Menu

Bir Unutkanın Notları

Aytuna Tosunoğlu

Ders sınıfının kapısı iki tıklama sonrası açılınca haytalık yapacak bir dakikalık süre –hatta belki daha az bir süre- kazanmanın coşkusuyla tahta sıralarımızda dalgalandık. Dersi bölen öğretmen hanımın sınıf öğretmenimize bir şeyler söyleyip bekleyişe geçmesi kimin umurunda. Bendeniz genellikle silgiden parça kopartıp, arkada oturan sınıf arkadaşlarıma çaktırmadan atardım. Silgiden parça kopartma işini ön dişlerimle yaparaktan… Öğretmenim adımı söyleyerek beni yanına çağırdığında ağzımın kenarında mavi silgi parçasını, ayrıca dişlerimin arasına kaçmış silgi parçalarını telaşla yutarak, şaşkın, biraz da korkmuş, öğretmenimin yanına gittim. Gözlerim fal taşı gibi açık.

Yer, Malatya. Askeri lojmanda bir ilkokul. Adını hatırlamakta zorlanmamın nedeni ikinci okulum olmasından. İlkinin adı ve şehri başka. Onu kalbime gömdüm, ilk göz ağrım olduğu için. Malatya’daki bu ilkokulumun adının başında “şehit pilot” vardı, onu hatırlıyorum. Gördüğümüz/yaşadığımız bir savaş yoktu, aralarında babamın yakın arkadaşları da olan savaş pilotları eğitim uçuşu sırasında patır patır düşüyor, o yıllar. Kıbrıs Barış Harekatı’nın gerçekleşmesine bir yıl var. PKK diye bir terör örgütünün çıkmasına on yıl var. Askeri lojman ilkokulunda sınıf arkadaşlarımın arasında Kürtler var mı, yok mu diye bir soru yok. Sıra arkadaşımın adı Beyaz, soyadı Kara. Hepimiz aynı okuldayız. Beyaz’ın ebeveynleri hırslı ve üstten bakan bir nüfus memurunun kurbanı mı oldular, Türkçe bilmedikleri için… On yaşında bir kızım; bu soruları sormama on yıl var. 

Dönelim ağzında silgi parçasıyla öğretmeninin karşısında dikilen 10 yaşındaki kıza. Öğretmen, seni müdür bey çağırıyor deyince heyecandan kıpkırmızı olduğumu hatırlıyorum. Müdürün odası tanrı odası gibi bir şey. Odayı yakından görmek iyi bir şey mi, onu da bilmiyorum. Girdim. Sunakta minik bir kuzu gibi duruyorum. Müdürümüzün adı Ömer. Kendine yaraşır şekilde dev arkalıklı koltuğunda ve koltuğun arkalığını daha da görkemli kılan sesli nefes alışı verişiyle önündeki kağıtları imzalıyor. Kapı arkamdan iki kere ürkek çalındı. A! Bir baktım, birinci sınıfa giden kız kardeşim de geldi. İki adak kuzusu olduk. Yan gözle dahi birbirimize bakmıyoruz. Müdür dile geldi, “Kızlar, siz ikiniz ellinci yıl marşını biliyormuşsunuz, doğru mu?” Kız kardeşim konuşmuyor, önüne bakıyor. Bendeniz içimden ne dersem ne olur diye kısa bir muhasebe yapmaktayım. Müdür başını kağıtlardan kaldırıp bana baktı, “Doğru mu, diyorum?” Ailemizin büyük çocuğu olarak cevap veriyorum, “Biliyoruz öğretmenim.” “Söyleyin bakayım” diyor. Kız kardeşimle önce müdüre sonra birbirimize bakıyoruz. Ben alçak sesle bir-iki-üç dedim, kısık ve titrek bir sesle başladık marşı söylemeye, “Müjdeleeer var yurdumun, toprağına taşınaaa, erdiiii cumhuriyetim elli şeref yaşınaaa…” Marşı bilip, söyleyebildiğimize kani olmuş ki, “durun” dedi. Zank diye durduk. Ayağa kalktı, koltuk da arkasından kalktı sandım. Heybetiyle odadan çıktı, kapıyı açık bıraktı. Kardeşim soran gözlerle bana bakıyor. Ben sesli, “sus” dedim. Boş makam koltuğuna gözlerimizi çevirdik, kıpırdamadan duruyoruz. Dışarıda kar var. Müdürün odasında da soba var, çıtır çıtır yanıyor. Kardeşim sobaya yakın durmuş, bakmadan kolundan çekip kendime yaklaştırıyorum.

Odaya bir anda müdür, müdür yardımcısı, müzik öğretmeni ve bir sınıf öğretmeni girdiler. Müdür, “Başından, bir daha!” dedi. Kardeşim bana baktı, ben yine bir-iki-üç dedim ve “Müjdeleeeer var yurdumuuun…” Sonuna kadar söyledik, dinlediler. Bitince müdür konuştu ama gözlerinde sevinç görmüş olmalıyım ki ben de seviniverdim nedensiz. “Nerden öğrendiniz?” diye, sordu müdür. “Teyzemlerde öğrendik, öğretmenim. Şubat tatilinde Ankara’ya gitmiştik, televizyondan duyduk, ezberledik.” Kız kardeşim ilk defa konuştu, “Hep çalıyordu öğretmenim, biz de hep söylüyorduk”.

 

1973 yılında Cumhuriyet 50 yaşında olacaktı. TRT televizyon yayınları haftada üç gün ve sadece Ankara, İstanbul, İzmir ve çevrelerinden izlenebiliyordu. Bir yarışma sonucu seçilen 50.Yıl Marşı televizyonda sık sık dinletilerek izleyicide farkındalık yaratılıyordu. Şubat tatilinde, teyzemin Ankara’daki evinde, onun kızlarıyla sanki hiç büyümeyecekmişiz gibi delice oyunlar oynarken kulağımıza ve taze belleğimize oturmuş bu marşı farkında olmadan ezberlemiştik. Sesleri, tempoyu doğru oturtmamızdaki başarı teyze kızlarından büyük olanın başarısıydı (O sonra korist (de) oldu, ödüller aldı). Artık, 50.Yıl Marşı’nın söylenmesi zor bir marş olduğunu müzikten anlayan herkes ifade ediyor. Söylenemediği için de unutuldu, gitti.

Dönemin Milli Eğitim Bakanlığı yurt genelinde tüm okullara bu marş çocuklara öğretilecek, söylenecek talimatı verince Ankara’dan yola çıkan, 700 kilometre yol kat eden (otobüs, araba, tren dışında ulaşım yok) marşın sözleri bir kış günü PTT resmi evrak yazılı zarfla Malatya’ya ulaşmış ama müzik notaları zarftan çıkmamış. Dolayısıyla okul müdürü ve çalışma arkadaşları gözünde bu bir marş değil, şiir. Oysa emir büyük yerden, marş her ilde, ilçede, köyde söylenecek.

Uzun lafın kısası, o sene okul zamanı kız kardeşimle birlikte sınıf sınıf dolaşarak marşı kara tahtanın önünde söyledik. Ben yine kız kardeşime kısık sesle, bir-iki-üç dedim, aynı anda başladık, “Müjdeleeer var yurdumun toprağınaaa, taşınaaaa…” Marş zor olduğu için sayısız defa ve saatlerce söyledik. Müdür öğrenme sürecine hız kazandırmak için kardeşimle beni böldü, bu defa ayrı sınıflarda yine kara tahta önünde tüm sınıfa söyledik. Okul yaz tatiline girene kadar devam ettik. Minik okulumuzda bilinir olduk. Herkes bizi tanıyordu. 29 Ekim geldiğinde okulun bahçesinde büyük tören yapacaktık. Kız kardeşimle birlikte kürsünün bulunduğu yerde durarak tüm okula bu marşı söyletecektik. Babamın başka bir şehre tayini çıkınca bu gerçekleşmedi ve marş bizsiz söylendi.

Bu anı bir ülke tarihi göz önüne alındığında uzak, kimsesiz bir anı değil. İnsanın ömrü söz konusuysa uzak… Malatya’da, sobalı sınıfları bir gülümsemeyle daha da ısıtan öğretmenler, cumhuriyet idealizmini akıllı yaratıcılığı ile bezeyen okul müdürü hepimize aynı aydınlıkçı anlayışta bakıyordu. Sınıflar yeteri kadar ısınıyor mu, çocuklar üşüyor mu diye kontrole çıkan Ömer müdürün ruhu şad olsun.

Marşı Milli Eğitim Bakanlığı’nın emriyle bağırarak söyleyen bizler 45 yıl sonra karşı devrimi gördük. Ülkemiz yorumların ve tarihin ellerinde artık.

Bu yazıyla çok insanı andım. Başta öğretmenlerimi…

Yetişmemde emeği geçen tüm öğretmenlerime selam olsun.

Göçmüş olanları cennettedir.  

 

 

 


Herkes bilsin