“Davamız” Gölgesinde Cumhuriyet Bayramı
Aytuna Tosunoğlu
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na saatler kala kafamda deli düşünceler… Televizyondaki tartışma programlarına çıkan kadrolu profesör, doçent, köşe yazarı bilumum zevat ve başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, bazen sık, bazen unutturarak ama hep bir “dava”dan bahsetmekteler. Davaya hizmet. Davamız. Dava. Dava.
Nedir bu dava?
Açılımını yaptıklarını hatırlamıyorum.
Davanın ne olduğunu bilsem, belki ben de hizmetinde olacağım.
Deli düşüncelerimin cevabını Necip Fazıl Kısakürek’ten aldım. Çoktan hakka yürümüş bir insanın ardından konuşmak bizde iyi karşılanmıyor, biliyorum. Ama kör ölür, badem gözlü olur diye bir atasözümüz de var, hani. Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü isimli kitabında –ki onun taraftarları bu kitabın uzun yıllar boyunca kaleme alındığını, öyle bir çırpıda yazılmadığını söylemekteler- bir distopya var. Anlayacağınız, otoriter, totaliter bir devlet yönetimi modeli, baskıcı bir sistem hayal etmiş, yazmış. Şimdinin televizyon yüzleri(!) sayesinde davamız diye bir şeyin varlığından haberdarız. Kendi aralarında bunu nicedir konuştukları, karara bağladıkları, parça parça uygulamaya geçirdikleri aşikâr. Biz geriden geliyoruz. Onlar davamız diyerek Kısakürek’in distopyasını işaret etmekteler. Bu işaret ediş sessiz bir uzlaşmayla, bildiği yoldan dönmemeyle ve bir kod gibi tekrarlanan “davamız” kelimesiyle vücut buluyor. Kısakürek’in de adı geçen kitabında bir kod gibi tekrarladığı “davamız” kelimesinden. Metnin AKP hiyerarşisinde yer alan kişiler ve onların taraftarları tarafından benimsenmenin de ötesinde kurdukları doğaötesi ilişki, bir birlikteliği işaret ediyor. Kısakürek’in bu birliktelikten haberi oldu mu, bilmiyorum. Ama tanımaktan onur duyduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı, Kısakürek’ten feyz aldığını söylemişti.
Gelin, beraber anlayalım: Fransızca kökenli bir kelime olan ideolocyanın anlamı, insan ve toplum arası inanılan veya benimsenen düşünceler sistemi olarak ifade edilmiş. Kitabın tamamını oluşturan bu düşünsel ve ideolojik birlikteliği benden önce anlayanlar, feryat edenler, kaleme alanlar olmuştur, mutlaka.
Biz geriden gelenler için anlamaya devam edelim: Kısakürek’in kitabında kurduğu distopik devlet yönetiminin başında adına “Başyüce” dediği bir lider var. Liderin nasıl bir insan olduğuna dair derin açıklamalarından bazıları şöyle sıralanıyor:
• Başyüce, kaba ve umumi (genel) manasıyla herhangi bir devlet reisi değil, derin ve girift, toplumsal bir semboldür. Bir simgedir.
• Başyücenin kendi öz lisanından başka her edası ve işi “ben milletimin görünürde en ahlaklı, en bilgili ve en akıllı ferdiyim” diye ilan edecektir.
• Başyüce, Yüceler Kurultayı’nın her şubede lif lif örülmüş kanunlar manzumesine aykırı emir veremez ve vermez. Fakat her emri, kanunu tamamlayıcı ve belirtici ayrı bir kanundur. Kanunun bir şey söylemediği yerde Başyücenin emri katidir.
• Başyücenin bir emriyle hükümet değişir.
• Bütün hükümet manzumesi, en büyük müesseseden en küçüğüne kadar onun adına iş görür.
• Kaza cihazı (yargı) onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır.
• Başyüce, bütün icra vasıtaları ve bütün şubeleriyle ordunun başıdır.
• Başyüce için bütün yüceler gibi, makamını temsil gücünü muhafaza ettikçe yaş haddi yoktur.
Yukarıda sıraladığım maddeler Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü kitabının 191, 192 ve 193’üncü sayfalarından alınmıştır. Kitabın Başyücenin Yetkileri bölümünde, Başyücelik Emirleri alt başlığında teker teker sinemadan dansa, kadın kılığından köy imamına, sermayeden basına detaylı bir tüzük çalışması yapmış, Kısakürek. Basın konusunda kaleme aldığı emirlerden birkaçını aşağıda sıralıyorum:
• Tek bir emirle Basın Özgürlüğü isimli milli ve toplumsal felaket vesilesi kaldırılmıştır. Bundan böyle basın, bilinen manada hür değildir.
• Bu yasağa, kitap, gazete, dergi, broşür, afiş vesaire olarak matbuat çerçevesinin belirttiği ne kadar yayın vasıtası varsa hepsi birden dahildir.
• Yukarıda sayılan yayın vasıtalarının kadrolaştırdığı, şiir, tiyatro oyunu, hikâye, eleştiri, araştırma, siyaset, ilim, fikir, röportaj vesaire gibi bütün ifade çeşitleri, yayınlanmadan önce, kendi kendilerini devlete ispat etmek ve basım lisansını ve liyakatini ilgili devlet kurumu aracılığıyla onaylatmak zorunluluğundadır.
• Gerçek hürriyetin ne demek olduğu anlaşılıncaya ve anlayışı doğuracak bireysel ve toplumsal kültür maya tutuncaya kadar, her tür basın-yayın en sert denetime ve en keskin güdüme tabi tutulacaktır. Basın kendini kontrol edebilecek hale gelinceye kadar, bu böyledir.
Yukarıdaki alıntılama Kısakürek’in kitabında sayfa 342 ve 343’de yer alıyor. Emirlerin dans ile ilgili bölümünde bakın neler var:
• Dans yasaktır.
• Kadınla erkeği ortak ve ahenkli harekete, vücut kıvrımlarını göstermeye davet eden ve ister bir ister birçok insanın şehevi (erotik) hareketlerinden ibaret olan milli ve gayri milli bütün çeşitleriyle bizden değildir.
• Sadece dans fiiline dayanılarak yarım asırdan beri memleketimizde gelenekselleşen balolar, ayrıca barlar, diskotekler, gece kulüpleri kendilerini içki yasağı bakımından sınırlamış olsalar bile, dans yasağı ölçüsüyle ta kökünden tasfiyeye tabidir.
Dans etmekle ilgili nefretini dile getirmekte sakınca görmeyen Kısakürek, Osmanlının Tanzimat döneminden başlayıp, İdeolocya Örgüsü kitabını yazdığı döneme kadarki sürede (1960’lar, 70’ler) bir batı taklidi olarak nitelendirdiği dansı topluma sokanların Masonlar olduğunu söylüyor. Yukarıda yer alan maddeleri de yine aynı kitabın 338 ve 339’uncu sayfalarından alıntıladım.
Kitabın sekizinci bölümünde Devlet ve İdare Mefküremiz (ülkümüz) başlığında cezalandırma sistemi anlatıyor, Kısakürek. Sanki kendi kendisini cezalandırmak ister gibi, kumar oynayan birine (Kısakürek’in kumar alışkanlığını bilmeyen kaldı mı?) verilmesi gereken cezayı sayfa 289’da şöyle kaleme alıyor:
• Kumar fiilinin herhangi bir cepheden suçlusu, cezasını görmeye sevk edilmeden evvel, bulunduğu mevkiin umumi bir mahallinde, göğsüne şu yafta yapıştırılmış olarak tulûdan guruba (gün doğumundan, gün batımına) kadar teşhir edilecektir: “Türk ahlâk devriminin 1 numaralı haini, kumarbaz!” Kumar fiilinin mükerrer suçlusu, vatandaşlık haklarından düşürülür, hudut dışına çıkarılır ve memleket içindeki bütün hak ve mülkiyetlerinden mahrum edilir.
Burada, bu küçük alanda “davamız” dedikleri şeyin ne olduğu hakkında küçük ve sıçramalı alıntılar yaptım. Mesleği yazarlık olan biri kendisi anlasın diye (de) yazar. Kısakürek’in davamız dediği bütün ile iktidarın her cephesinden gelen davamız sesleri arasında benzerlik görmeyi istemezdim ama gerçek bu. Kitabın içinde yer alan her şey belli bir sistematik içinde ilerliyor. Aynı kaynaktan beslenen sistematik ilerlemeyi AKP yönetimindeki Türkiye’de de görüyorum. Anlıyorum. Daha ileriye yönelik, henüz yaşanmamış, kıvama gelmemiş kısımları görüyorum. Davamız adına, davamız için, davamız hakkında ile başlayan, biten, sakınılan, açık edilen, kısık sesle fısıldanan cümleleri sadece ben duyuyor olamam.
Kısakürek’in kanatları altında AKP’nin gerçekleştirme yolunda emin adımlarla ilerlediği bir distopyadayız. Bizim bunalımımız yeniden gerçekleştirilmesi imkânsız gibi görünen tarihi ideallerdir. Onlarınkiyse gerçekleştirdiklerine emin olduktan sonra distopyanın süresi ve sürekliliği sorunudur. Distopyanın belirlediği adalet, bolluk, hak, zenginlik ve özgürlük tarifi Kısakürek’in ve AKP’nin benimsediği çerçevededir. Onlara inanan kalabalıklar, artık dayanamayacağım kadar büyük bir saflıkla (saflık kelimesini kılı kırk yararak seçtim) AKP’nin onlar adına düşlerini gerçekleştirdiği düşüncesi üzerine kurulmuş bir toplum oldukları inancındalar. İnançları bozmak zordur. İdeal bir Türkiye tarifini onlar adına düşünüp, yaratan AKP’nin kanatları altındadırlar. Bütün bunların görselliğin geldiği uç noktada fantazmatik (yani Zizek’e göre orgazm duygusunu yaşatan fantastik hayal ya da imge) bir şekilde kutsanmasını hafife almamak lazımdır. Bununla bütün büyük açılışları, televizyonda yayınlanan açılışa davet videolarını, parti/devlet reklam afişlerini kastediyorum. Size, bana acı veren bu kültür onlara büyüleyici geliyor. Bizi bu noktaya getirenler tüm düşlerini gerçekleştirdiklerine derinlemesine inananlardır.
29 Ekim’de Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in 95 yaş kutlamasına giderken (gidin, gitmelisiniz, yalnız olmadığınızı göreceksiniz) yarım kalmış olan düşlerimizi yanınızda götürün. Onların kültürsüzlüklerinin çekiciliğine kapılmayın, çünkü onların daha önceden gerçekleştirilmemiş ve başka hiçbir şeye benzemeyen süreklilik sorunu var. Üstesinden gelebilecekleri bir sorun değildir, bu. Distopya gerçekleşmez.
Atatürk Cumhuriyeti’nin 100 yaşına beş kala deli düşüncelere bir yenisini ekleyeyim: “2023 hedefi” dedikleri nedir?
Fotoğraf: Kadiköy Life