Cemaat-i Devran
Aytuna Tosunoğlu
Hayat dediğimiz yolun henüz başında bir genç kadını anlatıyorum.Yaşı 28.
Adını gizlemek gerekiyor, zira peşinde bir erkek ordusu var, niyetleri pek iyi olmayan. O yüzden adının baş harfini alalım buraya ve yazı boyunca ona “E” diyelim. Kendisinin arzusu da alfabenin içinde bir harf olarak anılmak. Henüz.
E. Eşini yarım saatlik bir görüşmenin ardından seçmiş. Aynı garip durum erkek tarafı için de geçerli tabii. Evlilik nedeniyle ana/baba evinden ayrılmış, doğduğu kenti terk etmiş. 10 yıl olmuş evleneli... Peş peşe dört çocuk dünyaya getirmiş. E.’nin çocuklarıyla ilişkisi tipik bir anne/çocuk ilişkisi. Her zaman yanlarında, ev ödevlerini yaparken, banyo yaparlarken, yemek, uyku, masal okuma... Özel günlerde, dini bayramlarda nasıl davranmaları gerektiği konusunda her türlü eğitimi vermiş, nezaketi, efendiliği öğretmiş. Çocuklar din merkezli bir eğitim kurumundalar. Tablo, dışarıdan bakınca güzel hani... E. hayatı boyunca dışarda bir işte çalışmamış. Ondan istenen anne olmasıymış. Evde olmasıymış. Evde eş olmasıymış.
Evlendiğinden beri aynı evde, aynı mahallede oturmuş. Mahallenin tamamı, tıpkı kocası gibi, aynı cemaatin üyesi. Zaten cemaatten olmayan mahallede ev alamıyor, kiralayamıyor. Görünmez ancak hissedilir bir komite var sanki, çemberin dışındaysanız içeriye alınmıyorsunuz ve bu nihai kararın nereden çıktığını anlamanız mümkün değil. Bu noktada bir parantez açmak gerekliliğini hissediyorum: Cemaat olarak andığım kavram şimdilerde hukuki açıdan tescillenmiş malum terör örgütü değil. Başka bir cemaat...
On yıl boyunca mahalleden çıkmışlığı olmamış, E.’nin. O küçük bölgede, hep aynı döngü içinde, hep aynı dükkanlardan ev ihtiyaçlarını alarak, hep aynı insanlarla –hepsi cemaat erkeklerinin karıları dememe gerek var mı..- sosyal ilişki içinde mevsimleri geçirmiş. Çocuklarının en büyüğü dokuz yaşında. On yılın sonunda E. iç sesinin ona sorduğu bir soruyu cevaplayamamış. Bazen soru cevabın kendisini bulmak istemeyecek kadar güzel olabilir. Bir kapı açar, çünkü. E. kapı aralığından bakarken duygularını en yakın kadın arkadaşına açmış. O süreçte arkadaşının ona ne derece yardımcı olabildiği tartışılır.
Olsun.
Değişim insanın bir kez yüzüne üflediyse dünya parçalı mekanlara tıkılamayacak kadar büyür. E.’de baş göstermiş olan bu değişim, kocası tarafından fark edilmemiş olabilir mi... Cemaatin “güvenli” kıldığı yaşam alanı dışında bir yaşam hayal etmemiş, merak etmemiş, dünya hallerini cemaatin belirlediği kurallar çerçevesinde yaşamak suretiyle üzerine düşeni en iyisiyle yaptığına inanan gencecik bir koca düşünün. Yaşı şimdi 30. Ona alfabede bir harf vermeyeceğim. Karısı E.’yi anlamadığı için, ayağının altındaki güvenli halının çekiliyor olduğunu hissettiği için, huzuru kaçtığı için, benzer durumlarda ne yapıldığı diğer erkek yandaşlar tarafından pek güzel belirlendiği için işte o nihai çözüme başvuracaktır: E.’yi dövecektir.
Dövmüş de. Çocuklardan büyük olanının gözleri önünde dövmüş. Dokuz yaşındaki kız çocuğunun...
Sonuçta E. çocuklarını da yanına alarak evini, mahalleyi terk etmiş. Kentin uzak bir semtinde bir daire kiralamış. Kendisi gibi cemaati terk etmiş insanlarla bir araya gelmiş, biraz da olsa yalnızlığını bölüşmüş, onların tecrübelerinden faydalanmış. Kendi ailesi ve samimi arkadaşı tarafından dışlanmış. Mahallede onunla ilgili, olmayacak hikayeler uydurulmuş. Kocası, daha doğrusu cemaat peşini bırakır mı, E.’nin... Burada E.’nin bir önemi yoktur, çocuklardır önemli olan. Kocası, kocasının ailesi ve cemaatin ileri gelenleri sürekli taciz ederek, korkutarak çocukları vermesi konusunda baskı yapmışlar. Eve yapılan polis baskınları da cabası... Sonunda boşanma davası iki tarafın da arzusu doğrultusunda açılmış. Kocasının cemaat tarafından ödemesi yapılan bir erkek avukat ordusu varmış.
Görece kısa bir mahkeme sürecinin ardından, kendisi de cemaat üyesi olan bir hakim tarafından karara varılmış ve boşanma gerçekleşmiş. Ancak çocuklar babaya –cemaate desek daha doğru- verilmiş. E. mahkeme kararı gereği çocuklarını her Çarşamba günü, okul çıkışında sadece iki saat, o da gözetim altında olmak kaydıyla görüyor, şimdilerde..
E.’nin hayattaki tek amacı çocuklarına bir örnek olarak, cemaatin dışında da bir hayat sürdürülebileceğini göstermek. Zamanı geldiğinde seçim şansları olduğunu bilmelerini sağlamak. Kendisi meslek kursunu bitirdikten sonra çalışmaya başlamış. Çocukları yanında olmadığı için kanadı kırık anlatıyor bunları. Aynı zamanda korkuyor; cemaat peşini hiç bırakmazsa diye...
Yukarıda anlattıklarım gerçek bir yaşamöyküsünün kısa özetidir. Hayat bitmedi, devam ediyor. Mutlu, nurlu ufuklara doğru yol almalar filmlerde olur. Oysa hayatın kendisi anlardan ibaret. Tıpkı E.’nin çocuklarıyla haftada iki saat geçirdiği zaman diliminde onların saçlarını kokladığında yüzünde beliren coşkunluk gibi, bir an. Ayrılma zamanı geldiğinde arabanın arka camından el sallarken yüzünde beliren başka bir an. Sokağın bir köşesinde cemaatin adamları durumu izliyor; E.’nin bir hamleyle çocukları kaçırmasından endişe ederek... Bu da bir an.
E. bizden çok uzakta, Amerika’nın New York’unda yaşayan bir Hasidik Yahudilik cemaati eski üyesi. Yoksa siz bizdeki bir cemaati ve onun içinde yaşamaktan vazgeçmiş bir kadının kaçış hikayesini mi anlattığımı sandınız... Mahalle, çocukların gittiği dini okul, mahkeme, cemaat üyesi hakim, avukatlar, hepsi Amerika’da. E. de Amerika’da ve herkes kadar yalnız. Yalnızlığı ile baş edebilmenin yolunu, araladığı ve ne mutlu ki bilinmezlerle dolu o kapıdan geçmekle bulmuş. Bu da biz kadınlar için mutlu bir an.
İnsanın tüm etkinliklerinin, arkadaşlarının ve düşüncelerinin cemaat denetiminden geçirilmesi, kodlanması bir esaret değilse nedir... Tüm meselelerde tek, ortak ve egemen ilkeye gönderme yapılıyorsa, toplum yaşamında o ilkenin despotluğu söz konusudur. Hayatın tek bir standardı olabilir mi? Güneşin yedi rengi bütün renkleri anlatmaya yeter mi? Toplumsal gerçeklik tek bir doğruluk standardına gönderme yaparsa... Bu felaket değil mi... Çünkü başarılı olurlarsa önce çocuklar bozuluyor, sonra da koca toplum.
E. çalışmaya devam ediyor. Cemaati terk sürecinde borçlandığı kişilere pey der pey borçlarını ödüyor. E. cemaati terk etmekle dinini terk etmedi. Hasidik cemaatin dayattığı yaşam tarzında kadının yerini beğenmedi ve önemli bulmadı, terk ettiği o oldu.
Kocayı terk hali bir tali hasar, yalnızca.
Bir kadının “hayır” demesi kendisi hakkında bir çabadır.
Oradan dünyaya nefis bir olumlama yayılır.
Kapak fotoğrafı: Hasidik Yahudi Cematinde bir düğün
Meraklısına Faydalı Kaynaklar:
- Blanchot, M. (1997) İtiraf Edilemeyen Cemaat. Çeviri: Işık Ergüden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
- Ewing, H., Grady. R. (2017) One Of Us. Documentary Loki Films & Netflix
- Kolektif (2012) Bütün Yönleriyle Yahudilik. Türkiye Dinler Tarihi Derneği Yayınlar