Bir Filistin vardı, bir Filistin yine olacak
Orhan Gökdemir
fotoğraf: Reuters/Ammar Awad (*)
Kudüs ne İslam’ın ne Hıristiyanlığın, ne Yahudiliğin. Kudüs Filistin halkının. Gasp edilmeye çalışılan şey bu.
Yahudi inancından gelenler çok uzun yüzyıllardan bu yana Dünyanın neredeyse her yanına dağılmış cemaatler olarak yaşamaktaydı. Oradan oraya sürüldüler ve çok acılar çektiler. Ama bu acılı tarih onları aynı zamanda tuhaf bir rolü oynamaya hazırladı. Yaşadıkları ülkelerde hor görülen tefecilik-bankerlik ve ticaret onların işiydi. Bu nedenle kapitalizmin doğuşundaki bütün uğursuz rolleri oynamak onlara kaldı. Ve kapitalizme karşı duyulan öfkenin çoğu da bu rol nedeniyle onların payına düştü.
Ama bu ezilmişliğin bir de olumsuz etkisi var. Yahudiliğin yüzyıllar boyunca itilip kakılmasından “Siyonizm” diye bir ırkçı ideoloji doğdu. Yahudi inancında zaten var olan “seçilmiş halk” efsanesinin ete kemiğe bürünmüş haliydi bu.
Siyonizm’in ideologları Yahudilerin oynadığı bu tarihsel rolden kaynaklanan anti-Semitizmi tarihsel bağlamından kopardılar ve iktisadi temellerini görmezden geldiler. Yahudilere duyulan öfke tarihsel ve iktisadi şartların değil, insan tabiatının bir özelliğiydi. Yani anti Semitizm, Yahudiler dışında kalan hemen herkesin neredeyse genetik bir özelliğiydi. O halde Yahudileri doğuştan anti Semitik insanlardan koruyacak bir ülke ve bir devlet kurmak gerekliydi. Her ne şartta, her ne pahasına olursa olsun!
Filistin’in “ülkesiz bir halk için halksız bir ülke” olduğu yalanının arkasında işte böyle bir ideolojik motivasyon var. Bir halka yapılan zulümden damıtılmış bu ırkçı ideoloji, böylece Filistin topraklarında yaşayan Arap halkını halk, giderek insan saymama noktasına evirildi.
1897 yılında Basel'de Theodor Herzl önderliğinde toplanan Siyonist Kongreden işgal altındaki topraklarda kurulan korsan İsrail Devletinin kurulduğu 1948 yılına kadar 500 bin Siyonist Yahudi Filistin topraklarına bu ırkçı yalan nedeniyle taşındı. İkinci Dünya Savaşındaki Alman Irkçı sapkınlığı da Siyonist sapkınlığı besledi, büyüttü.
Ayrıca bu Siyonist projenin başlangıcında İngiliz emperyalizmin, finalinde Amerikan emperyalizminin olması da pek manidardır.
İngiliz savaş kabinesi, 2 Kasım 1917’de Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un imzasıyla Yahudi kökenli Banker Lord Rothschild’e, Siyonist Federasyon’un dikkatine sunulması talebiyle bir mektup gönderdi. Majestelerinin hükümeti mektupta kudretli banker aracılığıyla Siyonistlere, “Filistin’de Yahudi milleti için bir vatan kurulmasına olumlu baktıklarını ve bu hedefin gerçekleşmesini kolaylaştırmak için gayret göstereceklerini” müjdeliyordu. Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bu metin İsrail’in kuruluşu fermanıdır. O tarihten bu yana bütün Ortadoğu o deklarasyon çerçevesinde şekillenmektedir.
Mektubun yazıldığı tarihte Filistin topraklarında yaşayan yaklaşık 660 bin nüfusun 600 bini Müslüman - Hıristiyan Arap, 60 bini Yahudi’ydi. O 60 bin Yahudi’nin çok önemsiz bir kısmı Siyonist hareket nedeniyle Filistin’e göç edenlerden oluşuyordu.
O tarihten sonra İngiliz emperyalizminin ve Siyonizm’in gücünü arkasına almış üç-beş bin fanatik Yahudi bütün Filistin’i hallaç pamuğu gibi attı ve sonunda işgal edilmiş Filistin topraklarında İsrail Devletini kurmayı başardı. Yani Kudüs dâhil bütün Filistin toprakları 1917’den beri fiili, 1950’den beri resmi işgal altındadır. Elde kuşatma altındaki Gazze ve Kudüs’ün bir kısmı kalmıştır. O da dün itibariyle elden kayıp gitti.
Bir not daha: Bu işgale karşı kurulmuş olan Filistin Kurtuluş Örgütü, seküler, sol tandanslı bir direniş hareketiydi. Filistin direnişinin sembolü olması boşuna değildir. Sonra “İslam dünyası”nda vaki olduğu üzere Filistin’de ve etrafında İslamcı ideolojiler seküler hareketleri yok etmeye başladı.
Geldik bugüne. Filistin’de Hamas’tan başlayarak etraftaki bütün ülkelerde din çıkışlı hareketler revaçta. Haliyle onlar da bu meseleye tıpkı Siyonistler gibi bir din ve inanç meselesi olarak bakıyor. Hâlbuki Filistin meselesi dini ve inancı ne olursa olsun Filistin halkının meselesi. Toprakları acımasız güçler tarafından işgal edilmiş, zulme uğramış insanların meselesi. Filistin’in emperyalistler ve Siyonistlerce adım adım “halksız bir ülke” haline getirilmesi meselesi.
Donald Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak tanımasının hemen ardından, Kudüs Damascus’da bir Filistinlinin İsrail Sınır Polisi ile tartıştığı an kameralara bu şekilde yansıdı. Fotoğraf: Ahmad Gharabli/AFP/Getty Images
Kudüs meselesi de öyle. Kudüs’ün İslam’ın olduğu iddiası koca bir yalan. Kudüs ne İslam’ın ne Hıristiyanlığın, ne Yahudiliğin. Kudüs Filistin halkının. Gasp edilmeye çalışılan şey bu.
Haliyle Filistin direnişi antiemperyalist bir direniş. Filistin direnişi ABD’ye ve onun ileri karakolu İsrail’e karşı bir direniş. Filistin direnişi Filistin’in kurtuluşu için direniş.
İsrail yıkılacak. Bir Filistin vardı, bir Filistin yine olacak…
(*) Filistinliler Kudüs’te Donald Trump’ın açıklamalarını televizyonda izliyorlar. (Fotoğraf: Reuters/Ammar Awad)