zaten pek konuşmuyordu. Fırsat bildik, devam ettik.

Dedik ki, “Evin yanında bulunan boş ve geniş ve bakir araziye bir anda sivil plakalı binek araçları, son model, ciddi görünümlü (Mercedes’i filan mı kastetti nedir?) siyah arabalar, onların şoförleri, ciddi görünümlü araçların birkaç kişiden oluşan korumaları, tıp doktorlarını taşıyan ayrıca ciddi görünümlü arabalar, bir uçak savar(!), bir ambulans, özel timin genç, yakışıklı, cıva gibi üyeleri, sniper’lar derken aşağı yukarı yüz-yüz elli kişilik bir gurup – neredeyse bir tabur – bir dolu insan! Abartmışsın”, dedik. Bizi dikkatle dinleyip dinlemediğinden emin olamadım, hala sessizdi çünkü. “Bu söylediklerimizi not alsana”, dedi ortağım. Genç, cep telefonunu çıkarttı, birkaç tıkırdama sesi duyduk. Not etti, herhalde.

O sessiz kaldıkça biz coştuğumuzu anlamadık. Dedik, “Bir. O kadar insan bir devlet adamını korumaya görevlendirilmez. Gerçekçi değil. İki. Uçaksavar demişsin… Yok daha neler! Adam düşman toprağında mı ki! Kendi ülkesinde.” Ortağım aldı sözü, “Sniperlar arazinin birindeki yıkık evin tepesinde, bir tanesi su deposunun tepesinde. Çok Amerikan filmi izlemişsin” dedi. “Özgün olmak lazım” dedi. “Evin dışında kalma zorunluluğu olan bu kadar insanın aç ve susuz saatlerce ayakta bekleme durumunu anlatırken birkaç polisin utana sıkıla komşu evden çay isteyişlerini yazmışsın. Bu da abartı olmuş. Onlar özel tim ise böcek yerler de yine çay, su istemezler. Çişi gelen kadın polislerin, sağlık görevlisi kadının komşu evin kapısını çalıp tuvaletinizi kullanabilir miyim diye ağlamaklı soru sorduğunu filan yazmışsın. Saçma olmuş. İnandırıcılığı yok, anlıyor musun?” dedi. Ekledi, “koca arazi var, oraya gider. Sırf sahne yazmış olmak için yapmışsın sanki. Zorlama olmuş.” Genç ilk defa konuştu, “Sniperlar var etrafta. Dürbünlü silahla gözetliyorlar. Kadın bir çalının arkasında gitmeye çekinmiş.” Güldük ki ne güldük, “Çok Amerikan, çok Amerikan!”

Ortağım dedi ki, “Yalnız bu tarım mühendisliği aracının arkasında mini laboratuvarla ve içinde bir uzmanla gelip, evin içine gönderilen yemekleri ucundan diline değdirip, numuneler alıp, test etmesi beni çok güldürdü. Komedi dizisi mi, bu?” dedi. Genç ağzını açacakken, izin vermedik. “Komedide abartı vardır ama hepsi ince ince dokunur. Böyle hepsi bir arada olmaz” dedik. Ortağımla lafı birbirimizin ağzından alırcasına devam ettik; “Açlıktan, susuzluktan suratı beyazlamış o kadar görevli insanın evin içine girmeden önce tarım mühendisliği aracına giren tepsi su böreğinin ardından iç geçirmesi, aynı durumun zeytin için, domates için, peynir çeşitleri için, sarma yaprak dolma için devam etmiş olması çok saçma. Ne bu? Padişahın çeşnicibaşı mı! Zehir var mı yok mu diye test yapılması sence de saçma değilse ne? Bu zehir kontrolü sahnelerini at. Saçma ve abartılı olmuş. Hele uzman da açlıktan şikâyet edecek olduğunda etrafındakilerin “Sen iki gıdım da olsa yiyebiliyorsun” gibilerinden kızması… Olmaz, öyle. At, bunları. At. At.”

Sonuçta dizi senaryosunun devamında da benzer abartıların olduğunu, söyledik. Bunun hiç inandırıcılığı olmadığını söyledik. Biraz araştırma yapmadan ve bilmeden yazmaması gerektiğini de söyledik. Baştan ve bu söylediklerimizi de dikkate alarak yaz, dedik. Genç arkadaşın bu noktada konuşmasına izin verdik. Dedi ki, “Fosseptik (lağım) çukuru sahneleri vardı. Onları ne yapayım?” Hatırlamadık, deve dişi gibiydik. Hatırlattı, tatil evine yıl boyunca göz kulak olan, arazinin bir köşesindeki evde yaşayan bekçinin özel kalemi arayıp fosseptik çukurunun çatlak olduğunu, tamir gerektirdiğini, tamir olmazsa ince ince tatil evine giren temiz suya karışabileceğini…” “Dur, hatırladık” dedik. Gence sorduk, “Bırak başbakanı şunu bunu, normal bir insan evin fosseptik çukurunu tamir ettirmez mi? Sen senaryonda yazarken ettirmeyip, bekçinin temiz su kirlenmesin diye lağım suyunu yan araziye boşalttığını gösterir sahneler yazmışsın. Olmaz öyle”.

Cevabını dinlemedik. Belki de cevap vermedi. Biz devam ettik, dedik ki, “dizi senaryosu yazarken yazarın hayal gücü gözlemleriyle birlikte işlemeli. Sende belki biraz o da ucundan hayal gücü var ama gözlem yok, gözlem!” Sonra dedik ki, “Baştan yaz, öyle gel.”

Sessizce ayağa kalktı, genç arkadaş. Ona destek olduğumuzu göstermek için birimiz hafifçe omuzuna pat pat yaptı. Kapıya yöneldik beraber. Tam kapıdan çıkmak üzereyken ortağımın aklına geldi, “Senaryonu yazarken ona bir isim ver. Mesela bunun adı da yok”.

“Kurumsal Koku” dedi. Adı buymuş.

 

 

Okuduklarınızın tamamı hayal ürünüdür.

Belki de değildir.

Bir kısmı öyledir.

Bir kısmı değildir.

Hangi kısımdır, belli değildir.   

 


Herkes bilsin