Edebiyattaki hayvan hakları ihlali
Tuğçe Madayanti Dizici
Şiddet ve tecavüz sahneleri bizi politik ve etik olarak sarstıktan sonra üstü kapalı bir gönderme ile tüm bunların kabul görülemez davranışlar olduğunu ima etmeli veya okuyucuyu olayı sorgulamaya yönlendirmelidir.
Seneler önce tanışma fırsatı bulduğum değerli hocalardan Tim Dean’in çalışmaları ışığında ele alarak, transgresyon[1] edebiyat üzerinden edebiyattaki hayvan hakları ihlalini tartışmak daha doğru olurdu. Ancak ne yazık ki konuyu sosyal medyada öne çıkan ve ciddi olumsuz tepkileri üzerine çeken Hüseyin Cengiz’in Ve Sonra Yol Bitti çalışmasını referans alarak yapmak durumundayım. Yazarın kitabın 15. bölümü, 180-189 sayfaları arasına sığdırdığı bir köpeğin öldürülmesi, bir köpeğin taciz ve tecavüze uğraması ve bir köpeğin tekmelenmesi tasvirleri ile edebiyat ve fikir özgürlüğü ilişkisinin limitlerini zorlamıştır. Deneyimli bir okuyucunun bile baş etmesi zor olan bu bölüm hem hayvan hakları açısından hem de edebiyat açısından problemlidir.
Nesi rahatsız etti?
Yayınevinin gelen tepkiler üzerine yaptığı açıklamasında, kendilerini tabu yıkıcı, tepki gösterenlerin ise oto sansür destekleyiciler olarak yorumlamasını panik ve hayvan hakları ile kısıtlı ilişkilerine bağlıyorum. Edebiyatın tabu yıkıcı özelliğinin sınırlarının zoofili[2] konusunda çok hassas gri bir alana girdiğini kabul etmek gerek. Üstelik büyük bir hata yapıyoruz bu sayfalarda zoofili değil bestiality yani hayvanlarla cinsel ilişki kurmaktan bahsedilmekte. 1915 yılında geçen bu kurmacanın tepki oluşturan bu bölümünde Çilli lakaplı bir Osmanlı/Türk ordusu askeri önce bir köpeği yanlışlıkla vurur ardından çöplüklerde dolaşan gözüne kestirdiği başka bir köpeğe ilgi duyuyor ve köpekle flört yaşıyor. Anlatıcının ‘Yıllarca karnını doyurmaya çalıştığı çöplüklerin efendisi olmuştu. Efendisi olduğu çöplüğün cariyesini de kendisi seçecekti’ cümleleriyle bir askerin bir köpekle yaşadığı ilişkiyi anlatmaya koyulan bölüm, tecavüz anına kadar tüm olan biteni son derece detaylı neredeyse öğretici bir şekilde anlatıyor. Tecavüz sırasında yakalanan askere komutanı iki tokat bir tekme atıyor, tabi köpeğe de bir tekme atarak. Olaya karşı bir ceza gibi gözüken bu tokatların ardından ‘Eşekle ilişkiye girmenin çok da yadırganmadığı yerde, köpeğin arkasına geçmeyi kimse kabul etmiyordu’ cümlesi ile bölüm son bulur. Yani tokatların hiçbir manası kalmıyor. Bu sayfalarda kullandığı tasvirler iddia edildiği üzere tabuları yıkan bir dil veya bizleri kendimizle yüzleşmeye teşvik eden bir anlatımdan uzak. Bu korkunç durumu olağanlaştıran ve anlaşılır kılan neredeyse romantik bir anlatım söz konusu. Örneğin şu cümlede olduğu gibi ‘Koşarak yanına gelen köpeğe cebine sakladığı kumanyadan bir parça verdi. Sevinçle kuyruğunu sallayan köpeğe yemeğini verip, elini....’
Sonuç
Sanatın gerçek hayatta ele alınamayan bir konuyu ele alma ve keşfetme kabiliyetinden uzak olan bu bölüm psikiyatrinin, psikolojinin ve sosyolojinin araştırma konularından olan hayvanlarla ilişkiye girme (zoophilia, bestiality)[3] başlığını bu eylemin altında yatan sebeplere, motivasyonuna, tarihsel gelişime veya akli denge bozukluğuna en ufak imada bulunmadan ele almaktadır. Bu sebeple toplumsal gerçekliğe değindiği iddiasının içi boştur. Transgresyon edebiyattan alışık olduğumuz ekstrem konuların sınırlarını dahi ihlal ettiğini düşündüğüm bu bölüm, rastlantısal bir sebeple ele alınmış gibidir. Bağlantılarını ortaya koymadan tasvir edilen bu bölümün fikir özgürlüğü açısından onaylanması son derece tartışmalıdır.
Sınır ihlali nerede?
Edebiyat, bizleri başka yollarla ele alınamayacak ve bu sebeple de dokunulmamış, dokunulamaz olarak terk edilecek konuları bizlere sunma kapasitesine sahiptir. Transgresif edebiyat ise gerçek hayatta ele alınamayacak veya ele alındığında belli yaptırımları olabilecek konuları keşfetme ve bu konuları sınırları zorlayarak ele almak kabiliyetini ortaya koyarak anormali, ötekileştirileni görünür kılar. Bilinmeyeni ve konuşulmayanı gösteren bir iç röntgen olan transgresif edebiyatın ekstrem sınırları ihlal etmek gibi riskleri her zaman vardır ve bu her daim tartışılır. Bu tür edebiyat sosyal adetleri ve kuralları çiğnemekten ziyade tabuları ihlal etmeye yöneliktir. Ve tiksindirici gücü bulunan tabuları merkez alır. Hayal edilmesi bile dehşet verici olan cinayet, işkence, tecavüz, sakatlama transgresyonun en ürkütücü yanıdır. Prehistorik dönemler dahil olmak üzere cinayet, tecavüz ve ensest konuları günlük hayatın ve sanatın konularındandır. Hiçbir noktada sanatın hiçbir alanında bu konuların caiz olup olmadığı kesinlikle sorgulanamaz. Sorgulanabilecek tek şey bu tasvirlerinin nasıl bir çerçeve ile sunulduğudur. Mantık içeren bu sorgulama zaten etik ve transgresif edebiyatın arasında süregelen en büyük çatışmadır. Peki tasvirin çerçevesi ve tasvirin kabulü arasındaki gerilimi nasıl dindirebiliriz? Tasvir ve kabul arasında en önemli belirleyici mesafedir. Mesafe ile okuyucuyu olaya bulaştırma ve dahil etme uzaklığı belirlenir. Bu mesafeyi koyarken de dikkat edilmesi gereken nokta ise sınır ihlalidir. Tecavüzün tasviri, okuduğunda okuyucuya itici ve korkutucu gelerek, okuyucuyu dehşete düşürür. Yani okuyucu tahrik etmez. Bir diğer belirleyici nokta, tecavüzün sunumu sadece tecavüzle ilgili olamaz. Tecavüzün kurbanın mı tecavüzcünün mü bakış açısıyla anlatıldığı ve tecavüzün neden gerçekleştiği de önemlidir.
Yanlışı ima etmeli
Şiddet ve tecavüz sahneleri bizi politik ve etik olarak sarstıktan sonra üstü kapalı bir gönderme ile tüm bunların kabul görülemez davranışlar olduğunu ima etmeli veya okuyucuyu olayı sorgulamaya yönlendirmelidir. Örneğin, edebiyatın en önemli eserlerinden olan Nabokov’un Lolita isimli romanında ana karakter Humbert 12 yaşında bir kıza aşık olur. Ve roman Humbert’ın bakış açısı ile anlatıldığından okuyucu bu karaktere karşı yakınlık hisseder hatta sempati besler. Ama bu büyük bir hiledir aslında ve bu adamın pedofili olduğunu ve aslında bir çocuğa tecavüz ettiğini bilirsiniz. Yazarın orijinal ve nükteli kalemi sayesinde duygu değişikliği yaşayarak okuyucu olarak Humbert’tan hem nefret eder hem de ona acırsınız.
Hayvan ırkının cehennemi burası
Günümüzde Türkiye’de ve dünyada gittikçe artan her çeşit hayvan zulmü bu şekilde üstünkörü edebiyat kılıfı altında ele alınacak bir konu değildir. Kendi coğrafyasını tanıdığı iddiasıyla bir kurmaca yazan bu yazar bence kendi coğrafyasının bugünkü haline uzaklığını ve umursamazlığını göstermiştir. Asker Çilli karakterinin malum sahnelerini ise umarım ki bilinçsizce (!) romantikleştirmiştir. Prehistorik dönemden itibaren toplumların içinde var olan zoofili günümüzde çeşitli bilim dallarının verileri ışığında kriminolojinin en kapsamlı konularındandır. Bizim gibi gelişmekte olan toplumların zoofili ve hayvan tecavüzünün bir hayvan hakları konusu mu yoksa ceza hukukun konusu mu olduğuna bir an önce karar vermesi gerekmektedir. Etinden, kürkünden, gücünden, kemiğinden, iç organlarından hakkımız olmamasına rağmen faydalandığımız hayvan ırkına insanlığın kendini affettirebilmesi artık imkansızdır. Burası onlar için bir cehennemdir. Bari izin verin de bu ırkı, iğrenç hastalıklı insan fantezilerin kurbanı etmeyelim.
[1] sınır ihlali, kuralları geçme olarak
[2] hayvanlara sapkınlık derecesinde ilgi duyma
[3] Detaylı okuma için: Frank Ascione Ph.D.; The International Handbook of Animal Abuse and Cruelty: Theory, Research and Application